bu maça gidipte paylaşacak 'anı' sı olmayan bir fenerbahçeli olamaz sanırım. belki ilginç belki tesadüf ama maça 6 kişi gittik. ve yanımızdaki tek bayan arkadaşın doğum günü o güne denk gelmişti. anıma gelince; ümit özat golü attıktan sonra bütün stad 10 diye bağırırken bizim grup aynı anda bu kadar yeter bu kadar yeter bu kadar yeter bu kadar yeter diye tempo tutuyorduk. eğlenmeyeni dövüyorlardı o akşam kısacası..
ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
barcelona'yı 1992'de avrupa şampiyonu yapan ve oynattığı futbolla taraflı-tarafsız herkesin takdirini kazanan johan cruyff, takımının bir idmanında kalecisi zubizarreta'ya savunma hattı ile arasındaki mesafeyi her pozisyonda korumasını söyler. takım ataktayken ve savunma orta çizgiye dizilmişken, zubizarreta'nın da kalesini terk edip, yayın üzerine kadar çıkması gerekmektedir cruyff'a göre... deneyimli kaleci, bu talimattan pek memnun kalmaz, "iyi de, o sırada topu kaptırırsak ve rakip, orta sahadan aşırtma bir vuruşla bana gol atarsa ne olacak?" diye sorar.
"çok basit," der cruyff gülerek, "dönecek ve golü atan futbolcuyu alkışlayacaksın. orta sahadan gol atabildiğine göre, alkışı hak etmiştir zaten."
galatasaray başkanı özhan canaydın'ın, takımının tarihte görülmemiş bir skorla fenerbahçe'ye yenildiği maçta, ezeli rakiplerinin her golünü alkışladığını görünce bu öykü geldi aklıma... hemen ardından da canaydın'ın ertesi gün bazılarınca karalanacağını tahmin ederek yüzümü buruşturdum. tahminimde yanılmadım. kimi 'liseli', kimileri de taraftar örgütü ultraslan'ın üyesi bazı yazarlar, canaydın'ı, bu davranışından ötürü yerden yere vurdular. gazetelerden okuduğumuza göre, ultraslan'ın başkanı "biz fenerbahçe'yi yensek aziz yıldırım aynısını yapar mıydı?" diye sormuş. canaydın'ın cevabı, 'hak bildiğin yolda tek başına kalsan bile yürüyeceksin" diyen tevfik fikret'in öğretmenlik yaptığı liseden mezun olduğunun belgesi adeta: "benim yetişme tarzım bu. fenerbahçe'nin yenilmesi halinde aziz yıldırım'ın ne yapacağı beni ilgilendirmez."
sahi, ne yapmasını bekliyordunuz özhan canaydın'ın? türk futbol tarihinin en 'vahşi' maçlarından biri oynandığı için, o maçta takımı hezimete uğradığı için, kan döküldüğü için, kimsenin ölmediğine şükredilerek stattan çıkıldığı için, aldığı eğitimi, hayata ve spora bakışını, özetle ruhunu reddedip, o da 'vahşi' bir tepki mi vermeliydi? tuvalet kapısını söküp, fenerbahçeli yöneticilerin üzerine atsa sözgeli mi, rahatlayacak mıydınız?
bir süre glasgow'da yaşamış bir doktor arkadaşım var. bir sohbetimizde, iskoçlar'ın kendisine "türkiye'de insanlar tuttukları takımı neye göre seçer?" sorusunu sıkça yönelttiklerini ve onlara bir türlü tatmin edici bir cevap veremediğini söylemişti. doğru, bizde artık taraftarlığın sınırlarını belirleyen sınıfsal ya da yöresel aidiyetler yok. giderek hepsi birbirine benziyor, özdemir asaf'ın 'bütün renkler hızla kirleniyordu...' dizesini anımsatan biçimde...
