galatasarylı arif erdem ve hakan ünsaldan koreye gidiş yolundaki anı;
..."orada korkunç anılarımız var." diyor arif. şu an belki de röportaj yapamayacaktık diye onu destekliyor hakan ünsal. ve adeta soluksuz anlatıyorlar güney kore'den japonya'ya gidişlerinde başlarına gelen o unutulmaz uçağın irtifa kaybetmesi anını: "bulutun içerisindeydik. ne kadar sürdü, 1 dakika mı, 5 dakika mı bilmiyoruz."
yıldıray’ın garip rüyası...
arif alıyor sözü: "ben zaten uçaktan korkuyordum. hakan ünsal sol tarafımda, iki sıra önümdeydi. yanımda abdullah vardı. lavaboya gidecekti. tam o esnada kemer ikaz ışıkları yandı. 'otur apo' dedim. dinlemedi. 'bir şey olmaz' diyerek kemerini çözdü. tam ayağa kalktı o an uçak sanki bir yere vurdu. 'allah' dedim. öyle bir bağırdım ki. uçakta herkes bağırıyor. uçak hızlanmaya başladı. garip sesler geliyor dışardan. ben arapça dua okuyorum sesli bir şekilde. alpay arkadan ağlamaklı sesle, 'arif, türkçe söyle lan biz de amin diyelim.' diye yalvarıyor. sol tarafımda kaptan bülent ve tayfur nasıl ağlıyorlar. çatır çatır sesler geliyor. kaptan pilotta ses yok. okan uyuyordu o esnada. tam olay anında uyandı. herkese gülücükler dağıtıyor ama bir baktı hepimizin yüzü bembeyaz. rüyasında büyük çekmece'den uçakla florya'ya gittiğini ama uçağın hep alçak uçtuğunu görüyor o an. yıldıray da uyuyordu. o da uyandı. o da rüya görüyordu. uçak düşüyormuş rüyasında. ama beyaz sakallı biri geliyor, uçağın önünü kaldırıyor. ergün abi de uçağa binmeden önce rüyasında uçağın düştüğünü görüyor. dişleri de ağzından dökülüyor rüyasında."
sonra ne oldu biliyor musun diye sözü alıyor k.hakan: "otobüse bindik. kimsede çıt yok. derken otele girdik. otel korku filmlerindeki gibi. hava sisliydi zaten. altı yedi kişi hep beraber dolaşıyoruz. odaya çıktık. otelin penceresini açtık, karşıda dev bir buda heykeli. gözlerinden de kırmızı ışık saçıyor etrafa. sislerin arasından garip bir şekil almış o haldeki heykeli görünce içimizden biri, "oğlum biz öldük mü lan" diye sordu.
takvimler haziran’ın üçünü gösterdiğinde türkiye’de hayat durmuş ve trt türk televizyon tarihinin en yüksek reytingini yakalamıştı. maç ts ile 12:00 de başlıyordu ama bu resmi dairelerdekiler de dahil kimsenin maçı izlemesini engelleyemiyordu. rakibimiz yıllarca karşılıksız desteklediğimiz brezilya idi ve bu kez biz kendi çocuklarımızı tutuyorduk. dünya kupasına katılmanın keyfini yaşamaya başlamıştık. fena da oynamıyorduk hani. rüştü kalesini başarıyla müdafaa ediyor, diğerleri ona ayak uydurmaya çalışıyordu. şampiyonlar liginde final oynayan ilk ve tek türk olan yıldıray ise sahanın en iyilerinden birisiydi. ve ilk yarının sonlarına yaklaşılırken o ana dek pek de etkili olamayan hasan,ceza sahası içinde çaprazdan enfes vurdu ve biz inanamadık;gol olmuştu. hasan’ın öyle bir sevinmesi vardı ki,sanki ömrünün her gününde üç defa brezilya’ya gol atıyormuş da buna alışmış gibi… ikinci devre bir çırpıda geçiverdi. şenol güneş’in yıldıray’ı neden oyundan aldığını anlayamadık. devrenin başında ronaldo beraberliği sağladı. bir puanı umarken kim vurduya gittik. maçın g.koreli hakemi “kim” acemilikleriyle hem bizi hem de brezilyalıları çıldırttı. hakeme o kadar kızmıştık ki,kore savaşına atıfta bulunarak;”kurtarmayacaksın abi böylelerini!..” muhabbeti bile yaptık.
