hakan sukurun karaktersel ithamlar dışındaki kafa golünden başka türlü atamıyor,yeteneksiz, şaban gibi ithamlardan attığı bir golle kurtulduğu maçtır bence. yani o kadar komple bir gol atmıştıki bu adam, üstüste o kadar doğru ve zamanlamalı hareketler yapmıştıki, elland road kale arkasındaki ingilizlerden çok bizi şaşırtmıştır. yalnız haginin kontra atağa çıkarışı da çok güzeldir, o golü bir önceki leeds akınından itibaren izlemek gerekir.
o macta kesinlikle dikkat edilmesi gereken sey haginin baslattigi atak. top hagiye gelirken arkasinda olan savunma oyuncusu lucas radebeyi sola topuda saga atip hakanin onune uzattigi top ile golun hazirlaayicisi olmustur.
dakika 5: ve galatasaray, elland road stadı'nda galibiyet golünü buldu. ani gelişen atakta emre'nin ara pasında kaleciyle karşı karşıya kalan hakan şükür yere indirildi ve slovak hakem tereddütsüz penaltı noktasını gösterdi. atışı kullanan hagi, galatasaray'ı deplasmanda 1-0 öne geçirdi.
dakika 16: korner atışlarında etkili olan leeds beraberliği sağladı. kullanılan korner atışında defansın müdahale edemediği topu bakke kafayla galatasaray ağlarına gönderdi: 1-1.
dakika: hagi'nin ceza alanı ön çizgisinden kullandığı frikik atışı üsten az farkla auta çıktı.
dakika 42: leeds united ağları, ilk yarı içinde ikinci kez galatasaray golüyle havalandı. orta sahada topu alan hagi'nin nefis ara pası ile leeds ceza alanına giren hakan şükür iki savunma oyuncusundan sıyrılarak mükemmel bir plase vuruşu ile takımını tekrar öne geçirdi: 2-1. ilk yarı g.saray'ın 2-1'lik galibiyetiyle sona erdi.
dakika: hakan şükür'le hakan ünsal'ın verkacında topla ceza alanına giren hakan ünsal, mcphail ve kaleci martyn'in müdahalesiyle yere indi, hakem, penaltı itirazlarına karşın devam kararı verdi.
dakika: leeds savunmasının hatasından yararlanan hakan ünsal topla ceza alanına girdi, çayrazdan plase vuruşunda meşin yuvarlak üstten auta çıktı.
dakika 67: sağ kanattan mills'in kullandığı korner atışına yine savunmanın arasından bakke yükseldi ve top ağlara gitti: 2-2.
dakika: gelişen leeds atağında wilcox'un uygun durumdaki vuruşunda taffarel yatarak topu bloke etti.
dakika: hakan ünsal'ın ara pasında sol çaprazdan ceza alanına giren hakan şükür kaleciyle karşı karşıya kaldı, yerden vuruşunda kaleci topa sahip oldu.
ilerleyen dakikalardaki gol çabaları sonuç vermedi.. ve galatasaray, elland road stadı'ndan, 17 mayıs'ta danimarka'nın kopenhag kentinde oynanacak uefa kupası finali için gereken skoru çıkararak ayrıldı.
istanbuldaki bıcaklamalardan dolayı leeds'in intikam havasında geçen ancak hagi ve hakanın müthiş performansıyla susturduğumuz taraftarların arasına türk taraflarının girmesine izin verilmemişti.
rio ferdinand, kewell gibi genç ve yetenekli oyuncuları kadrosunda bulunduran bir takım olan leeds çok hızlı top oynamasına rağmen galatasaray kadar iyi değildi.
bence hakan şükür'ün hayatının en güzel golünü attığı maçtır. emreye de hakem sadece maçı dengeleme psikolojisi ile kırmızı göstermişti. gencecik yaşta final oynayacaktı, olmadı.
genç hakem lubos michel için tüm türkiye hem fikirdi. "bu maça özellikle verildi, galatasarayın ipini çekecek, leeds tur atlayacak"
lubos ise sanki bunları duymuş gibi gözünü kırpmadan penaltımızı verdi. ardından sanırım radebeyi attı. maçtan sonra herkes mahçup olmuştu bu genç yeteneğe karşı.