saraçoğlu stadı'nda ilk kez birinin çıkıp bu kirlenmeye karşı bir anıt gibi dimdik durduğunu gördük. canaydın, kendisine öğretilen ve onun da kendisinden sonraki kuşaklara iletmekle yükümlü olduğu 'galatasaraylılık'm nasıl bir şey olduğunu gösterdi. ille de kulüpler arasında bir fark arıyorsak, tribünlere bakarak bir sonuca ulaşmamız imkânsız. ancak 6-0'lık derbide en azından şunu fark ettik: aldığı eğitime lâyık olmaya çalışan insanlar var bu ülkede, bir de hangi diplomaları almış olursa olsun, ilkeleri hiçe sayıp içinde bulunduğu zamana ve zemine göre çıkarlarını korumaya çalışanlar... fenerbahçe'nin başkanı, takımının yediği golleri alkışlar mı bilemeyiz... ama aynı kulübün, en iyi okullarda okumuş, iki dil bilen menacerinin sahaya atılan bıçağı nasıl gözlerden kaçırmaya çalıştığını biliyoruz artık.
o bıçak günün birinde bir bedene saplanıp da, içimizden birini cansız yere serdiğinde, saklayacak ve saklanacak yer bulamayacağız, işte o gün, çok daha iyi anlayacağız özhan canaydınlarm kıymetini...
aslında akp'yi iktidara getiren 3 kasım 2002 seçimlerinden birkaç ay öncesine gitmek gerek futbolla bir alaka kurmak için. 17 mart 2002'de koalisyonun en hararetli günleri. fenerbahçe ile malatyaspor, 2001-02 sezonunda şükrü saraçoğlu stadı'nda karşı karşıya geliyor. maçı izleyenler arasında koalisyon ortağı anap'ın genel başkanı mesut yılmaz da var. koyu bir galatasaray taraftarı olarak bilinen mesut yılmaz için numaralı tribünden bir pankart açılıyor: "sandıkta görüşürüz mesut bey". belki güvenlik kuvvetleri, tribüne saldırarak durumu kurtarmaya, pankartı indirtmeye çalışıyor ama nafile...
gelelim 3 kasım 2002'ye. fenerbahçeliler'i bilemeyiz ama seçmen hakikaten de mesut bey'le ve koalisyonla sandıkta görüşüyor. dsp, mhp ve anap, meclis dışında kalıyor. seçimde zaferi genel başkanlığını fenerbahçeli recep tayyip erdoğan'ın yaptığı akp kazanıyor. üstelik erdoğan 1970'lerde iett formasını giyerken fenerbahçe tarafından istenmiş ama babası, oğlunun okumasını tercih etmiş. tabii o sırada olayın ayrıntılarını bildiğini söyleyen çok kişi çıkıyor ve tayyip bey neredeyse maradona'ymış da harcanmış ortamı yaratılıyor. başbakanın futbol yeteneklerini yıllar sonra avrupa liderlerinin önünde gördük o ayrı.
neyse efendim, 3 kasım seçimlerinden üç gün sonra bir erteleme maçı var. hem de ne maç! fenerbahçe ile galatasaray, şükrü saraçoğlu stadı'nda karşı karşıya geliyor. bu arada eurosport, türkiye ligi'nden maçları almaya karar vermiş ve ilk haftalarında bu karşılaşmanın geniş özeti verilecek. aslında 6 kasım'daki maçın ayrıntılarına girmenin pek anlamı yok. herkes maçın 6-0 bittiğini ve fenerbahçeliler için unutulmaz bir maç olduğunu hatırlıyor. fenerbahçe'nin lig tarihinde galatasaray'a karşı aldığı en farklı galibiyetin bir fenerbahçeli'nin partisinin seçim kazanmasından üç gün sonra oynanması daha da anlamlı.
en unutamadığım maç, 2002 yılındaki 6-0'lık mağlubiyet. galatasaray'a gönül vermiş biri olarak o yenilgi hâlâ aklımda. unutamadığım diğer iki maç ise; bir 2005 yılındaki türkiye kupası maçı. galatasaray o maçı 5-1 kazanmıştı. ve fenerbahçe iyi oynamasına rağmen tek başına franck ribery perişan etmişti rakibi. işin en ilginç tarafı da, galatasaray bu 5 golü tek bir korner bile kullanmadan atmıştı. çok çarpıcı bir olaydı. rüştü de elinden geleni yapmış olmasına rağmen öyle tuhaf goller yedi ki, felaketti. ben o maçı fenerbahçeli gazeteci ağabeyimle izliyordum. gayri ihtiyari ağzından şu laflar döküldü: ya bu çocuk da o kadar iyi bir aile babası ki! yani kel alaka! öyle perişan olmuş ki! hiç unutamam o anı. arada karşılaştığımızda hâlâ gülerim, 'kimseye söyleme!' der. bir de mayıs 1989'daki galatasaray'ın 3-0'dan 4-3 kaybettiği maçı unutamıyorum. tanju ilk yarıda 3 gol attı. tam biz 7-8 olur diyorduk ki maçı fenerbahçe 4-3 kazandı.
