halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
şarkılar, türküler içinde belki de en doğrusu bu : "hatasız kul olmaz!"
spiker ise, hiç hatasız olmaz.
sorarlar, bana zaman zaman: "mikrofonda hiç hata yaptın mı?" diye.. yapmaz olur muyum? ama, az hata yapmaya çalıştım, bir... bir de hata yaptığımda, o hatayı örtmeye çalışarak, ikinci bir hataya düşme yoluna sapmadım. hatamı açık açık söyledim ve düzelttim. daha fazla hata yapmışımdır ama, bence önemli bir hatamı hemen anlatayım.
o hiç yapılmazdı. düşünülmezdi bile... coşkun özarı milli takım teknik direktörü iken bir söyleşimizde, "galatasaray'daki bülent iyi form gösteriyor. düşünmez misin?" demiştim. bülent ünder'le bir yakınlığım yoktu. sahada görüp beğendiğim, yetenekli bir gençti. bu nedenle çeşitli isimlerden bahsederken, onun adını da ben söylemiştim. coşkun özarı, "evet", dedi, "haklısın ben de izliyor, beğeniyorum. milli takım'da yararlanmayı düşündüğüm gençlerden..."
aradan günler geçti, galatasaraylı bülent, formunu sürdürerek, milli takım'a girdi. bir gün galatasaray'la beşiktaş karşılıyordu. oyunun sonlarına doğru bir oyuncu değişikliği yaptı galatasaray... önümdeki, kadroların yazılı olduğu kağıda baktım. çıkan futbolcunun numarasını çizdim. yerine giren oyuncunun sırtına baktım. onun numarasını da kağıtta buldum. çarpı işareti koydum, "oynuyor" anlamına.. ve anlatmaya devam ettim... "..galatasaray bir değişiklik yaptı. sarı-kırmızılı takıma yılmaz girdi... yılmaz oynuyor şimdi.."
akşam, eve geldiğimde bir telefon: "ben bir sporseverim. bugün maçta elimde portatif radyo vardı. seyrederken, sizi dinliyordum. oyuna yılmaz'ın girdiğini söylediniz. oysa, bülent girmişti galatasaray'a..."
kıpkırmızı kesildim çok utandım. onca tanıdığım, üstelik beğendiğim bir futbolcuyu tanıyamamış olduğum için.. daha sonra iki telefon geldi. onlar da hatamı yüzüme vuruyorlardı. ne söyleseler haklarıydı. fakat, en çok bülent kardeşimle karşılaşınca üzüldüm:
-üç beş dakika oyuna girdin bülent dedim, o yüzden de benim başıma gelmeyen kalmadı.
- ya benim, dedi bülent, ya benim başımı gelenler.. maçtan çıkıp eve gittim. annem niçin oynamadığımı sordu. oynadığımı söyledim. 'spiker halit bey söylemedi. oynasan söylerdi.' dedi. ben de ısrar ettim. evdekiler, "biz bunca yıldır halit kıvanç bey'ln yanlış söylediğini duymadık. haydi, haydi, niye oynamadığını söyle" demezler mi?
bülent'e her rastlayışımda, bu olayı hatırlar ve güleriz.
tanımak deyince.. haaa bakın, oyuncuları sahada gayet iyi tanırım da.. dışarıda, giyimli kuşamlı aynı rahatlıkta tanıyamam.. hele sık beraber olmadığım futbolcuları... fakat, futbolcu giyimiyle sahaya çıktılar mı, hele birkaç hareket yaptılar mı, hemen tanırım. bu konuda çok sormuşlardır: "futbolcuları nasıl tanıyorsunuz?" diye... özellikle yabancıları nasıl tanıdığımı merak edenler çoktur.
bir spiker, her şeyden önce futbolcuları o alanda çalıştığı için tanır. bir otomobil teknisyeninin arabanın parçalarını tanıması gibi.. hayatı onlarla birlikte geçtiği için.. spiker de hayatını birlikte götürdüğü sporcuları tanır. sonra, sırt numarası, iyi bir tanıma şansıdır. onun dışında, futbolcuların yürüyüşleri, top sürüşleri, kafaya çıkışları, koşuşları, hepsi hepsi farklıdır. bu fark da insanın kafasına yerleşir. böylece tanıma kolaylaşır. yabancılara gelince, onları da izleyerek tanırız. filmlerden hatta fotoğraflarından.. televizyon yokken, yabancı futbolcuların dergilerdeki resimlerini keser, saklardım. onlarla ilgili maç oldu muydu, arşivimden resimlerini çıkarır bakardım. maçtan önce de mümkünse, soyunma odalarına gider, yine mümkünse antrenmanlarını seyrederek kendilerini daha iyi tanımaya çalışırdım. yani numaraları, hareketleri, siluetleri, özellikleri futbolcuları tanımamızı sağlar. bir ara uzun saç modası varken, bazılarını tanımak güçleşmişti. hepsi bir örnek gibiydi. saçlar kesildi, tanımak daha kolaylaştı.