ilk basımı 2000 olan ahmet çakır'ın "o bir imparator" kitabından;
imparator'a yönelik övgülerle, yergilerin ve bunlardan doğan tartışmaların nereye vardığını kestirebilmek elbette ki kolay değil
ancak, böylesine bir curcuna içinde biraz denetimi elden kaçırır gibi olan imparator, en azından leeds yolculuğu sırasında bir hata yapıldığını fark etti. bütün gürültü ve patırtıdan o da epeyce rahatsız olmuştu. olay doğal akışından çıkmış, çok başka yerlere kaymıştı, bunun hoşlanılabilecek yanları da olsa, gelişmeler pek sağlıklı görünmüyordu. sonunda imparator, galatasaray'ı sürekli izleyen muhabir ve yazarlara kumkapı'da verdiği yemekle onların gönlünü almış oldu.
sonrasında da medyadan uzak durabilmek için özel bir çaba gösterdi. gelgelelim, iş o kadar büyümüştü ki, önce türkiye kupası galibiyeti, ardından uefa kupası zaferi ve daha ilk yarıda garantilenmiş olan türkiye ligi'ndeki üst üste dördüncü şampiyonluk gibi olağanüstü başarılar nedeniyle sürekli vitrindeydi imparator...
bu yüzden de yaşanan curcunanın önüne geçebilmek pek de kolay değildi. abartılar, övgüler, eleştiriler sürüp gitti. bunlar arasında, olayları gerçekte olduğu şekilde görmeye çalışmak yerine, gelişmeleri kendi istediği gibi görüp yorumlayanlar da az değildi. örneğin, aktüel dergisinin "diyarbakır neden sustu o gün?" başlıklı değerlendirmesi bunlardan biriydi.
dergiye göre, imparator'un mehmet ağar'a olan yakın dostluğu diyarbakır'da da sıkıntı yaratmıştı. bu yüzden de, maça gelen diyarbakırlılar galatasaray'a ve imparator'a pek sevgi gösterisinde 'bulunamamışlardı. şöyle deniliyordu dergide:
"... en küçük bebesine kadar galatasaray taraftarı olan diyarbakır'ın antalyaspor maçında gösterdiği ve yine pek çok gazetede hayret nidalarıyla karşılanan suskunluğu da...
düşük yoğunluklu savaşın en aktif icracısı ağar'ı, o savaştan en çok zarar görmüşlerin kentinde yer sofrasında karşısına oturttuktan sonra, başka ne olmasını bekliyordu ki terim?..."
bu patırtıda biraz geç kalan yeni binyıl gazetesi yazarlarından etyen mahcupyan da, daha sonraki günlerde "fatih terim ve türkiyeliler" başlıklı yazısında o'nu "sokak cemaatinin idolü" olarak gösteriyordu. mahcupyan'ın değerlendirmesi şöyleydi:
"... böylece 'iç ve dış düşman' şablonuna oturan bir biçimde, kendini milli birlik ve bütünlüğe adamış, batı karşısındaki ezikliğimizi erkeksi bir gururla bastırmış bir sokak cemaati ürüyor.
fatih terim bu sokak cemaatinin haklı idolü. yugoslav antrenörler hakkında ettiği laflardan, futbolcularına olan davranışlarına; her şeyin söylenmediği 'diktatör gibi' bir hoca olmaktan, mehmet ağarla yakın dostluğuna kadar uzanan imajı tam bir bütünlük arzediyor. terim, 'bize böylesi lazım' dedirten, otoriterlikle ataerkilliği kişiliğinde cezmetmiş prototip bir milli kahraman."
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
yer leeds. 2-0 biten ilk maçtan onüç gün sonra iki ingiliz'in cenazeleri kalkacak iki gün sonra da rövanş maçı var. cenazeler büyük bir ihtimam içinde kiliseye getirildi. kilise çevresinde çok sayıda türk gazeteci. spor muhabirlerinin yanında habercilerin tümü orada. kimse sesini çıkarmıyordu. kiliseye iri kıyım tipler geliyordu. ne oldukları belli. ama tek bir sataşma yok. tek bir laf yok. polis bile toplasan beş tane.
türk gazeteciler konuşmaya korkuyorlardı. yüksek sesle konuşan hemen uyarılıyordu. önlerinden gelip geçenlere sadece bakıyorlardı. bir tanesi tam dazlak. siyah takım elbise giyiyor. kafası yara bere içinde. gazeteci ile göz göze geldi. bir şey söyleyecek söylemiyor. sadece kafasını sallıyordu.
o sırada gazetecinin telefonu çaldı. o sessizlikte kilisenin çanı gibi. hemen tuşa basıp telefonu açtı. karşıda eşi. ev yaptırıyorlardı. mutfakçı ile sorun var. eşi durumun farkında değildi...