maçın hakemi son dakikalarda net bir şekilde ceza sahası dışında olan pozisyona, penaltı çaldı ve yenildik. bence maradonanın elle attığı gol kadar olmasa da, dünya kupalarında yapılan en aptalca hatalardan biridir.
yıllar önce cezayir'e dalavere yapılmış ve dünya kupasından elenmişti.gönlümüz bu haksızlık karşısında cezayir'e kaymıştı.daha sonra kamerun açılış maçında arjantin'i yenmişti.o maçta kana bıyık haksız şekilde oyundan atılmıştı abisi omam bıyık golü çakmış kamerun arjantin'i yenmişti.çeyrek finalde ingiltere'ye tartışmalı 2 penaltıyla elenmişti.kalbimiz yine haksızlığa uğrayandan yana kaymıştı.bu maçta öyleydi işte.bariz haksızlığa uğramıştık.haksız kırmızı kartlar.cezaalanı dışında penaltı sonuçta mağlup olmuştuk.maçtan sonra o zamanki federasyon başkanı haluk ulusoy "biz 50 yıl önce kore'de binlerce şehit verdik ama tek bir koreli 70 milyon türk'ü öldürdü" şeklinde açıklma yaptı.klasik haluk ulusoy tarzıydı işte.hakem özür diledi.yanılmıyorsam başbakanlarıda özür dilemişti.
o sıralar lise birinci sınıfa gidiyordum. maçtan önce okulda bir çok kişi 5 yeriz 7 yeriz gibi muhabbet ediyordu. ben şöyle sölediğimi hatırlıyorum."rüştü üç beş yüzde yüzlük gol kurtarır maçı alırız "gibisindendi yorumlarım...gerçketen de öyle oldu. yani işin rüştü kısmı doğru çıktı. inanılmaz kurtarışlar yapıyordu rüştü. zaten dünya kupasının en iyi kalecisiydi. öyle o yaz barcelona başkanı laporta rüştü ve ronaldinho sözü vererek seçimi kazanmıştı.
biz maça dönelim. maç öğlendi. tabi okul o gün tatil mi ne olmuştu, sınıflardan birine tv kurulmuş,öğrenciler sıralara çıkmış maçı izliyorduk. ilk yarının ortalarına doğru ben eve gittim arkadaşla. hasan şaşın golünü evde izledim. sonra ikinci yarı tekrar okula gittik. ..bizimkiler hocalarla birlikte maçı izliyordu, hatta yıldırayın oyundan alınmasına inanılmaz tepkiler verildiğini hatırlıyorum. neyse biz o gün haksız da bir penaltı ve rivaldonun centilmenliğe yakışmayan hareketleriyle 2-1 kaybetmiştik..........
tarih: 03 haziran 2002 pazartesi, ulsan / munsu football stadyumu hakemler: kim young joo (güney kore), visva krishnan (singapur), vladimir fernandez (el salvador).
brezilya: marcos, cafu (kaptan), lucio, roque junior, edmilson, roberto carlos, gilberto silva, ronaldo (luizao 73'), rivaldo, ronaldinho gaucho (denilson 67'), juninho paulista (vampeta 72'). teknik direktör: luiz felipe scolari (brezilya)
türkiye: rüştü reçber, bülent korkmaz (ümit davala 66'), emre belözoğlu, fatih akyel, alpay özalan, ümit özat, hakan ünsal, tugay kerimoğlu (arif erdem 88'), hakan şükür (kaptan), yıldıray baştürk (ilhan mansız 66'), hasan şaş. teknik direktör: şenol güneş (türkiye)
goller: hasan şaş (türkiye) 47, ronaldo (brezilya) 50, rivaldo (brezilya) 87 penaltıdan
evim bahçe katı idi ve önündeki bahçe oldukça büyüktü. maçı izlemek üzere tüm arkadaşlarımı davet ettim.
bahçeye 2 adet tv kuruldu, elektrikli tost makinesi tam olarak açılarak ızgara haline getirildi, kasa kasa bira alındı, evin dış kapısı açık bırakılıp üzerine "bahçedeyiz" diye not asıldı.
yaklaşık olarak 25 kişi toplanıp izledik maçı bira, sosis ve sucuk eşliğinde. herhangi bir maçı izlemek için yaptığım en iyi organizasyondu.
bahçeye bakan diğer apartmanlardan balkonlara çıkanlarla karşılıklı tezahürat yapmamız da süperdi.
maç mesai saatlerinde oynandığı için herkes bir şekilde işi / okulu asıp kuzenim barışlara gelmişti. içecek yiyecek derken bayağı eğlenmiştik. sonuç hüsran olsa da maç öncesi beklediğimizden çok farklı bir türkiye vardı sahada...
