bu maç hayatımda gittiğim ilk dünya kupası finali, hayatımda gittiğim en önemli maçtı.
fransa'yı desteklemiştim. maçtan önce kocaman, yaklaşık 30-40 cm boyunda, bir şapka almıştım. maç tek kelimeyle inanılmazdı. son dakikada petit, golü atıp bizim önümüze doğru koşup dizlerinin üzerinde kaymış, daha sonra tüm takım sevinç yumağı olmuştu. bu bir dünya kupası finaliydi ve ben oradaydım.
maçtan sonra stadyumdan çıkarken brezilyalı bir taraftar kafamdaki fransa şapkasıyla kendisindeki brezilya şapkasını değiştirmeyi teklif etmişti ama geri çevirmek zorunda kalmıştım çünkü zaten o şapka bile başlı başına bir anıydı benim için.
( tayfun öneş, four four two dergisi’nden alıntıdır)
genç yıldız ronaldo’nun, final maçından bir gece önce aşırı strese bağlı olarak tansiyonu yükseliyor ve otel odasında rahatsızlanıyor. teknik direktör zagallo, final maçı kadrosundan ronaldo’yu çıkartarak yerine edmundo’yu koyuyor. ancak, bir iddiaya göre takımdaki diğer oyuncuların baskısıyla, ikinci bir iddiaya göre de ticari anlaşmaların doğurduğu baskıyla maçın başlamasına 40 dakika kala ronaldo’yu yeniden kadroya alıyor. maç fransa’nın 3-0’lık zaferiyle sonuçlanıyor. finalden hemen sonra ikinci gruptaki iddialar derinleşiyor: brezilya futbol federasyonu yetkilileri özellikle de başkan ricardo teixeria ulusal takımın sponsoru nike şirketi ile yapılan ticari anlaşmadan dolayı töhmet altına girerek mahkemelik oluyorlar. nike ile imzalanan ve 100 milyon dolar tutarındaki anlaşmada yer alan maddelerden bazıları şunlar: brezilya milli takımının yıl içinde yapacağı 5 maçı, rakipleri, oynanacak yerleri nike firmasının seçeceği, milli takım antrenörünün her maç o yıl “top player” yani en değerli oyuncu olan en az 8 kişiyi kadroya almak zorunda olması... futbol federasyonu başkanlığı’ndan başka bir sürü alanda (bunların içinde bar işletmeciliği bile var) faaliyet gösteren teixeria aleyhine o maçtan sonra açılan ve hâlâ süren 1000 küsur sayfalık davada brezilya futbol federasyonu’nu kötü yönetme, kaynaklarını kötüye kullanma, vergi istismarı gibi konular da yer alıyor!
2002 basımlı "dünya kupası" kitabında yer alan alp ulagay'ın "dünya kupası'nın mimarları: teknik direktörler" başlıklı yazısından;
belki de 1998'de fransa'yı zafere taşıyan aimé jacquet'nin iki yıl önce yazdığı anılarının giriş bölümündeki sözleri bir teknik adamın bu zirve anında neler hissettiğini özetlemeye yarar. dört yıllık meşakkatli bir çalışmayla "maviler"i dünya kupası'na hazırlayan jacquet finalin son saniyelerinde emmanuel petit'nin kaydettiği galibiyeti perçinleyen üçüncü golü çok iyi hatırlıyor. sonra kendi ifadesiyle simsiyah bir boşluğun içine düşüyor. öyle ki sevinç gösterileri sırasında öğrencileriyle birlikte protokol tribününe çıkıp kupayı kaldırdığını hayal meyal hatırlayabiliyor. kısacası maçın son düdüğünün çaldığı andan itibaren yarım saat kadar bu maddi dünyadan koptuğunu belirtiyor. ancak stade de france'ın çimlerine geri dönüp omuzlara alınınca tekrar dünyaya geri döndüğünü yazıyor.