"mutfağın rengi kestane mi olsun, meşe mi?" "kızım başlatma mutfağa. o mutfakta yemek yememi istiyorsan hemen kapat." son sözü de "meşe meşe..." oluyordu. hava öylesine gergin ki dokunsan patlayacak. gazetecilerin tümünün içinde kaçma duygusu hakim. ama kimse kendine yediremiyordu. herkes görevini yapıyordu.
içeride kilise rahibinin söylediği sözler daha önceden basılı hale getirilmişti. "biz sporu sadece spor için yapan insanlarız. hiçbir kin sporun bu duygularına gölge düşüremez. aramızdan ayrılanları tanıyoruz. onlar sadece spor için takım ruhları için mücadele eden iki insandı. ama artık aramızda ayrıldılar. onları saygıyla anıyoruz." cenaze bittiğinde herkes aynı şekilde dağılırken, gazeteciler de yavaş ama koşar adımlarla oradan uzaklaşıyorlardı...
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
maç günü... sabahın erken saatleri. anıtmezar haline getirilmiş bir abidenin çevresindeki çiçekler sinir bozucuydu. çoluk çocuk orada sabah sabah dua ediyor ve çiçek koyuyordu. istanbul'da ölenleri anıyorlardı. çevre yine türk gazetecilerle doluydu. herkes nöbet başında. "ya bir saldırı olursa!" "ya bir olay olursa!" ortalık yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlıyordu. polis giderek gücünü çoğaltıyordu. dünyanın gözü bu karşılaşmada... reha muhtar ve ali kırca, ekipleri ile beraber çoktan yerini almışlardı. her yer bir çadır tiyatrosu gibi... saatler ilerliyor, maç saati yavaş yavaş geliyordu. televizyon ekiplerinin kurdukları sahra çadırlarında konukların ardı arkası kesilmiyordu.
tansu çiller bir yanda, altan öymen bir yanda... çillerin üzerinde beyaz bir takım. her televizyon kamerası önünde makyajını ayrı ayrı düzeltiyordu. fırtınada beyaz eteğini zor tutuyordu. o sırada yağmur bardaktan boşalıyordu. göz gözü görmüyordu. ama çiller asla vazgeçmiyordu. spor yazarları, köşe yazarları hepsi televizyon için sırada...
olayın kahrını çeken spor muhabirleri yine en ön cephede biraz gariban kalmıştı. haberciler ise devriyede. sanki adamlar lübnan'da, ya da doğuda pkk peşinde. hepsi bir hava, bir hava. burunlar kaf dağında. biz bu olayları çok gördük der gibiler. laf aramızda çoğunu kopenhag'da gördük. kaçacak delik arıyorlardı. kimsenin maça gireceği yoktu. dışarıda olay kolluyorlardı. hava kurşun gibi ağırdı. gerilim giderek yükseliyordu. ama gerilimi artıracak tek türk yoktu. sadece basın. onlar da yetiyordu zaten. spor basını işini yapmak için içeriye girdi. haberciler dışarıda kaldı. bazılarını bir hangara kapamışlardı. içeride bir televizyon. "buradan çıkmayın" demiş polis.
bir ara bir fırtına kopuyor. "uğur dündar'lara saldırdılar!" sahiden saldırmışlar. birkaç cam kırılmış, ama içeridekilerin hepsi tam siper... dışarıda birkaç holigan türk televizyonculara saldırmış... ama fazla hasar yok... gazeteci artık stada girmek üzere. son tur deyip, yine stadın çevresini dolaştı.
eski bir dost: graham souness. "hocam ne haber?" "aman. fazla dolaşma. kafana bir leeds şapkası giy. hemen arazi ol! adam felaket habercisi. kim tutar zaten. gazeteci hemen stada girdi. dışarıda kalanlara allah kolaylık versin.