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
zaman çöküş zamanıydı, terörist saldırılar sonucu new york'taki ikiz kuleler çökmüştü. başkan bush, daha önce zeminini babasının ve reagan'ın hazırladığı şekilde afganistan'ı roket yağmuruna tutarak taliban'ın diktatörlüğüne son veriyordu. terörizme karşı başlatılan savaş askeri teröre yeşil ışık yakıyordu. israil tankları gazze'yi ve batı şeriya'yı yakıp yıkıyor ve böylelikle yahudiler ikinci dünya savaşı sırasında uğradıkları katliamın acısını bir kez daha filistinlilerden çıkarıyorlardı.
"örümcek adam" filmi sinema tarihinde hasılat rekoru kırıyordu. miami'den gelen güvenilir haberlere göre fi del castro'nun devrilmesi an meselesiydi. ne var ki devrilen, örnek ülke arjantin oluyordu; arjantin parası, hükümeti ve her şeyiyle dibe vuruyordu. venezuela'da bir darbe başkan chavez'i deviriyor, ama ayaklanan halk devrik başkanı makamına yeniden oturtuyordu. haber özgürlüğünün öncüsü olan venezuela televizyonu her nedense bu olaydan haberdar olmamıştı.
bush'un ve birçok birleşik devlerler senatörünün seçim kampanyalarının en cömert destekleyicisi dev şirketlerden enron yaptığı birtakım sahtekârlıklarının bedelini iflas ederek ödüyordu. daha sonra diğer kutsal canavarlardan world com, xeros, vivendi ve merck'in hisseleri, hesaplarında yapılan milyarlarca dolarlık ufak tefek yanlışlıklar sebebiyle düşüyordu. fifa'nın en büyük iki ticari ortağı isl ve kirch şirketleri tepetaklak yuvarlanıyorlardı; ama bu gürültülü iflaslar blatter'in büyük bir çoğunlukla dünya futbolunun tahtına kurulmasına engel olmuyordu. gelen gidene rahmet okutur derler: rakamları yok etme ve oyları satın alma sanatının sihirbazı blatter'in dokunulmaz oluşu havelange'yi bir iyilik meleği konumuna getirecekti.
bertie felstead'in de sonu gelmişti, ama onun işini bitiren doğal bir ölüm oldu. ingiltere'nin en yaşlı adamı felstead, 1915 yılının noel'inde, yani birinci dünya savaşı'nm tam ortasında ingiliz ve alman askerleri arasında yapılan futbol maçında oynayanlar içinde hayatta olan tek kişiydi. o zamanlar savaş alanı bir süre için futbol sahasına dönüştürülmüş ve nereden geldiği belli olmayan bir topun sihirli cazibesi birbirinden nefret etmek zorunda olan iki tarafın askerlerini ve subaylarını yakınlaştırmıştı.
otuz iki milli takım on yedinci dünya futbol şampiyonası'nın açılışında bulunmak ve yirmi şehrin yepyeni stadyumlarında yarışmak için kore ve japonya'ya gitti.
yeni bin yılın ilk dünya kupası ilk defa olarak iki ülkede ve asya'da gerçekleştirildi. pakistan'dan asyalı çocukların diktiği yüksek teknolojili top açılış gecesi seul stadyumu'nun çimleri üzerinde yuvarlandı: bu latex bir yuvarlaktı, gaz köpüğünden bir kumaşla çevriliydi ve deri olarak da üzerinde ateş figürleri olan beyaz bir polimer tabakayla kaplıydı. yeşil sahada takımlara şans getirecek bir kura topuna benziyordu.
iki ayrı futbol şampiyonası söz konusuydu. birinde etten kemikten sporcular oynadı. diğerinde ise eşzamanlı olarak robotlar oynadı. mühendisler tarafından yapılmış mekanik sporcular japonya'nın kore kıyılarına bakan fukuoka limanı'nda robocup 2002'yi gerçekleştirdiler.
