okuyacağınız bu anının tamamı yazan kişinin aklında kalanlardan derlenmiştir... bu sitenin adı maç anıları ve “anı” diye ifade edilen bir yazının, eksikleri, yanlışları olabilir. bu yazıyı yazarken, yazdıklarımın doğruluğunu, kolay ulaşacağım bilgilerle teyit etmek gibi bir çaba içine girmedim. hatırladıklarımın, anılarımın doğrularla düzeltilmesini istemedim. her şeyi aklımda kaldığı gibi, hatırladığım gibi yazdım. her anı yazısında olabileceği gibi bu yazıda da abartılar, eksiklikler, yanlışlıklar olabilir. bunlar için peşinen özür diliyorum.
80’lerin başında doğmuş biri olarak, hayatımdaki ilk dünya kupası italya 90’dır. 90 yazını anneannemin batman’daki evinde geçirecektim. gerçekten çok sıcak bir yazdı ve “italya 90’ın, dünya kupası’nın ne anlama geldiği?” “neden türkiye’nin bu organizasyonda yer almadığı” aklımdaki sorulardı. maçlar iki seans halindeydi; biri, 9 yaşında olan ve sıcak batman günlerinde akşama kadar hiç durmadan top peşinde koşan bir çocuğun izlerken uyuya kalacağı kadar geç bir saate, diğeri ise akşama doğru, anneannem ile teyzemin her gün büyük bir merakla izlediği yalan rüzgarı adlı dizi ile aynı saate denk geliyordu. maçları izlerken ya uyuya kaldığım ya da büyük kavgalar sonunda “tekrarı var” masalı ile uyutulduğum bir turnuvaydı. italya 90 hafızamda daha çok tekrar görüntüleri ile yer alıyor. italya’yı tutuyordum, ilk ve son defa bir avrupa takımı, hem de ev sahibi bir avrupa takımı dünya kupası’nda favorim olmayı başarmıştı. schilacci, isminin türkçe okunuşu “ayıp” ile “komik” arası oluşundan mı yoksa sürekli gol atmasından dolayı mı, hatırlamıyorum ama en sevdiğim futbolcuydu… isminin türkçe okunuşunun komikliği nedeni ile omam bıyık da favorilerim arasındaydı, higuita’nın tatlı serseriliği ile topu orta sahaya yakın bir yerde kaptırması sonucu kolombiya’nın yediği gol gözümün önünde, acaba canlı mı izledim, yoksa tekrar görüntülerinden mi hafızama kazınmış, hatırlamıyorum bile…
94 amerika ise saat farkı ve 40 dereceyi bulan sıcaklarda öğlen vakti oynatılması nedeniyle ziyan olmuş bir turnuvadır. sadece benim gibi gecenin bir körü oynanan maçı izleyemeyen çocuklar ve büyükler için değil, futbolu seven herkes için ziyan olmuş bir turnuvadır. avrupa’dan izlenebilsin diye 40 derece sıcağın altında oynatılan maçların, daha açılıştaki almanya – bolivya maçından çok sıkıcı geçeceği belli oluyordu. favorim bu kez arjantin’di. favorimin maçları izlenebilecek saatlerdeydi fakat turnuva, maradona’nın ihracı ile hem kendi kendini, hem de arjantini bitiriyordu adeta… henüz ikinci turda arjantin’in elenmesiyle favorisiz kalmıştım. bundan sonrasında aklımda kalan iki maç var, biri bulgaristan’ın almanya’yı yenip elediği maç, diğeri ise baggio’lu italya’nın nijerya’yı elediği maç… oynanırken henüz 9 yaşında olduğum halde italya 90’ın finalini, anneannemin evinde tek başıma uyumadan izlemiştim. yine çok zevkli bir final değildi ama en azından 9 yaşındaki bir çocuğu gecenin bir körü ekran başında uyumadan oturup maçın bitimine kadar beklemesini sağlamıştı. zira 4 sene sonra oynanan italya – brezilya finali, hem de avrupa’dan izlenebilsin diye erken saatte oynatılmasına (tabi erken saat demek abd’de güneşin altında 40 derecede demek de oluyor), üstüne üstlük en iyi arkadaşımla beraber bizim evde izlemek üzere tüm hazırlıklarımızı yapmış olmamıza rağmen, sonu getirilememiş bir final olarak kalmıştır benim için….tv karşısında uykuya yenilmiştik, hem de ikimiz birden… maçın sonucunu ertesi gün sabah gazeteden öğrenebilmiştim. aynı gazetede kolombiyalı escobar’ın kurşunlanarak öldürülmesinin bahis mafyasının işi olabileceği haberleri de vardı. keyifsiz futbol, maradona ve arjantin’in başına gelenler, escobar’ın öldürülmesi. çocukluk yıllarımın son kupası amerika 94 tam bir hayal kırıklığıydı.