içerisi bir başka alem. hem de ne alem. basın tribünü halkın arasında. azgınlarla baş başa... laf atanlar, pis pis bakanlar, arada küfürü sıkıştıranlar hepsi orada. sahada foto muhabirleri daha kötü durumda. filmleri seçmek için tribünden yürümek zorundalar. okkalı tükürükler, tekmeler ve hatta tokatlar... bir aklı evvel galatasaraylı futbolculara garip, çirkin siyah bir antrenman forması giydirmiş. sözde onlar da yasta. bizim çocukların ellerinde çiçekler. tabii bu davranış tepki çekti.
stad adeta uluyordu. inanılmaz bir uğultu. bir başlıyorlar şarkıya, herkesin tüyü diken diken. böyle bir koro yok. stad kırkbin kişi. hepsi birden söylüyor. sanki ulusal marş. böyle bir seyirci ne gördük, ne duyduk. zaten leeds seyircisini görenler, o günden bu yana asla unutamaz. o seyirciden sonra hiçbir seyircinin tadı olmadı. yıllardır "en çok türk seyircisinden korkarız" edebiyatı orada bizim için son buldu. favori her zaman ingilizler yani leeds seyircisi ama tabii holigan olmadıkları zamanlar.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
bizim milletvekilleri de maçta, bir grup halinde oturmuşlar sessiz ve boynu bükük. onlar da şarkıyı dinliyordu ama bazıları hâlâ neden geldiğini bilmiyordu. maç sırasında çevrelerine sordukları sorular unutulur gibi değil. "yahu bu hagi'yi neden milli takıma almıyorlar?" "bana hakan'ı gösterin. kim o?" "taffarel hangisi?"
hele bir tanesi yanında bulunan ve o zaman cine 5'in sahibi erol aksoy ile maç boyunca galatasaray kulübü başkanı faruk süren diye konuşup durmuş. aksoy sonunda dayanamamış isyan etmiş. "yeter kardeşim. ben değilim. ben erol aksoy'um" demek zorunda kalmış.
o maç için milletvekillerine bilet vermek de bir hayli dert olmuştu. bir yönetici anap milletvekili rasim zaimoğlu'nun kendilerine "yaa siz her maça gidiyorsunuz. biz de bu maça gidelim" dediği iddia edelir. çünkü bilet bulmak çok zordur. uefa türk taraftarlara maçı yasakladığı için sadece vip biletleri vardı. bu biletler için tbmm başkanı bile devreye girdi. yönetime "ben başkanım. bütün biletleri bana verin" dedi.
maç günü ise çok komikti. takımın oteli milletvekili doluydu. takımın otobüsü kapıya gelmişti. futbolcular otobüse binerken milletvekilleri otelin merdiveninde toplandılar. futbolcular bu ânı "sanki avrupa birliği liderlerinin hatıra fotoğrafı gibiydi" diye yorumlarlar. milletvekilleri otobüs hareket ederken el sallamaya başlarlar. futbolcular da aynı şekilde karşılık verir ama otobüste yoğun bir kahkaha tufanı hakimdir.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
leeds maçının soyunma odası bir başka alemdi. futbolcular kulaklara birer pamuk tıkma önerisi getiriyorlar... kimsenin çıkmaya cesareti yok... fatih terim durumun farkına varıp, en önde sahaya çıktı. arkasına dönüp bakıyor, herkes geliyor, baba yiğit mi, yiğit...
basın tribünü bir facia. maç başlıyor. kimse yerinden kıpırdayamıyor. nefessiz yazı yazılıyor, not tutuluyor... kurbanlık koyun gibi herkes. en başta genç gazeteci harun muslu oturuyordu, çocuk sigara içiyordu, ama o çocuk leedslilerden daha deli... yandan birisi "söndür o sigarayı!" diye bağırdı. adam maçı bırakıp, muslu'yla uğraşıyordu. basın tribünü oraya odaklandı. harun "vallahi bir şey demedim. adam taktı bana" diye bağırıyordu. harun tam delirmek üzereyken, güçlükle yatıştırdılar. bir delirirse hepimiz bittik. zaten harun muslu daha sonra kopenhag'daki olaylarda tüm kurtlarını bir seferde döküverdi.