işadamlarının, teknokratların, bürokratların ve futbol sanayiinin fikir babalarının hayalini sık sık kurdukları şey nedir? bu hayal giderek gerçekleşmektedir, çünkü her geçen gün futbolcular robotlara daha fazla benzemektedirler.
zamanın üzücü bir işaretiydi bu, xxı. yüzyılda daha başarılı olmak için her şey bir kalıba sokulmaya çalışılıyor ve özgür hareket, başarının sunak taşında kurban ediliyordu. "kazanamıyorsa da, en azından kaybetmediği için değerlidir" fikri günümüzde cornelius castoriadis tarafından "kazanıyorsa değerlidir" anlayışına dönüştürülmüştür. gerçi kendisi bununla futbolu kastetmiyorsa da bugün bu anlayış futbolda da geçerlidir. "zaman kaybetmek yasaktır" cümlesi, kazanç yasaları söz konusu olunca "kaybetmek yasaktır" şeklinde anlaşılmalıdır. her alanda olduğu gibi profesyonel futbol da her geçen gün, mevcut olmayan ama daima gücü hissedilen uenbe'nin (güzelliğin düşmanları birliği) daha çok etkisi altına girmektedir.
itaatkârhk, hızlılık, güçlülük: bunlar küreselleşmenin mecbur kaldığı kalıplar. bir buzluktan daha soğuk, bir öğütme makinesinden daha acımasız bir futbol seri halde imal ediliyor. robotların futbolu. bu can sıkıcı durumun teknolojideki ilerlemenin bir sonucu olduğu düşünülüyor. tarihçi arnold toynbee bu konuda bir hayli tecrübesi olduğunu şu sözleriyle belli ediyordu: "çökmekte olan medeniyetlerin en bariz özelliği standartlaşmaya ve tek biçimliliğe olan eğilimdir."
biz yine etten kemikten şampiyonaya dönelim. açılış maçını izlemek üzere insanlığın dörtte birinin televizyon başında olması hayret vericiydi. bir önceki dünya kupasının sahibi fransa, daha önce hiçbir dünya kupasına katılmamış olan afrika'daki eski sömürgesi senegal tarafından yenilgiye uğratıldı. tüm tahminlerin aksine fransa tek bir gol dahi atamadan ilk turda yarı yolda kaldı. bahisçiler tarafından favori olarak gösterilen arjantin de ilk düşenlerden oldu. daha sonra hakemlerin gazabına uğrayan italya ve ispanya şampiyonayı terk ettiler. aslında bütün bu güçlü ekip ler "kazanmak zorunluluğu" ya da "kaybetmenin dehşeti" adı verilen ikiz duyguların kurbanı oldular. büyük futbol yıldızları dünya kupası'na, sorumluluk taşımanın ve meşhur olmanın ezici yükü altında gelmişlerdi ve oynadıkları kulüplerin isteklerinin kahredici temposundan dolayı yorgundular.
daha önce bir kupa tecrübesi bulunmayan, kazanmanın zorunluluğunu ya da kaybetmenin dehşetini yaşamayan, yıldız oyunculardan yoksun olan senegal zevkli ve beğenilen bir futbol sergiledi. ilk defa ateşten gömlek giyen çin, ekvator ve slovenya ilk turda elendiler. senegal çeyrek finale yenilmeden gelebildiyse de daha öteye gidemedi, ama dans eder gibi sergilediği futboluyla, topla ilgili olarak bilim adamlarının genellikle hiç üzerinde durmadıkları bir gerçeği bize hatırlattı: futbol bir oyundur, hor kim oynarsa, yani gerçekten oynarsa yaşam sevincini hisseder ve bu sevinci başkalarına yansıtır. tüm şampiyona boyunca en beğendiğim golü, thiaw'ın topuk pasıyla ve çamura'nın isabetli şutuyla senegal attı. gözleri güzel futbol seyretmekten mahrum etmek için düzenlenmişe benzeyen bir şampiyonada senegalli oyunculardan diauf maç başına ortalama sekiz çalım atarak rakiplerinden kurtulmayı başardı.