ve 1998…ilk defa bir dünya kupasını kusursuz takip ediyorum. meksika, paraguay, arjantin, hollanda, fransa, brezilya, belçika maçındaki güney kore ve tabi ki en büyük favorim fas… 98 dünya kupasıyla birçok futbol zenginliğinin iştahlı futbolsevere sunulduğu tam bir futbol mucizesinin içinde buluyorum kendimi... favorim fas ile fransa 98’den çok kısa bir süre önce, fas kralı adına düzenlenen bir turnuvada ispanya ile karşı karşıya geldiği maçta tanışmıştım) o maçta fas’ın ispanya’ya karşı oynadığı muhteşem futbol büyük bende sempati uyandırmıştı. brezilya, norveç ve iskoçya’nın bulunduğu grupta hiç şans tanınmayan bu kuzey afrika ülkesi bir anda favorim olup çıkmıştı. ismi pek ümit vermese de, ben hedefimi koymuştum, en az çeyrek final… fransa 98 başlayana kadar geçen sürede gazete yayınlarından fas’ı daha iyi inceleme fırsatım olmuştu. hadji, naybet, bassir, abrami, hadda ,chiba, chippo… arkadaşlarımla oynadığım dönemin favori bilgisayar oyunu world cup 98 turnuvalarında, ilk turda elenip geri kalanını sadece izlemek pahasına fas’ı alacak kadar kaptırmıştım kendimi. turnuva öncesi okulda arkadaşlarıma favorimi kendimden emin olarak anlatmıştım. ilk hedef norveç’ti ve şanslıydım, maç turnuvanın ilk günündeydi… büyük gün gelmiş, sıkıcı iskoçya – brezilya maçını küçük televizyonda izledikten sonra, eve babamın gelişiyle ablam ile anneme karşı güç dengeleri değişmişti. evet büyük televizyonda, takımım fas norveç’e karşı… turnuvanın heyecanı erkenden sarmıştı, haydi fas iyi başlayalım diyordum… maç başladı, tam da beklediğim gibi bir oyun ortaya koyuyordu fas… en geridekinden en ilerdekine, takımdaki hemen her futbolcunun tekniği çok iyiydi… seçimim için kendimi içten içe kutluyordum, çünkü fas gerçekten muhteşem oynuyordu. norveç ise çok şanslıydı, fas iki kez öne geçmiş, fakat bir türlü farkı arttıramamıştı, norveç’in cevapları da çabuk geldi. en sevdiğim oyunculardan chippo’nun kendi kalesine attığı gol ile maç 2-2 bitmişti. oynanan oyundan memnundum, “bu gruptan brezilya’nın ardından çıkar bu takım” diyerek kendimi teselli ettim. ertesi gün okulda sınıf arkadaşlarım tebrik ediyor ve fas’ın hakkını veriyorlardı… tabi futbolla fazla ilgilenmeyenler bile dünya kupası heyecanından etkilenmişlerdi. (bu tiplerin hepsi neden brezilya’yı tutar acaba?) derken brezilya maçı geliyordu, iskoçya karşısında pek o kadar iyi olmayan brezilya önünde şahsi hedefim en az 1 puandı… fas, hadji’nin hızlı oyunu ile gol bulup maçı bile kazanabilirdi. fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. brezilya’ya karşı hücum oyunu denemesi geri tepti ve 2006’da ki gana –brezilya maçının bir benzeri yaşandı. brezilya 3 golle kolay bir galibiyet aldı. artık son maçlar geliyordu ve brezilya 6 puanla son maça gruptan çıkmış olarak giriyordu. son maçını güçlü brezilya ile oynayacak sevimsiz norveç 2 puanda, birbirleriyle karşılaşacak iskoçya ve fas ise 1’er puandaydı.
geldik konu maçımıza… aslında hakkında anı yazdığım bu maçı izlemedim bile… son maçlara girilirken güçlü brezilya’nın her takımı kolaylıkla yenebileceğini, gruptan çıkmış olmanın rehaveti ile norveç’i yenemese bile asla yenilmeyeceğini düşünüyordum. son maçların başlama saati aynı, fas – iskoçya karşısında ve benim için asıl önemli karşılaşma bu… fas iskoçya maçından galip olarak ayrılan takımın bir sonraki turda italya’nın rakibi olacağı tarafımdan öngörülüyordu. ben takımımdan emindim, fakat son brezilya maçını moral bozukluğu ile, iskoçya’nın norveç karşısındaki üstün oyunu ve aldığı 1 puandan dolayı rakibimizden biraz çekinmiyor değildim. rakip iskoçya bir çok turnuva görmüş bir ada takımıydı ve futbolun beşiğinden geliyordu. 