ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
komik... komik, evet... romanya'nın steagul roşu takımıyla, kavak ağaçları ile çevrilmiş bir statta oynuyor, bugünün amatör takımlarından hallice bir takıma, son üç dakikada uç gol yiyerek yeniliyorsunuz. komiklik, o gollerin yenmesi için yapılanlarda aslında. futbol bu, her şey olabilir... zaten her an her şeyin olabilirliği çeker bizi meşin yuvarlağın ardına.
evet, olabilir. peki gol yemek için özel bir çaba gösterir misiniz? cevap hayır elbette ki... ama sanlı kaptanın hâlâ cevaplayamadığı soru da bu işte: "her golden sonra neden o topu bir telaş kapıp santraya koştum?"
bunun cevabı yok. ama anımsattıkları var: "1975 yılında roşu'dan abandone bir vaziyette döndük. cumartesi günü giresunspor maçını oynamak için inönü'ye çıktık. tribünlerde çok az seyirci vardı. gelenler de protesto için gelmişlerdi zaten. kapalı tribünün deniz tarafına yakın olan kısmından bir ses geliyor ki -bugün bile tanır, hah bu ses derim- öldürür insanı, incecik... 'kaptanım be! sana artık jübile yapalım! her gün baklava yesek bıkarız be! gel tribüne de, maçı beraber izleyelim!' çıldırtacak adam beni... susmuyor, susmuyor! tabii hep o maçın yüzünden bunlar. allah kahretsin! ilk yarının ortalarına doğru bir gol attım. seviniyoruz ama kafamızı kaldırıp adama bakamıyoruz. aynı ses bu sefer başka türlü başladı: 'kaptanım be! sen olmasan biz ne yaparız be?' o gün karar verdim futbolu bırakmaya." o maç için "bir tünele girdim arabayla, çıktığımda beşiktaş maçı 3-0 olmuştu!" türünden espriler dolaşır dururdu ortalıkta. sanlı kaptan, yedikleri her gol sonrası topu kapıp santraya koşuyormuş. "bir gol de biz atalım" düşüncesinde olmalı. ama gel de, bunu tribündeki o ince sesli kardeşimize anlat... kaptan, "sesini şimdi duysam tanırım" diyor ya, gerçekten şu satırları okusa da, gelip "bendim o" diye çıksa ortalığa. çok gülerim. kaptan da güldü zaten o mütevazı, o emekbilir, o kadirşinas edasıyla...
gönül imza dinlemez
1960 yılında beşiktaş'a minik takım seçmeleri yapılıyor. antrenör de imam hayati. küçük sanlı, bu deneme maçlarına çıkıyor ve takıma seçiliyor. ama muvaffakatname derler, bir şey var. yani, aileden izin almak, üstelik bunu da belgelemek zorundasın. terler, hastalanır, okulundan geri kalır diye üzerine titrenen sanlı, futbolcu olmak istiyor. çocuk bu, ister; ama vali bey'in izni gerekli. bu izni hayatta koparamayacağını düşünen sanlı, babasının imzasını taklit eder ve kendini beşiktaş minik takımına yazdırır. böyle durumlarda bir çocuğu akıl-mantık çizgisine çekemezsiniz. hiçbir şey yapmasa kapılara tırmanır ve bayram yerini seyreder gibi izler boş stadyumu...
iki yıl minik takım, iki yıl da genç takımda oynar sanlı. taa ki, beşiktaş 1963 yılında golcüleri şenol-birol'u fenerbahçe'ye kaptırana kadar. başkan hakkı yeten'in açıklaması kulüpteki karışıklığı bastırır; "sanlı ve yusuf gidenlerin yerini dolduracaktır. göreceksiniz!"
sanlı 1963 yazında profesyonel imza atar 3 bin lira karşılığında: ueve bir sürü yiyecek almıştım o parayla. nasıl da sevinmiştim! babam bize ne kadar sevindiğini göstermezdi. ama biliyorum, içi bize karşı sevgiyle doluydu. polisler gördükleri yerde top oynamamı engellerdi. o benim okumamı isterdi, top oynamak biraz uzak gibiydi ona. böyle iki sene geçirdim. genç takıma geldiğimde artık herkes futbolcu olduğumu biliyordu. kabataş lisesi'nde okuyordum. çok kızdı, köpürdü, bağırdı çağırdı ama a takıma alındığımı öğrenince de bir şey diyemedi. içinin sevinçle, kıvançla dolduğunu bilirdim. gazetelerden benim fotoğraflarımı kesip albümler hazırlardı."