şampiyonanın bir başka sürprizi de türkiye'ydi. hiç kimse bu ülkenin önemli bir başarı elde edeceğine inanmıyordu. dünya kupalarından elli yıldır uzaktı. brezilya'ya karşı oynadığı ilk maçta hakemin kararıyla göz göre göre haksızlığa uğradı; ama yoluna devam etti ve sonunda üçüncülüğü elde etti. enerjik ve kaliteli futboluyla kendisini küçük gören uzmanların ağzını açık bıraktı.
geri kalan maçların hepsi de insanın uykusunu getirecek türdendi. ne var ki brezilya son maçlarında brezilya olduğunu hatırladı.
önce 2000-01 sezonunda beşiktaş'ın canını yaktı. leeds, milan ve barcelona'yla aynı grupta yer alan siyah-beyazlılar son maçta nou camp'a iddiasını yitirmiş bir haldeçıkmıştı belki ama 5-0'lık bir mağlubiyet yine de asap bozucuydu. maçta gollerden birii penaltıdan rivaldo atmıştı.
ertesi sezon bu sefer fenerbahçe'ye rakip oldu barcelona. fenerbahçe için bir kabus gibi geçen şampiyonlar ligi macerası da nou camp'ta bir barcelona maçıyla son buldu. fenerbahçe maça puansız, son sıraya demir atmış bir halde çıkmıştı ve tek hedef, hiç değilse bir puan alıp sıfır çekme utancını yaşamamaktı. bu uğurda son dakikaya kadar iyidirenç gösterdiler ama o son dakikada rivaldo bilgisayar oyunlarında görülebilecek cnsten bir frikik golüyle maça acı bir nokta koyuyordu.
yaz geldiğinde bu sefer dünya kupası heycanı sardı bünyeleri. lk maçta brezilya ile oynuyorduk. öne de geçmiştik ama rivaldo önce ronaldo'ya beraberlik golünü attırdı, sonra da penaltıdan takımının galibiyet sayısını kaydetti, arada bir de hakan ünsal'ın oyundan atılması olayına karıştı, dizine çarpan topta kendini yere atıp suratını tutmasıyla da yurdumuz insanınının hepten antipatisini kazandı.
en utanç verici 10 spor aldatmacası arasında rivaldo da var...
yeni zelanda'da yayın yapan spor kanalı one sport'un yaptığı oylamada, 2002 dünya kupası'nda oynanan brezilya-türkiye maçında hakemi aldatarak hakan ünsal'ın oyundan atılmasına neden olan rivaldo'nun hareketi "tüm zamanların en utanç verici 10 spor aldatmacasından biri" seçildi.
yeni zelandalı sporseverler, 1986 dünya kupası'nda "tanrı'nın eli" ile gol atan maradona'nın hareketini birinci sıraya koyarken, rivaldo'nun hakan ünsal'ı oyundan attıran numarası yedinci sırada yer aldı.
seul'de oynanan maçta, brezilya milli takımının ünlü oyuncusu rivaldo, maçın son dakikasında köşe atışı için köşede beklerken, hakan ünsal'ın vurduğu top, bacaklarına isabet etmesine karşın yüzünü tutarak yere düşmüş, hakem de 2. sarı kart ve kırmızı kartını göstererek hakan'ı oyundan atmıştı. rivaldo daha sonra hareketinin abartılı olduğunu itiraf edip, "aslında top yüzüme çarpmadı. ama kurnazlık futbolun bir parçasıdır" demişti. fıfa, bütün dünyanın ayıpladığı yıldıza sadece 11 bin 500 isviçre frangı ceza kesmişti.
1954 yılından bu yana ilk kez dünya kupası'ndayız. bir de ilk maçı brezilya ile oynuyoruz. bundan heyecanlı bir şey olabilir mi? maça çıkıyoruz ama ilk yarı da savunma çok hata yapıyor. ortaya rüştü çıkıyor. rivaldo vuruyor, ronaldo vuruyor, ronaldinho vuruyor ama rüştü gol yememeye kararlı. bunun cesaretiyle ileri çıkıyoruz ve hasan şaş'ın golü geliyor. ikinci yarıda da rüştü mucizevi işler yapıyor ama 2-1'lik yenilgiyi önleyemiyor. birçok yabancı otoritenin de belirttiği gibi 2002 dünya kupası'nın en iyi kalecisinin en müthiş performansı bu.