bu arada ilk golden sonra vip'de oturan galatasaray kongre üyeleri sevinçlerini biraz fazla abarttılar. ingilizler bir anda bulundukları odanın camlarını yumruklamaya başladılar. allahtan polis araya girdi de camlar kırılmadı.
gazetecinin yanında milliyet'in sayfa editörü hasan tankaya oturuyordu. o da manyak bir galatasaraylı. hagi penaltıyı atınca, tankaya deliriyordu ama ayağına tekme üzerine tekme yiyiyordu. "sus kardeşim!" "ne susacam ya. gooool işte, gol!" "eyvah, eyvah..."
tüm kafalar bize doğru döndü. boynumuz bükük, sempatik sempatik sırıtıyoruz. önümüzde efendi birisi "ne olur susun. bu maçta susun. yapmayın" diye uyardı. ikinci golde tankaya yine ayakta. "bu kez yandık." neyse ki adamlar üzüntüden sus pus. bizi görecek halleri kalmamış. maç kazasız belasız bitti. hagi ve hakan şükür'ün gollerinin yanında birkaç tükürük, birkaç tekme, birkaç tokat, birkaç okkalı laf ve emre'nin kırmızı kartı dışında herhangi bir hasar yok. ama tehlike daha geçmemişti.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
gazeteci foto muhabiri vedat danacı ile birlikte basın toplantısından sonra hemen takımın otobüsünün yanına gittiler. otobüs öyle bir yerde duruyor ki, tam leeds united'lı taraftarların bulunduğu barın hemen yanında. ortalıkta sadece birkaç polis vardı. onlar da motorlu eskort. otobüsün önünde bekliyorlardı. gerisi hepsi turuncu mont giyen kulübün özel güvenlik elemanları.
takım otobüsün içine binmiş bile. o sırada barda bulunan leedsliler camlardan küfüre başladılar. hepsi körkütük. allahtan kapıyı güvenlik elemanları tutmuştu.
gazeteci ile danacı tam arada kaldı. türk oldukları belliydi. otobüs'te bulunan oyuncular garip garip onlara bakıyorlardı. biraz da korku vardı. camdan onları gören futbolcular el işaretleri ile "deli misiniz siz" diyorlardı. fatih terim camdan hemen gidin buradan diye uyarıyordu.
o sıra gerginlik boyutu iyice artmıştı. polis ise hâlâ otobüsü tutuyordu. bu sırada eser özaltındere orta parmağını kullanarak leedsli taraftarlara camdan el hareketi yaptı.
o anda ortalık karıştı. otobüsü ve gazetecileri korumaya çalışan güvenlik elemanları bile ters döndü. otobüse saldırmaları an meselesiydi. bu arada gazeteci ve vedat danacı arkalı önlü tükürük yağmuruna tutuldu. arada bir tekmeler savruluyordu. camlardan sürekli "katiller arkadaşlarımızı öldürdünüz," diye bağırıyorlardı. korumalar otobüsü iyice sarmış durumdaydılar. eser hocanın olduğu camı parçalayacaklardı ama tutuyorlar kendilerini. bu arada siyahlar giymiş bir sarhoş ön cama giderek fatih terim'in önünde haç işareti çıkarıyordu. bu hareketi sürekli tekrarlıyordu ama fatih hoca sadece tebessüm ediyordu. bu arada bardaki sarhoşlar artık kapıya sarkmış durumda eğer oradan bir kurtulabilseler otobüste bulunan herkes linç olacak...
linçe bir adım kalmıştı çünkü barın kapısıyla otobüs arasında neredeyse sadece on metre vardı. gazeteci ile vedat kaçmak istiyordu ama bir olay olur diye kaçmıyorlardı çünkü orada bulunan tek türk gazeteci onlardı. olay çıksa bir tek onlar yakalayacaktı. bu yüzden tükürük duşuna yarabbi şükür diyorlardı. omuz atanlar, çarpanlar, yüzlerine küfür edenler, "öleceksiniz" diyenler hepsi orada...
işte tam o sırada az sayıdaki polis durumun öneminin farkına vardı. eskortlar hemen gaza basıp otobüsü oradan harekete ettirdiler. otobüs hızla uzaklaşırken, gazeteci ve vedat da tırıs tırıs oradan kaçıyorlardı.