2 sene önce oynanan, türkiye’nin gol bile atamadığı avrupa şampiyonası’nda ingiltere ve hollanda’nın bulunduğu güçlü gruptan gol averajının kötülüğü nedeni ile çıkamamışlardı ve her an patlama yapabilecek bir potansiyelleri vardı. derken maç başladı, fas’ın etkili oyunu ile 10. dakikadan sonra hiçbir tereddüdüm kalmamıştı. fas bu maçı alacağını gösteriyordu. ilk yarı 1-0 bitti, ikinci yarının başında yanlış hatırlamıyorsam hadda attı 2-0 oldu ve fas ununu eledi, eleğini astı. norveç brezilya maçının 0-0 gitmesi can sıkmamıştı, çünkü fas 4 puana ulaşmıştı, norveç’in öne geçmesi için brezilya önünde mutlak galip gelmesi gerekiyordu ve bu imkansızdı… ben hiç taviz vermeden 2-0 devam eden fas – iskoçya maçını izlemeye devam ediyordum. fas’ın attığı 3. gole mi, yoksa brezilya’nın norveç önünde bulduğu gole mi önce sevinmiştim hatırlamıyorum. fakat işler tam istediğim şekle gelmişti. brezilya norveç karşısında bebeto’nun golüyle 1-0 öne geçmişti ve maçın bitimine 15 dakika kadar bir süre vardı, aynı dakikalarda fas iskoçya önünde 3-0 öndeydi. artık maçın son 5 dakikasındaydık, faslıların 2. tur sevincini görmek istiyordum. derken trt spikeri norveç’in eşitlik golünü haber verdi. hemen kanal değiştirdim. norveç – brezilya maçı 1-1 olmuştu ama korkacak bir şey yoktu. “norveç brezilyayı yenemezdi!!!” tekrar kanal değiştirdim, fas iskoçya maçına geri döndüm, oyun tamamen rölantideydi artık. faslı futbolcular aralarda oyun durduğunda birbirlerini kutlarken çok sempatik görünüyorlardı. onların sevincini ben de yaşıyordum. bu görüntüler arasında norveç brezilya maçına geri döndüm ve tam bir şok. norveç penaltı kullanıyordu. nasıl olmuştu, nasıl olabilirdi bilmiyorum. maç 1-1’di ve norveç penaltı atıyordu. 90 dakika geride kalmıştı ve muhtemelen bu penaltı gol olursa maç bu şekilde sonuçlanacak ve favorim fas hiç de hak etmediği biçimde grupta 3. olup elenecekti. bu arada penaltı pozisyonunun tekrarı gösterildi alakası bile yoktu. fas resmen çok büyük bir haksızlığa uğruyordu. topun başına hangi futbolcunun geldiğini hatırlamıyorum ama gol olmaması için, taffarel’in penaltıyı kurtarması için dua ediyordum. penaltı atışı kullanıldı ve norveç golü bularak skoru 2-1’e getirdi. 90+3’de verilen haksız bir penaltı ve brezilya’nın laubaliliği nedeniyle ortaya hiç beklenmedik bir skor çıkmıştı. en büyük favori brezilya, o maça kadar hatta muhtemelen o maçta bile beş paralık top oynamayan soğuk avrupa ülkesi norveç’e yenilmek üzereydi. bu skordan tek etkilenen takım ise fas olacaktı. penaltının gol olmasından sonra tekrar fas – iskoçya maçını açtım. oradaki spiker norveç’in attığı golü haber veriyor, bu skorla fas’ın bu muhteşem galibiyetine rağmen gruptan çıkamayacağını belirtiyordu. kameralar fas yedek kulübesini gösteriyor, fas’ın fransız teknik direktörü norveç’in galibiyet haberini almış ki, sağı solu tekmeliyordu. fas ikiye bölünmüştü, norveç’in galibiyet haberini almış ve yıkılmış yedek kulübesi ile 3-0lık galibiyetin kendilerini bir üst tura taşıyacağını sanan saha içindeki neşeli futbolcular. dünya kupasının en ilginç karesi 1-2 dakika sonra gelmişti. hakemin son düdüğü ile sahadaki bütün faslı oyuncular kollarını havaya kaldırarak üst tura çıkmanın sevincini yaşamaya başlamışlardı. onlar elenmişlerdi fakat habersiz biçimde yola devam etmenin mutluğunu yaşıyorlardı. çok değil, birkaç dakika sonra hepsi acı haberi alacak, bir kısmı hüngür hüngür ağlayacaktı. bu haksızlıktı ve bu haksızlığın adı brezilya’ydı. son maçtaki ciddiyetsizlikleri fas’a pahalıya mal olmuştu. bu turnuva, fas’ın oynadığı güzel futbol, oyuncuların dramı beni çok etkilemişti. yine bir favorime erkenden veda ediyordum. turnuvanın geri kalanında brezilya’yı takip ettim, oynadıkları her maçta yenilmeleri için dua ettim. fransa – brezilya maçında fransa’yı tutan tek kişiydim. o kupadan sonra oynanan 2002 ve 2006 dünya kupalarında bile brezilya’ya karşı olan kızgınlığım geçmemişti. fas 98’deki kupadan sonra bir daha dünya kupası’na katılmadı. eleme gruplarındaki maçlarını hala takip ederim. en büyük mutluluğum 98’de fas’ın bir parçası olan ve dünya kupası’nda oynayan abrami’nin gençlerbirliği’ne gelmiş olmasıydı. o da 1.5 sene boyunca çok başarılı oldu. kim bilir, belki 2010’da bu fas geri döner ve kaldığımız yerden devam ederiz.