#42 rivaldo'nun büyük sahtekârlığı brezilya vs türkiye, 2002
hakan ünsal'ın köşe vuruşu kullanmaya hazırlanan rivaldo'nun ayağına topu şutlamasınm ardından brezilyalı yıldızın önünde iki seçenek vardı. topu alıp oyuna devam etmek ya da abartılı biçimde yüzünü tutarak yerde kıvranmak. rivaldo ikincisini tercih edince hakan, ikinci sarı karttan oyun dışı kaldı. "bu tip hareketler dünya kupası'nda sıkça yaşanabilir" diyordu pozisyonun başrol oyuncusu rivaldo. bu "artistik" hareketinden ötürü yaklaşık 15 bin ytl ceza aldı. brezilyalı yıldız bu düşük cezaya rağmen yakınmayı ihmal etmedi: "tamam top benim suratıma çarpmadı ama bu bana top fırlatıldığı gerçeğini değiştirmez ki." fifa soruşturmayı genişletmedi, bu yüzden maç cezası almadı ama hala kendisini savunuyordu: "ben faul için sahtekârlık yapacak bir oyuncu değilim."
mehmet demirkol'un "tae han min guk: 2002 dünya kupası mektupları" kitabından;
brezilya-türkiye
ilk devre bittiğinde şöyle düşündüm: hani olur olmaz bir sürü maç için 'böyle maçların taktiği, tekniği olmaz kardeşim' denir ya... eğer o maç bu maçsa, evet doğruymuş. oyunun başında aldığımız sinyallerle uyuşmayan muhteşem bir sürprizdi. hem yıldıray'ın pası, hem de hasan şaş'ın beklemeden attığı beklenmedik şutu...
halbuki 6. dakikada ilk kez karşı kaleye gittiğimizde bir korner kazanmış ama hayatta ilk kez gördüğüm bir şekilde rakip ceza sahasına sadece üç kişi gönderirken kendi yan sahamızda dört kişi (rüştü hariç, ronaldo da) tutuyorduk.
zira brezilya çok yorucu bir set oyunuyla ceza sahamızı çevrelemişti 31e ronaldo'nun hemen öncesinde juninho'nun auta (az farkla) giden şutları dışında kalabalık gelip, hızlı oynuyorlardı. biz de şeklen 3-5-1-1 oynuyor görünsek de, aslında ümit'i sarkık bırakıp tugay'ı çok geride tutarak fiilen 6'lı bir defans yapıyorduk. 7'de rüştü'nün kalesini boşaltıp ronaldinho'ya sunduğu olanak, üzücü sonuçlanmadı neyse ki...
13'te alpay'ın ronaldo'yu düşürmesinden doğan serbest vuruşta ronaldinho'ya geçit vermeyen harika baraj alkışı hak ediyordu. ama 20'de her ne kadar brezilya savunmasından seken top üst direğe ve oradan dışarı gitse de, frikikteki vuruş organizasyonumuz korkunçtu.
hızlı top çevirip bizi yoran brezilya hücumları,- 30'dan sonra direklerin arasını da bulmaya başladı ama rüştü iyiydi. kupa başından bu yana belki de izlediğimiz en iyi kaleciydi. özellikle 40'ta rivaldo'nun 3 metreden vurduğu kafadaki harika reaksiyonu, golden bile fazla alkış aldı. golün hemen öncesindeki karşı karşıyada yer tutuşu da...
hakansız olmuyor mu?
ikinci yarıya da iyi başladı rüştü. takım da daha derli toplu gözüküyordu. yıldıray ve hasan'ın rakip sahada oyunu tutabilmesi, futbol zevki açısından güzeldi. 51'de rüştü, rivaldo'yu durdurabildi ama hemen sonrasında ronaldo'nun bülent ve ümit'in arasından klas vuruşuna yapacak bir şey yoktu. 60ta lucio'nun topu ata pasta tipleyişi ve hamlesi de harikaydı doğrusu. 62'de juninho'nun şutunda efsaneviydi ama maçın asıl efsanesi yan hakem fernandez oldu. 63'te rivaldo'nun attığı golde kaldırdığı bayrağa tüm türkiye müteşekkir ama yanlıştı. bunu penaltı pozisyonunda verdiği kararla eşitlemiş oldu.
