beşiktaş - trabzon maçından sonra yazı yazmadık. yazdaydık, bu özür aleni olacaktı... şimdi vicdanımızda karşı olan bir sorumluluğu yerine getirmek istiyoruz.
penaltı pozisyonunda hasan ceylan’ı, ofsayt pozisyonunda da onursal uraz’ı açık açık mahkûm etmiş, tribünce fikrimizi yüksek sesle de ifade etmiştik. ama gece televizyonda izlerken, ceylan ile uraz’ın nasıl iki çok ince pozisyonda, çok riskli, ama ince kararı tereddütsüz verdiklerini gördük. penaltı yoktu, ofsayt da yoktu...
yarın hakemlerimizden kritik anlarda doğru kararı çekinmeden vermelerini istiyorsak, tüm babıâli, yeri geldiğinde sezar’ın hakkını sezar’a vermeyi ve özür dilemeyi öğrenmeliyiz. yoksa, «bizden çağdaş futbolu oynatacak incelikleri bekliyorsunuz, ama bu kararları verdik mi de bizi yerden yere vuruyorsunuz. o zaman, maçı babadan kalma usulle yönetmeye devam» diyen hakemler, yerden göğe haklı olurlar.
hasan ceylan, penaltı çalmayarak ve ofsayt vermeyerek haklıydı, ama cebinden sarı kartını çıkartmak için ikinci yarının ortalarına kadar beklemekte çok haksızdı... bu haksızlığı hemen bütün hakemlerimiz yapıyor. kasıtlı hareketlere, futbolu öldüren çirkinliklere değil, sadece kendilerine yapılan saygısızlıklara karşı hassas davranıyorlar... sanırsınız ki kartlar, futbolu değil, hakemin onurunu korumak için verilmiş onlara...
sinirlerin çelik gibi gerildiği bir anda, kolayca kulaklarınızı tıkayabileceğiniz almanca bir kelime, groh’un atılmasına sebep oluyor da, örneğin maç boyu metin’i tutmak için en hızlı kasaplara taş çıkartan, hele hele bir pozisyonda, hem de topsuz pozisyonda, havada uçarak, çift ayakla, çocuğun karnına dalan kemal, maçın sonuna kadar oynanabiliyor.
tüm hakemlerimizin yanıldığı bir nokta var... ihlale ceza verdiler mi, iş yaptıklarını sanıyorlar... oysa yanlış.... öylesine yanlış ki... hakemin asıl görevi ihlali cezalandırmak için oyunu kesmek değil, tam tersine oyunu mümkün olduğu kadar az keserek, futbol oynanmasına, seyircinin futbol seyretmesine olanak yaratmak... yani faul çalmak değil, faul yapılmasını önlemek... bunun yolu da basit..
topa yönelik sert hareketlere hoşgörü... buna karşılık, rakibi futbol dışı kurallarla durdurmaya yönelik hareketlere, ki bunlar topu elle kesmekten çelme takmaya, beline sarılmaktan tekmeye kadar olabilir, derhal kart çıkartmak... maçın başında gelecek kartlar, hakemin niyetini derhal belli edeceğinden, sahadaki kurtların kuzuya dönmesi doğal... eğer kurtluklarında ısrar ederlerse, soyunma odasının yolunu biraz erken tutarlar, bir daha da adam gibi top oynamayı öğrenirler.
bizde kartlar hep geç çıktığı için, hiçbir faydası olmuyor. bu geç çıkışın altında da gene hakemin bilinçaltı yatıyor. yerli hakemlerimizin hemen hepsinde aynı düşünce var... maçı kazasız bitirmek... bunun yolu da 0-0 ideali olmak üzere, beraberliği korumak... kartları da çaresiz kalmadıkça göstermemek... genelde çalınan ve çalınmayan düdüklere, çıkan ve çıkmayan kartlara bakın... hep bu endişenin izlerini göreceksiniz. hakem, sahadaki futbolun değil, bir dahaki haftaya alacağı maçı, dolayısı ile gözlemcinin raporunu düşünüyor... olay çıkmadıkça, not düşmediğinden de, futbolu öldürme pahasına, olaysızlık yeğleniyor. her şeye düdük çalmıyor, ama hiçbir şeye kart gösterilmiyor.
en iyi hakem, maçı en az düdükle yöneten hakemdir.
iyi polisin, katili çabuk yakalayan değil, cinayeti önleyen polis olduğu gibi!.. bunun yolu da saygınlık ve otoritedir. otorite ise, zırt pırt çalınan düdük ve sallanan parmakla değil, cepte saklanan kartlarda gizlidir... bu kartlar futbol lehine kullanıldığı zaman, seyirci verdiği paranın karşılığım alabilecektir.