tribün dergi sayı 7'de yer alan ezer bihar'ın "tebdil-i mekan ferahlık mıdır?" başlıklı yazısından;
ali şen’in klübün başına geçişi, takımın mucizevi trabzon galibiyetiyle şampiyon oluşu, galibiyetin ve şampiyonluğun baş mimarları oğuz ve aykut’un klüp’ten kovuluşları. kimilerine göre bu başkan’ın hatasıydı. tamam, oğuz ve aykut değerli futbolculardı fakat başkanlar ve futbolcular geçici, takım ve taraftarlık kalıcıydı. (bkz. tribün sayı:5 s:54 genç fenerbahçeliler grubu adına sertan: “biz hancıyız!”) benim için böyle olmadı. önceleri seyrettiğim takımdan zevk almamaya başladım. hatta gizliden gizliye gol yediklerinde, yenildiklerinde sevinmeye başladım. gördüğünüz gibi, artık benim için “biz” değil, “onlar” vardı. gözüm, idol oyuncularımın transfer olduğu yeni takımın üstündeydi. bu klüp zaten 1. lige çıktığından beri iddialı olmaya çalışan, isimli hocalar ve oyuncular getiren bir takım hüviyetindeydi. başlarında da her alanda en önde olma konusunu saplantı haline getirmiş, biraz bu duyguyla, biraz hevesle, (tahminen) epeyce de kara para aklama arzusuyla bu işlere bulaştığını sandığım cem uzan gibi bir başkan vardı.
ve taşlar yerli yerine oturmaya başladı. benzer renkler, benzer idealler (şampiyonluk ve avrupa’da başarı), sağlam bir kadro, tanıdık yüzler (gökhan, halilagiç, oğuz, aykut, sergen, atakan, gerson, emre aşık, müzmin sakat salenko) vs... yeni durağım belliydi artık. umbro marka sarı formamı satın alıp istanbulspor’lu olmuştum.
malatya’da malatyaspor’u, erzincan’da erzincanspor’u tutabilirsiniz, yadsınacak bir durum yoktur. fakat durum, türkiye’nin merkezinde, istanbul’da, diğer şehirlerde yaşayanların büyük çoğunluğun tuttuğu bir takımı bırakıp istanbulspor’u tutmaya geldiğinde işler değişti tabii. maçlara gitmeye başladığımda statlardaki sessizliğe ve sakinliğe alışmam zaman aldı. her içsaha maçında maçımız başka bir statta oynandığı için, üniversiteye yeni başlayan mimarlık öğrencileri gibi büyük statları gezmek (bir hafta inönü’de, ertesi hafta ali sami yen’de ve takip eden hafta kadıköy’de ve her hafta birbirini düzensiz takip eden bu sıralama ile değişik mekanlarda) benim için değişik bir tecrübe oldu. 30 bin kişilik stadlarda maksimum 5 bin kişiye oynanan maçlar, gündüz maçları, maç öncesi şovlarda tezahürat yapan küçük grubun çok fazla oyuncunun adını bilmemesi yüzünden oğuz ve aykut’un tribüne 6 defa çağırması (önce ayrı ayrı, sonra elele, sonra sergen’le birlikte sonra tekrar ayrı ayrı vs...), bütün maç boyunca sarı – siyah – şampiyon - istanbul tezahüratının tekrarlanması gibi olayların ne anlama geldiğini “büyük takım” taraftarlarının anlaması kolay değil. bu arada formamın yanına sarı-siyah bir atkı da eklemiştim. kız arkadaşım hasta yatağında yatarken ben istanbul-van maçındaydım. bugün kız arkadaşımın rahatsızlığının ne olduğunu hatırlayamıyorum ama maçın sonucu 6-3 lehimizeydi.