şimdi biraz tekniğine, taktiğine bakalım işin. hakan şükür yok. tamam, onun gol attığı her maçta kazandık. o olduğu sûrece hep başarılı olduk. ama başkası oynadı da atamadı mı? evet hakan hala ve belki beş sene daha kadroda olur. ama takımın en iyisi yıldıray'ı çıkarma pahasına oyunda tutulacaksa olmaz. olmasın! artık sıkıldım... ilhan 88. dakikada roberto carlos'un üzerinden topuğuyla bir top aşırtsın yeter!
mehmet demirkol'un "tae han min guk: 2002 dünya kupası mektupları" kitabından;
4 haziran
yol arkadaşım kim young-joo
gwangju - bizim brezilya maçının ardından, ulsan'ın merkezine bir saat uzaklıktaki (ya da 40 bin won) otele varıp üç saat uyuyabilmiştim ancak... bu tavşan uykusuyla yetinip, gwangju'ya yola çıkmam gerekiyordu. zira türkiye'nin ilk maçının bitmesiyle benim işim bitmiş değil. kalktım çıktım yola. havaalanındaki bankların birinde, afyonum patlamamış bir seklide otururken, vitor melo pereira gelip karşıma oturuverdi. hani su portekizli hakem... ne oluyor demeye kalmadan, yanındakileri de fark ettim: yan hakemler krishnan ve fernandez ile bizim maçın başrol oyuncusu hakem kim young-joo! gözlerimi ovuşturdum. evet, o, doğru görüyorum!
hakem dörtlüsü ile seul'e aynı uçakta gideceğiz ama soru sormamız yasak. sorsak bile onların cevap vermesi yasak. rotterdam'dan kore'ye gelmiş dörtlü bir türk grubu var. onlar yasak-masak tanımıyor.
"yanlış yaptın hoca!" diyorlar, önce gülümsemekle yetiniyor kim. sonra bizim çocuklar itiraz ve sorularını artırıyorlar;, bir şeyler söylemeli artık. "bu sizin fikriniz' diye geçiştiriyor koreli hakem.
aslında bilmiyorum, benim de kafam karışık bu penaltı konusunda. çok itirazlar edildi ama bence olabilir gibi o pozisyona penaltı verilmesi çok da garip gelmiyor bana. bir de şu durum var. "dışarıda çekmeye başlayıp, içeride düşerse penaltı" diyorlar. ya tam tersi olursa? diyelim, luizao topu aldı. o şuada ceza alam içinde ve alpay formasından çekiyor. luizao, ondan kaçarken ceza sahası dışına çıktı ve orada düştü. ne olacak? bu soruya bayağı takılmışım. ulsan'dan seul'e hemen aktarmayla gwangju'ya varıyorum. tribünde erman hoca. gidip soruyorum hemen. "nerede düşerse, orası geçerlidir" diyor. e, mantıklı... o zaman bu pozisyon penaltı.
mehmet demirkol'un "tae han min guk: 2002 dünya kupası mektupları" kitabından;
portekizli hakem teşhisi koymuş
galiba her geçen gün biraz daha tatminsiz oluyoruz. kim bilir belki de bu, daha iyiye gitmemize vesile oluyor. zira burada kiminle konuşsam, sokaktaki adamdan gazeteciye kadar herkes, "brezilya'ya karşı harika oynadınız" diyor. gwangju'dan seul'e birlikte uçtuğumuz amerikalı david, "tartış masız kupanın en iyi maçıydı" diye koyuyor teşhisini. abd-portekiz maçından önce portekizli bir spor yazarıyla sohbet ettim. bizim maçın dördüncü hakemi olan vatandaşı vitor melo pereira ile konuşmuş. portekizli ünlü hakem, meslektaşı hakkında yorum yapmaktan kaçınmış gerçi ama şunu söylemiş: "her konfederasyondan belli sayıda hakem çağırma zorunluluğu var. konfederasyonların futbol seviyesi arasında nasıl derin farklar varsa, hakemleri arasında da var." eh, arif olan anlar...
dünya kupası maçları trt'de 2002 dünya kupası maçlarını trt'de... trt genel müdürlüğü, haziran ayında japonya ve güney kore'de yapılacak dünya kupası finallerinin türkiye'deki tv yayın haklarını aldı. konuyla ilgili anlaşma dün yapılırken, devlet bakanı yılmaz karakoyunlu, ‘‘türk sporseverlerini dünya kupası'nı izlemekten mahrum edemezdik’’ dedi.