aslında jacquet'nin fransa'yı şampiyon yapana kadar yaşadığı zorluklar modern dönemde bir teknik direktörün halini iyice ortaya koyuyor. 1994'ün mart ayında takımı selefi gérard houllier'den devralıp işe koyulduğu andan takımının başında çıktığı son maça yani brezilya'yla oynanan finale kadar sürekli kamuoyu baskısı altında geçen dört yıl. etkili forvetlerin yokluğu yüzünden savunmayı ön planda tutan taktikler benimsemesi bu baskıyı daha da artırıyordu. finallere bir ay kala, mayıs ayı başında 22 yerine 26 kişilik bir ön kadro açıklaması fransa'nın ünlü günlük spor gazetesi l'equipe'in "yoksa 13 kişiyle mi oynanıyor?" (et on joue à treize?) şeklinde alaylı bir manşetle dalga geçmesine sebep olmuştu. buna karşın sistemli çalışmaya inancıyla tanınan jacquet ilkelerinden ödün vermeden hedefe doğru yürüdü ve takımını da buna inandırdı. anılarına da kattığı ve kamp döneminde defterine aldığı notlarda "profesyonellikte hiçbir şey şansa bırakılmaz" ibaresi okunabilir. bu şekilde hiçbir işi şansa bırakmayan, sakatlar ve cezalar dahil tüm aksilikleri hesaba katan bir teknik adam olarak görevini yaptı. en sonunda da elde ettiği başarının güveniyle l'equipe gazetesini hiçbir zaman affetmeyeceğini duyurdu.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
1998 dünya kupasının paris finali gerçekten görkemli bir törenle ve güzel futbolla süslendi. sonunda da şampiyonluğu hak eden ev sahibi, kupayı aldı. faslı hakem said belqola'nın yönettiği maça takımlar şu onbirlerle başlamıştı:
brezilya: taffarel - cafu, j. baiano, aldair, roberto carlos -dunga, c. sampaio, leonardo, rivaldo - ronaldo, bebeto.
fransa oyuna öylesine hızlı, öylesine güzel başladı ki... daha ilk dakikadan itibaren "kupa, ev sahibinin hakkı" dedirtti herkese... bu güzelliğin meyvesi de az sonra tabaktaydı. ilk fransız golünü, "dünyanın en büyüğü" olarak ödüller kazanacak zidane atmıştı. fransa 1-0 öne geçtiğinde, maçın henüz 27. dakikası oynanıyordu. sonrasında sahada sanki brezilya hiç yoktu. daha önce harikalar yaratan taffarel de bu maçta, hiç yoktu. daha önce harikalar yaratan taffarel de bu maçta, takımının kötü temposuna uymuş gibiydi. devrenin böyle bitmesi beklenirken, hakem ilk yarıya üç dakika eklemişti. bu eklemenin de sonu gelirken, "büyük" zidane tekrar sahneye çıkıyor ve fransa'nın gollerine bir tane daha ekliyordu. şahane bir kafa vuruşuyla... ve ilk yarı 2-0 kapanıyordu.
2. yarıda ronaldo gibi bir klas futbolcu karşı karşıya kaldığında, topu kaleci barthezin kucağına nişanlayınca, fransızlar buna sadece teşekkür ettiler. ancak aynı fransızlar, az sonra faslı hakeme teşekkür değil, itiraz edeceklerdi. çünkü 68. dakikada desailly'ye gösterdiği kartın rengi "kırmızı'ydı. daha da bitime yirmi iki dakika vardı. ne var ki, fransız takımı formda bir günündeydi. hani on değil, dokuz, hattâ sekiz kişi de kalsa, maçı kazanacak bir tempodaydı. gerçekten bunu başardı da... hattâ onbir kişiyle oynayan brezilya'nın kalesine bir gol daha bırakarak... maçın tam 90. dakıkasıydı. "hayır, bitmedi" diyen petit, nefis bir atak sonunda, taffarel'in kalesine üçüncü golü de yollamıştı. futbol tarihi, 1998'in en büyük kupasını ev sahibi fransa'nın büyük bir zaferle kazandığını yazacaktı. sonuç 3-0'dan da farklı olsaydı kimse şaşırmazdı...
"hak etti fransız takımı" derdi. şeref tribününde fransa cumhurbaşkanı jacques chirac mutluluk içinde, ülkesini mutlu insanlarını selamlıyordu. gene aynı tribünde alkışlyanlar arasında, futbolun unutulmaz kralı pele; gol rekoru bu kupada da kırılamayan fransız golcüsü fontaine; müziğin, sinemanın, sanatın ünlüleri, grerad depardieu, catherine deneuve, claudia schiffer, alain delon... daha kimler yoktu ki...