ünlü 6-0'lık maçın hakemiydim, hasan şaş'ı oyundan ihraç etmiştim, hasanla daha sonra karşılaştığımızda bana o gün hakemin kendisini haksız yere oyundan çıkardığını anlatmaya başladı. baktım hatırlamıyor, "o maçın hakemi bendim" dedim. bu sefer başka bir galatasaray - fenerbahçe derbisinde yedek kulübesinde otururken ihraç edildiğinden dert yanmaya başladı; "sus hasan" dedim gülerek, "o maçta da ben vardım!" bir an şaşırdı, ardından "ağabey, hep de sen atmışsın beni" dedi, beraber gülmeye başladık. maçlarda, özellikle de böyle büyük derbilerde hoşgörülü olmak gerekiyor. bilinmeli ki kimsenin kimseye bir art niyeti yok.
o maçtan kısa bir süre sonra yine şükrü saraçoğlu stadı'ndaydım, fenerbahçe - akçaabat sebatspor karşılaşmasını yönetmek için sahaya çıkmıştım. akçaabat ligde sonuncu sıradaydı. ısınırken, sahayı kontrol ederken, tribünden alkışlar geliyor, tezahürat yapıyorlar... yardımcılarım bana "hocam maç çok kolay geçecek" derken, onlara "hiç belli olmaz, siz önümüzdeki 90 dakikaya odaklanın" yanıtını verdim. maçın henüz ellinci saniyesi oynanıyordu ki akçaabat bir gol attı. bütün stat "o... çocuğu mustafa çulcu" diye inliyordu! o maçta yardımcılarım da dağılmışlardı; sürekli onların açığını kapatmaya çalıştım. ertesi gün gazeteler "yanlarım ağrıyor çulcu" diye yazdı.
türkiye'de bütün mesele güven problemi. bu kadar kaliteli hakemlerimiz varken, yabancı hakemlere ihtiyacımız yok. o zaman hatalı karar veren kulüp yöneticilerini de ithal edelim.
hakemin eleştirilere açık olması gerekir. tabii eleştirenlerin de kantarın topuzunu kaçırmaması lazım. maç sonu haksız eleştirilere maruz kalınca aile bireyleri bundan sizin etkilendiğinizden daha fazla etkileni yor. okulda, dershanede çocuklarınız, sokakta, işinde eşiniz rahatsız ediliyor. gün geldi, bana yapılan olumsuz yorumlardan dolayı lazımın okula gitmek istemediği zamanlar oldu. bu elbette hoş bir şey'değil.
skor 2-0'ken ortega, 6-0'ken emre kırmızı kart gördü. ercan saatçi, çulcu'nun ortega'yı sebepsiz yere oyundan attığını, gereksiz küfür anonslarıyla seyirciyi tahrik ettiğini söylerken, erman toroğlu kırmızı kartların doğru ama ilk gol öncesindeki kornerin yanlış karar olduğunu yazdı. gözlemcilerse ona tam not verdi.
iki takım 144'üncü kez karşılaşıyordu ama lig tarihinde böyle bir skor yazmıyordu. arada sırada bu farka yaklaşılmıştı ama ya ayaklar durmuş ya da rakip geri dönmüş, bu noktaya varılmamıştı. maçın gollü geçeceği takımlar sahaya dizildiğinde biraz belli olmuştu; fenerbahçe, arjantinli yıldızı ortega'nın komuta ettiği yedi futbolcusuyla rakip kaleye yükleniyordu. gol çabuk geldi ve o zamanların genç futbolcusu tuncay şanlı kafasıyla takımını öne geçirdi. arjantinli önce 38'de attığı gol, sonra 58'de gördüğü kırmızı kartla derbiye damgasını vurdu. birçokları fatih terim ve oyuncularının eksik kalan rakibi bastıracağı, en azından beraberliği yakalacağı düşüncesini taşırken hiç kimsenin açıklayamacağı şeyler oldu. önce bugünlerde kocelispor için ter döken kadıköy boğası serhat 69 ve 75'de mondragon'u geçti, ardından ceyhun 79'da, ümit özet 87'de tarihi farkı yarattı. maç bittiğinde hiç kimse, gerçekten hiç kimse skorboard'da yazan rakamlara inanamıyordu. fatih terim tarihi farkı sindirmeye çalışırken yüklendiği sorumluluğu hissederek "suçlı benim. yönetim kurulunun her türlü tasarrufuna saygı duyarım. galatasaraylılar bunu hak etmedi. onlardan özür dilerim" açıklamasını yaptı. maçtan önce "korkan, kaybeden" diyen fenerbahçe teknik direktörü werner lorant kariyerinin bu zirve noktasının ardından "bu farkı beklemiyorduk" deme alçakgönüllülüğünü gösterdi. kim ne derse desin, iki taraftan biri diğerine 7 gol atana kadar bu maçı tarih en başta yazacak.