1963 yılı istanbul liselerarası futbol birincisi kabataş lisesi... aydın'daki türkiye şampiyonasına gidiyorlar. sanlı kaptan'ın öyküsünün beş ana durağı var: ilki, o demir kapıya tırmanıp inönü stadı'nı izlediği an. ikincisi, şimdi bu satırlarda okuyacaklarınız: "aydın'da türkiye şampiyonasına gittik. o ünlü yıldırım beyazıt lisesi'nin şampiyon olduğu yıl. 2-0 mağlubuz, iki gol attım, durum 2-2 oldu ama hakem bize kötü çalışıyor. bizim iyi futbolcularımızdan birini oyundan attı. ortalık karıştı. tribünden üzerimize şişe yağıyor. biz de o şişeleri alıp tribüne atıyoruz. tribünden sahaya atlayanlar oldu. muhtemelen beni yatıştırmaya gelen bir adama bir çaktım, adam yere uzandı. vurduğum adam saha müşahidiymiş meğer! dört ay hak mahrumiyeti aldım."
üçüncü durak
4 temmuz 1963'te doğum günü hediyesi gibiydi a takım çağrısı... sanlı ilk maçını beykoz'a karşı oynuyor. henüz 18 yaşında 1964-65 öğrenim yılında nişantaşı'ndaki özel eczacılık yüksekokulu'na kaydını yaptırıyor. ne de olsa vali çocuğu, eğitimi yarım kalmamalı. bu kez kaptan'ın üçüncü uğrağındayız: "devam mecburiyeti ve laboratuvara dayalı bir eğitim var. bir sabah laboratuvarda bir karışım hazırlarken, bir şeyi fazla kaçırmışım. yanımdaki kızın bacaklarına sıçradı. çorabına geldi. ben kızın çoraplarını çekiştirip güya onu yanmaktan kurtaracağım. aman allahım, öldüm bittim orada! utancımdan bir daha gidemedim eczacılığa. altı ay boyunca kapısından bile geçmedim." evet, üçüncü durak geçilmiştir...
ilk milli maç
kaptan'ın önemli duraklarından biri de, bir milli maç... 20 aralık 1964'te ali sami yen'de bulgaristan'la oynuyoruz. ali sami yen'in açılış maçı bu... tribünler tıklım tıklım. maçın başlamasına birkaç dakika kala yeni inşaat birden çökmüş ve onlarca insan yaralanmıştı. bu maç, sanlı kaptan'm a milli formayı giyeceği ilk maçtı.
onu anlatırken, yusuf tunaoğlu'nu atlamak tarihsel bir hata olacaktı bizim için. yusuf tunaoğlu... hak ettiği yeri bulamamış yıldızları arasında kayıp gitmişti birkaç yıl önce; ubenim için şimdi yusuf'u anlatmak zor, ama şunu söylemeliyim ki, yusuf türkiye'deki en büyük yetenektir. o zamanlar kıvrak, estetik adamlar vardı. çamurda top oynuyoruz. kim daha iyi çalım yapar, tekniğini gösterirse mahallenin as topçusu olurdu. şimdi herkes halı gibi sahalarda ama artık futbol onlardan makine gibi bir işleyiş istiyor. eskiden metin oktay'ı izlemeye fenerlisi de, beşiktaşlısı da gelirdi. can bartu'yu da, yusuf'u da rakip takımın taraftarı gider izlerdi tribünde. çünkü zevk verirdi futbolları. şimdi işin estetik yanı yok!"
son durağı başta anlattık zaten; sanlı kaptan'ın 15 yıllık futbol macerasının sonunu getiren roşu maçı... 1 ağustos 1975'te jübile yapıp son maçını fenerbahçe ile oynadı kaptan: "antrenörlük kurslarını bitirdim. iki yıl beşiktaş altyapısında çalıştım. sonra iki yıl a takımda militunoviç'in -şimdiki çin milli takımı'nın çalıştırıcısı bora'nın ağabeyinin yardımcısı oldum. bir yıl da menacerlik sistemi oturtmak için uğraştım, olmadı. 1981'den bu yana da basının içindeyim."