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında levent özçelik'in "dünya kupası anıları" başlıklı yazısından;
ve dev final fransa ile brezilya arasında oynandı. ama ortaya konan futbol ve alınan skor bana göre kelimenin tam anlamıyla cüceydi... fransa kendi evinde organize ettiği bu dünya kupası'nda kuşkusuz kupayı herkesten çok daha fazla istemişti. aslında bulunduğu gruplardan yukarı kadar çıkışı da daha önceden organize edildiği aşikâr olan dikensiz güllerle dolu bir yoldu. her şeye rağmen insanlar brezilya'dan brezilya gibi oynamasını bekliyorlardı. ama yine bir final maçı insanları hayal kırıklığına uğratmış ve fransa hiç zorlanmadığı bir 90 dakikanın ardından rakibini 3-0 yenerek tarihinde ilk kez kupaya uzanmıştı. bu kolay finalin ardından çok şey yazıldı, çok şey söylendi. hatta kimileri maçın skoru ile dibe vurmuş brezilya ekonomisi arasında bağlantı bile kurdu.
bu final futbolseverlerin belleklerinde rüya gibi bir final olarak kalmadı ama bir kişinin rüyası hemen hemen gerçeğe dönüşmüştü. bu kişi fransızların istikrarlı futbolcusu emanuel petit'ydi. petit, dünya kupası'nın başlamasından 10 gün önce gördüğü bir rüyayı bakın equipe gazetesine verdiği röportajda nasıl anlatıyor: "rüyamda gördüm, kupada finali fransa ile brezilya oynuyor ve maçı 2-0 biz kazanıyoruz." gazeteci soruyor, peki golleri kim atıyor? petit bu soruyu, rüyamda stade de france'ı çok yukardan görüyordum, o nedenle futbolcuları seçemedim, şeklinde yanıtlıyor, işte bu rüyanın ardından dünya kupası maçları başlıyor ve finalde fransa ile brezilya karşı karşıya geliyor. ve ne ilginçtir ki fransa, brezilya'yı tam 2-0 mağlup edecekken, yani petit'nin rüyası harfiyen gerçekleşecekken, kehaneti bir futbolcu tam 90. dakikada bozuyor! fransa, brezilya'yı son dakikada petit'nin attığı golle 3-0 mağlup ediyor...
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
1998 dünya kupası finali, 12 temmuz 1998, saint-denis stadyumu. evsahibi fransızların haricinde neredeyse bütün dünya brezilya'yı tutuyordu. "yeni pele" ronaldo'nun önderliğindeki brezilya her zaman olduğu gibi turnuvanın göze en hoş gelen futbolunu oynuyordu. fransa ise takım oyunu ile finale kadar gelmişti ve tarihinde ilk kez kupaya bu kadar yaklaşmışken elinden kaçırmak istemiyordu. alan savunması ve presle brezilya'yı durduran fransa kalesinde çok az pozisyon görüyordu; barthez de kararladı sakatlanma pahasına kupayı bırakmamaya...
ortalama bir futbolsever için 1998 dünya kupası'nın final maçı, fransa'nın bütün turnuva boyunca sergilediğine oranla çok daha parlak bir futbolla brezilya'yı sürklase edip 3-0 kazanması ve yıldız adayı ronaldo'nun beklenmedik bir biçimde solup gitmesidir.
kupanın ardından ingiliz futbol yorumcusu rob hughes, fiziksel durumu o gün için yürüyüşe çıkmaya bile uygun olmayan brezilyalı'nın final maçında sahaya sürülmesini şöyle yorumlamıştı: "ronaldo bir at olsaydı, sahibi, o gün yarış koşmasına izin vermezdi. ne tuhaf ve yazık ki, insan olduğu için oynamak zorunda kaldı. çünkü kurallar böyle gerektiriyordu."
evet. kurallar böyle gerektiriyordu ama bunlar, international board'un belirlediği oyun kuralları değil, çokuluslu şirketlerle brezilya futbol federasyonu'nun, hatta fifa'nın kapalı kapılar ardında oynadığı "para oyunu"nun kurallarıydı. ve gol atmanın binbir çeşidini bilen zavallı ronaldo'nun bu kuralların nasıl işlediği konusunda en küçük bir fikri yoktu - bankadaki bol sıfırlı dolar hesabıyla bu oyunun en çok "kazanan" oyuncusu olsa da...
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
erden güley'in "futbol bizim dünyamız" başlıklı yazısından;
fransa posta idaresi, 1998 dünya kupası nedeni ile bir dizi filatelik etkinlik gerçek/eştirdi. final maçlarının oynandığı kentler için ayrı ayrı pul bastıran posta idaresi, stade de france'ın bulunduğu paris yakınlarındaki st. dennis kasabasına da bu pullarda yer verdi. kent pullarının yer aldığı bir de anma bloğu çıkartan fransa posta idaresi, ayrıca pul baskılı özel posta kartları ve zarflarını da filatelistlerin beğenisine sundu. maçların oynandığı kentlerde ve statlardaki posta merkezlerinde özel damga uygulaması yapıldı.