ümit özat 87. dakika topu bir kez daha mondragon'un filelerine yolladığında tarihe yeni bir kayıt düşülmüştü. galatasaray ligde ilk kez 6-0'lık bir yenilgiyle karşılaşmıştı. sarı kırmızılar dört lig, bir uefa kupası şampiyonluğu yaşatan fatih terim'in ikinci dönemi bu hezimetle sarsılırken gözler maçı aziz yıldırım'ın yanında izleyen galatasay başkanı özhan canaydın'a çevriliyordu. geçmişte kalan, futbol nostaljisi taşıyan bir hareketti başkanın yaptığı. her golü alkışladığı gibi altıncıya da hürmetlerini sunduğu an futbolumuzdaki centilmenliğin ölmediğinin ispatıydı.
ofiste iki fenerbahceli arkadaşım maca gitmek için iki bilet alıyor,biri son anda maca gitmekten vaz geciyor diyer fenerbahçeli arkadaş bana illa sende maca gel diye yalvarıyor ve bende bu yalvarışı kıramıyor ve bu tarihi macı fenerbahçeli taraftarların arasında izliyor ve tarihi ana tanık oluyordum.
göz görmeyence gönül katlanırmış derler atalarımız dogru söylemişler,benim gözüm gördügü icin hala aklıma gelince icim buruluyor,allahtan 2500 tane taraftarımız bu mac başlamadan önce stattan cıkartılıyor ve bu anı gözleriyle görmekten kurtuluyor, fakat sanki ben cezaladırılmışım hissine kapılıyorum hala ben o gün o maca nasıl gittim anlamış degilim gördügüm şeyin rüya olma şansına cok güvendim,hala inanmıyorum belkide bunu buraya yazmam bile rüyadır diye hala umudum var bu umudumu hic yitirmiyorum hala o stadtan cıkartılan 2500 renktaşımı kıskanıyorum
süper lig'in yayıncı kuruluşu lig tv'nin, fenerbahçe başkanı aziz yıldırım'ın şike soruşturması kapsamında tutuklandığı haberinin bomba gibi düştüğü saatlerde fenerbahçe'nin galatasaray'ı 6-0 yendiği maçı yayınlaması kafaları karıştırdı. tüm türkiye'nin bu flaş gelişmeye odaklandığı saatlerde lig tv'nin böyle bir yayın yapması akıllara olası decoder iptallerinin önüne geçmek olarak yorumlandı.
son bir haftadır binlerce fenerbahçeli'nin tepki için digiturk decoderlerini iade ettikleri ve edecekleri konuşuluyordu. dün akşam aziz yıldırım'ın tutuklanmasından kısa bir süre sonra da, lig tv'de fenerbahçe'nin galatasaray'ı 6 kasım 2002'de 6-0'lık skorla yendiği tarihi maç yayınlandı. başkanlarının tutuklanmasının ardından iyice öfkelenen fenerbahçeliler, bu maçın yayınlanması üzerine sanal alemde "bu maçı yayınlayıp kendinizi affettiremezsiniz" derken, galatasaray taraftarları da lig tv'ye büyük tepki gösterdi ve özellikle twitter'da konuyu gündeme getirdi. şu anda twitter'da "cimbomlu lig tv alma" yazısı en çok ilgi gören başlıklar arasında bulunuyor.