bu olay bu boyutuyla ne milliyet gazetesi'nde ne de diğer basında yeraldı. çünkü finale çıkmanın verdiği mutluluk her şeyi unutturmuştu. ancak o stadın karanlık köşesinde meydana gelen bu olay neredeyse dünya futbol tarihinin en büyük faciasına neden olacaktı.
tabii ki leeds olayları orada bitmedi. bizler de bitti sanıyorduk ama bitmedi. bunu çok kısa bir süre sonra görecektik. ama takımın otobüsü oradan uzaklaşırken uzun boylu, kolları çok iri, dazlak ve çenesinin altında bir yara izi olan 20-25 yaşlarında bir genç kafilenin asla duyamayacağını bile bile bir çığlık attı. "biz asla unutmayacağız. kopenhag'ı hep hatırlayacaksınız..."
gazeteci bunun ne demek olduğunu önce anlamadı. ama kafasının bir yerine yazdı. ve o genç sarhoşun ne demek istediğini çok değil onbeş gün sonra arsenal ile yapılacak olan final maçında daha iyi anlayacaktı.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
leeds'de galatasaray tam bir koruma altındaydı. hele galatasaray ile ingiltere'ye gelen özel türk polis timi, sanki james bond filminden çıkıp gelmiş gibiydiler. aynı tip elbiseler, aynı fabrikadan çıkma güneş gözlükleri, hiç gülmeyen yüzler...
işini bilen bir ekipti. ve ingiliz polisi bile silah taşımazken özel güvenlik statüsü ile her biri silah taşıyordu. ancak hiç kimse bu silahları bir kez bile görmedi. usta oldukları her hallerinden belliydi ama ne olursa olsun biraz abartılıydı halleri. hele takımın kaldığı otelde aldıkları önlemler herkesi şaşırtmıştı. vardiya halinde nöbet tuttular, sokaklarda, otelin bahçesinde sürekli devriye gezdiler, her katta önlem aldılar. kendi özel telsizleri ile haberleştiler. maç günü otele bir çift geldi. çiftin üstü başı berbat, kılıksızdı. hemen altı okka köşeye yapıştırıverdiler ama insancıklar ingiliz polisi çıktı.
takım antrenmana geldiği zaman bir taraftar hakan şükür'e çiçek vermek istedi. polis öyle bir uçtu ki, "durrr" diye bağırdı. hakan şöyle bir irkildi. çocuk korkudan kalıverdi. polis çiçeği kapıp kontrol etti. sonra "tamam alabilirsin" dedi.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
leeds ile yapılan yarı final maçında çıkan olayların yarattığı gerginlik bir ara öyle boyutlara ulaştı ki, ister istemez galatasaray da tedirginlik duymaya başladı, holiganların ne kadar organize olduğunu ilk kez anladı. çünkü ingiliz holiganları gönderdikleri mesajları kulübün web sayfasına değil, basın danışmanı turgay vardamın adresine gönderiyorlardı. bu şekilde de takımı leeds'e gelmeden önce baskı altında tutmak, gözlerini korkutmak istiyorlardı. gelen mesajlar inanılmazdı. bu mesajların toplamı ise 70 ekrana ulaşıyordu, işte o mesajlardan bazıları:
"buraya geldiğinizde geri gitmek istemeyeceksiniz. çünkü geri dönemeyeceksiniz." "bıçaklarımla sizi havaalanında bekliyorum." "leeds'e, deprem için gönderdiğimiz ceset torbalarıyla gelin."
türkiye'de yaşanan olaylar sebebiyle leeds maçının atmosferi çok gerilmişti. türkiye'de olan en küçük olaylar bile dünya basınında farklı algılanabilir. bize ayrılan tribünlere siyah çelenk konmuş, inişimiz çok farklı. inanılmaz bir güvenlik koridoru arasından geçip otelimize yerleştik. yollar boşaltılmış, her yere sanki ölü toprağı serilmiş. ama bu bize artı motivasyon oldu. aslında golü attığımda ben pas vermek için birini aradım. ama bulamayınca o hareketleri yapıp gol atmak zorunda kaldım!
uefa'nın türkiye'de yaşanan olaylar sebebiyle, türk seyircisinin elland road stadına girmesine izin vermediği maçtır. bu karar çokça tepki almış, uefa yönetim kurulu istifaya davet edilmiştir.