fransa '98 organizasyon komitesi ayrıca, finallerin oynandığı kentlerde genç filatelistler arasında "dünya kupası" konulu pul koleksiyonlarından oluşan sergiler düzenledi. kentlerde birinci olan koleksiyonlar, finaller süresince paris'te de sergilendi. ioc olimpik filateli komisyonu genel kurulu da paris'te yapıldı. 10c eski başkanı antonio samaranch, bundan böyle kıtasal şampiyonalar ve dünya futbol şampiyonaları sırasında pul sergileri düzenlenmesine ağırlık verilmesini önerdi.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
hindistan ve pakistan kendi atom bombalarını yaparak büyük güçlerin seçkin nükleer kulübüne girme hayallerini gerçekleştirmiş oldular. asya ülkelerinin borsaları dibe vururken endonezya'da suharto'nun uzun süren diktatörlüğü de son buluyor, ama iktidarı kaybetse karşın uzun zaman gücü elinde bulundurmasının kendisine sağladığı on altı milyar dolardan mahrum kalmıyordu.
dünya frank sinatra'nın o eşsiz sesini bir daha duyamayacaktı. avrupa'nın on bir ülkesi "euro" adı verilen tek para birimine geçmek için anlaşmaya varıyorlardı. miami'den gelen güvenilir haberlere göre fidel castro'nun iktidarının devrilmesi an meselesiydi.
joâo havelange dünya futbolunun tahtından inerken yerine krallığın en kıdemli saraylısı joseph blatter kuruluyordu. arjantin'de yirmi yıl önce, diktatörlüğün en civcivli zamanında, havelange ile birlikte dünya futbol şampiyonasının açılışını yapan general videla hapsi boyluyordu. 1998 yılında fransa'da yeni bir dünya şampiyonası başlıyordu.
işleri bir hayli zora sokan air france'taki greve rağmen otuz iki ülkenin milli takımı yüzyılın son dünya şampiyonasında boy göstermek için yepyeni saint deniş stadyumu'na gelmeyi başardılar: şampiyonaya, avrupa'dan on beş, amerika kıtasından sekiz, afrika' dan beş, ortadoğu'dan iki ve asya'dan iki takım katılmaktaydı.
maçlarda coşkulu alkışları matem sessizlikleri izledi: tıklım tıklım dolu statlarda mücadeleyle geçen bir ayın sonunda ev sahibi fransa ile favori brezilya finalde kılıçlarını çektiler. brezilya karşılaşmayı 3-0 kaybetti. hırvat suker altı golle şampiyonanın en fazla gol atan futbolcusuydu, onu beşer golle arjantinli batistuta ile italyan vieri izlediler.
o günlerde londra gazetesi daily telegraph'ta yayınlanan bilimsel bir araştırmaya göre seyirciler maçlar esnasında en az futbolcular kadar testosteron salgılamışlar di. fakat bu şampiyona boyunca çokuluslu şirketlerin elemanlarının gömleklerinin de oyuncuların formaları kadar terlemiş olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. brezilya beşinci kez şampiyon olamadı ama adidas her zamanki gibi birinciliği elde etti. 1954'teki dünya kupası'ndan beri almanya ne zaman kazandıysa adidas da kazandı. adidas fransa ile birlikte som altından kupayı kaldırdı ve ayrıca zinedine zidane ile en iyi oyuncuya verilen ödülü de kazandı. rakip firma nike ise brezilya ve hollanda millî takımlarının kazandığı ikincilik ve dördüncülükle yetindi. nike'nin yıldızı ronaldo ise final maçına hasta haliyle çıktı. daha alt sıralarda bulunan bir başka firma lotto da daha önce hiçbir dünya kupasına katılmamış olan ve bütün tahminleri altüst eden sürpriz ekip hırvatistan ile üçüncülüğü elde etti.
daha sonra saint denis'in çimleri tıpkı bir önceki dünya kupasının oynandığı los angeles stadı'nda olduğu gibi parçalar halinde satıldı. bu kitabın yazarı bendeniz elbette sizlere çimleri birer pizzaymış gibi satacak değilim, ama onun yerine bu şampiyonadan bazı futbol parçalarını bedava olarak sunmak istiyorum.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
en tanınmış futbol oyuncuları ürünleri satan birer firma gibidirler. pele'nin zamanında oyuncular futbol oynardı, bütün uğraşları bundan ibaretti. televizyonun ve kitlelere ulaşan reklamların zirvede olduğu maradona'nın zamanında ise işler tamamen başkaydı. maradona reklamdan çok para kazandı ama karşılığını pahalı ödedi: bacaklarıyla kazandığını ruhuyla geri verdi.