şimdi geriye baktığımda maçla ilgili tek hatırladığım menekşe sokak'ta kapadokya diye bir birahanede şimdilerde eskide kalmış bir dostla maçı seyrettiğim. fakat kafada artık başka neler varsa ne galatasaray'lı olan şimdi eskilerde kalmış o eski dost ne de ben pek umursamadık sonucu.
hoş kapadokya hep değişik maçlara ev sahipliği yapmıştır bizim için. mesela:
artun ünsal'ın "tribün cemaatinin öfkesi: ticarileşen türkiye futbolunda şiddet" kitabından;
"reislere" gözdağı..
öte yandan, stadlarda ve sokaklarda, karşılıklı küfürleşmelerle kıvılcımlanan kavgaların giderek yoğunluk kazanması karşısında, emniyet yetkilileri de önce bursa'da sonra istanbul'da harekete geçtiler. polis, tribün şiddetinden sorumlu tutulan taraftar gruplarının amigolarını, önderlerini gözaltına alma, en azından stadlara sokmama yoluna gidiyordu. bursa'da ekim 2002'de, bursaspor'un teksas adı verilen tribününde fanatik taraftarları yöneten amigo "paşa selim" ve üç arkadaşı, bursaspor-trabzonspor maçında sahaya atlayıp hakemin üzerine saldırmak üzereyken engellenmelerinin ardından 37 gün tutuklu kalacaklardı. tutuksuz yargılanmaları süren bu kişilerle birlikte 118 bursa taraftarının stada girmesi yasaklanarak, giriş kapılarına fotoğraftan asılıyor ve seyircilerin kimlik kontrolüne başlanıyordu.
kadıköy şükrü saraçoğlu stadı'nda 6 kasım 2002'de oynanan fenerbahçe-galatasaray derbisinde yaşanan olayların ardından, bu kez istanbul asayiş şube müdürlüğü geniş çaplı "holigan operasyonu"nu düzenleme kararını verdi, istanbul emniyet müdürlüğü organize suçlar dairesi'nden görevliler, genç galatasaraylılar derneği, 1907 genç fenerbahçeliler derneği, üniversiteli fenerbahçeliler derneği ve 1903 genç beşiktaşlılar derneğine bağlı köyiçi ve çarşı grubu üyelerinin taraftar lokallerine eşzamanlı operasyonlar düzenleyerek, şiddet olaylarını yönlendirmekle suçladıkları ve "elebaşı" olarak nitelendirdikleri üye, amigo ve liderleri tutukladılar ve ancak uzun bir gözaltından sonra salıverdiler. bu kişilere ayrıca, "fişlenip" aylarca stadlara sokulmama cezası verildi. istanbul'da daha önce hiç yaşanmamış bu operasyonun ardından, tribün grubu "ultraslan"a bağlı genç galatasaraylılar demeği ve fenerbahçelilerin "kill for you!" grubu basın tarafından günah keçisi olarak gösterildiklerini ileri sürerek kendiliğinden dağılma kararı alacaklardı.
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
etkisi skordan acayip
acayip bir maç oldu. goller acayip bir kolaylıkta, alışılmadık ölçüde basit bir gerçekçilikle atıldı. acayip bir skor oldu.
nutkumuz tutuldu...
maçın tanığı olan herkes kişisel standartlarını kaybetti. herkesin her türden zeka puanları ıskontoya uğradı. fena halde afalladık, salaklaştık.
sevinçte ve üzüntüde tatmin olamadık. tutuklaştık, tökezledik. azacaklar azamadı, yırtınacaklar yırtınamadı, isyan edecekler isyan edemedi, galipler muzaffer gibi değildi, mağluplar mazeret düşünmedi hiçbir şeyi savunamadı.
yalnızca fatih terim sorumluluk üstlendi, zaten maçtan hafızamızda kalan en çarpıcı futbol görüntüsü de terim'in kulübeden çıkıp sahayı enine kat ederek mutlak ve derin bir yalnızlık içinde aslında kendi kalbine doğru yaptığı yürüyüş idi. terim de galatasaray da o yürüyüş boyunca çok değişti, çok yol aldı...
türkiye daha öncesinde bilmediği, hazır olmadığı acayip bir futbol olayıyla karşılaştığı için afalladı.
gerçekliğine sonradan varılacak, önemi veya önemsizliği sonradan anlaşılacak bir maç oldu.
futbolun kendini algı dışı bırakan hali, saraçoğlu stadında en elle tutulur kalan şiddet faktörünü öne çıkarttı: şiddetin çevresinde yer alan herkese tepki var. şiddet yanlılarına da, şiddeti önleyemeyenlere de. şiddet severler de kendilerini savunamıyor, yöneticiler de. kimse de kendini artık ayrıcalıklı ve dokunulmaz hissetmiyor.