golcü bacaklara sahip olan tavşan dişli ronaldo on dört yaşındayken rio de janeiro'nun kenar mahallelerinde oturan fakir bir melezdi, otobüse verecek parası olmadıkından flamengo kulübü'nde oynayamıyordu. fakat yirmi iki yaşına geldiğinde ronaldo artık saatte bin dolar kazanıyordu, buna uykuda geçirdiği saatler de dahildi. seyircilerin ve paranın baskısıyla, her zaman, ama her zaman kendisini kazanmak zorunda hisseden ronaldo 98 dünya kupası finaline saatler kala bir sinir krizi yaşadı, müthiş sancılar çekiyordu. dediklerine göre nike onu fransa'ya karşı hasta hasta oynamaya zorlamıştı. sonunda oynadı, tabii buna oynamak denirse. nike'nin ilk defa onun ayaklarında piyasaya sürdüğü yeni ayakkabı modeli r-9'nin vasıfları gerektiği gibi sergilenemedi.
şampiyon fransa'nın defans oyuncu marcel desailly, brezilya ile oynanan final maçında gördüğü kırmızı kartla, final maçında oyundan atılan üçüncü futbolcu oldu.
brezilya milli takımı, final sabahı heyecanla kalkıyor. kısa süre sonra panik başlıyor. çünkü takımın en büyük yıldızı ronaldo uyandıktan sonra bayılıyor. maç öncesi açıklanan kadroda genç futbolcu yok. ama araya sponsor firmanın ısrarı girince ronaldo, maça hayalet gibi de olsa başlıyor (bu olay brezilya'da mahkemelerce araştırıldı ve sonuç alınamadı). kupa boyunca eleştirilere uğrayan zinedine zidane'ın iki kafa golü belirliyor oyunun kontrolünün kimde olacağını. galatasaray öncesinde kaleci claudio taffarel, savunmanın boş bıraktığı yıldızın kafalarını önleyemiyor. sonrasında bastıran brezilya ve kaçan goller var. cezalı laurent blanc'ın yokluğunda fransa gol yemiyor. maç öncesi rüyasında 2-0 kazandıkla rını gören emmanuel petit, kendisinin atacağı 3. golü belli ki göremeden uyanmış. onun vuruşu, fransa'yı tarihinde ilk kez dünya kupası şampiyonu yapıyor. maç sonrası ise paris'te, champs elysees'de coşan binlerce mutlu fransız var.
- 1998 dünya kupası finali'nde marcel desailly kırmızı kart görmeseydi, oynama şansı bulacaktın. bu kırmızı kart dünya kupası'nda oynama hayalini suya düşürdüğü zaman neler hissettin? zafer sevincini gölgeledi mi bu durum?
thierry henry: dürüst olmak gerekirse çok zordu. sonuçta dünya kupası finaliydi. teknik direktör aime jacquet devre arasında ısınmamı söyledi: 'oyuna gireceksin' dedi. bir süre sonra, 'tamam, beş dakika daha sabret' derken, kırmızı kart geldi. kısa bir an için bile olsa içimden 'kahretsin!' dediğimi hatırlıyorum. ama bu durum kutlamaları kesinlikle mahvetmedi. olağanüstü bir zaferdi.
- dünya kupası finali'nden sonra zidane sizlere neler dedi? sinirli miydi, mahcup muydu, üzüntülü müydü?
thierry henry: tabii ki canı çok sıkkındı ama takım hiç düşünmeden onu affetti. fransız futboluna sağladığı katkılardan sonra başka türlüsü de olamazdı zaten.
- fransa 1998 kadrosu, fransa 2006 kadrosu ile karşılaşsa kim kazanır?
thierry henry: oooh! bilmiyorum... iki takımda yarım yarım oynamak zorunda kalacak oyuncular olduğunu da hesaba katarsak... elimizde biri dünya kupası'nı kaldırmış, biri kaldıramamış iki takım var. ama kaldıran da evinde oynamış. gerçekten zor bir soru, cevabını bilmiyorum ama iki takımın da parçası olmuş olmaktan mutluluk duyuyorum.
stade de france'da oynanacak dünya kupası'nın final maçı biletleri karaborsada kapış kapış gidiyor. aylar önce yasal yoldan satılan ve karaborsacıların eline nasıl geçtiği hâlâ soru işareti olarak kalan biletlere yoğun ilgi var. sızan haberlere göre bilet başına 5000 dolar ödeyen futbolseverler var. bu arada adı bilet yolsuzluğuna karışan ve biri fıfa marketing yetkilisi olan 4 kişinin de sorgularının tüm hızıyla sürdüğü, ancak sonuca varılamadığı öğrenildi.