6-0'lık skor, etkisini acayip bir şekilde yansızlaştırarak, darbeyi futbolun en geri kalmış kesimine vurdu...
kimse gizlenemiyor: medyada "aşırı güvenlik" diye uydurma bir tanımla sunulan bütün polisiye taktikler gene boşa çıktı. standart dışı ve haksız bir uygulamayla fiziksel çatışma ortamının önlenmesine çalışıldı. yaygınlaşma, toplumun içlerine sızma özelliği çok daha büyük, orta vadede toplum yapısında daha kalıcı ve yıpratıcı etkilere sahip olan duygusal şiddet tamamen serbest bırakıldı...
polis, her türden şiddete karşı aynı sorumlulukla yaklaşmayı bilmediği için nerede ne kusuru olduğunu bir türlü kavrayamıyor, ahlaki cinayetlerin faillerini gözaltına almıyorlar. polis istatistikleri kırık kalpleri ve inançsızlaşan ruhları kaydetmiyor.
saraçoğlu stadında sayısız cinayet teşebbüsü oldu. cinayetler fikirsel olarak tamamlandı, eksik kalan eylemler de ya görmezden gelindi ya da örtbas edilmeye çalışıldı.
sahaya atılan bıçağı tam bir sorumsuzlukla, tam bir profesyonellik dışı işgüzarlıkla avucuna sotelemeye çalışarak, güvenlik görevlilerine teslim etmeyen kemal dinçer, tamamlanmamış bir cinayet girişiminin yardakçısı mıdır değil midir?
o bıçak eğer bir galatasaraylıyı yaralasa veya öldürse, aynı kemal dinçer hastane ya da mezarlıkta yüzünü hangi sahte hüznün acısıyla gölgelendirecekti?...
6-0 bir fenerbahçe galibiyetidir ama bireylerin galibiyetleri kulüplerinin galibiyetlerine değil, insanlığa karşı belledikleri sorumluluk inancına bağlıdır.
bu maçta kadro dışı bırakılan fenerbahçeli oktay ve abdullah oynamadılar. 9 aralık 2003 tarihinde ortega, lorant ile tartışarak devre arası kampını terk etmiş ve 25.000 dolar ceza almıştır. 12 şubat 2003'te gittiği hollanda - arjantin milli takım kampının ardından fenerbahçe'ye dönmeyeceğini açıklayıp kulüpten ayrılmıştır. washington'da anjiyo (!) olarak sezon boyunca takımla çalışamamış ve gönderilmiştir. takım bundan sonra devre arasında oğuz çetin'i antrenörlüğe getirdi. ligi beşiktaş şampiyon tamamladı, galatasaray ise ikinci oldu. fenerbahçe ise ancak 6. sırada ligi bitirebildi.
maç sonrası fenerbahçe cephesinde çılgın bir kutlama varken, galatasaray'da ise çöküntü vardı. maç sonrasında werner lorant duyduğu gururu ifade ederken, "hiç böyle bir sonuça ulaşamamıştım. böyle maçlarda bu skorlar nadir oluşur" diyordu. ama yine ortega'yla ilgiliyi soruya arjantinliyi kızdırabilecek bir yanıt veriyordu: "bulunduğum yerden göremedim. umarım 1 maç ceza alır." ortega'yı harcayan adamdır işte bu lorant 6-0'a rağmen.
terim ise maç sonu açıklamasında tüm suçu üstlenirken; "bunda sorumlu varsa, bu ne başkan, ne de yönetim kuruludur. galatasaraylılar bunu hak etmedi. transferinden, sisteminden taktiğine kadar bu yenilginin faturası bana ait. bunu birilerinin ödemesi gerekir. o kişi de benim. başkan ve yönetim kurulunun haksız olmadıklarını söylemek adına faturayı ödemeye hazırım" diyordu ve konuşmasının sonunda "yönetim kurulu ve başkan özhan canaydın'ın her türlü tasarrufuna büyük saygı duyuyorum. tek suçlu, konuşulması gereken kişi benim. camiamızın tüm fertlerinden tek tek özür diliyorum" diyerek basın toplantısını bitirdi.