1997 senesi. kışdan bahara dönemeyen, soğuk bir mart gecesi. vasat, renksiz bir sezon. ali sami yen'de görünür bir gençlerbirliği taraftarı yok. galatasaraylı bir arkadaşımla ali sami yen'in basın tribününe gidiyoruz. (arkadaşım hayli serin ve sakin bir galatasaraylı. eski galatasaraylı günlerimden, te 1980'li yıllardan beri arkadaşız, "görelim bakalım şu senin takımını" havasında takılıyor.)
ümit özat'a hayranlığımın zirvede olduğu zamanlar. maç başlıyor ve birkaç dakika sonra, kornerdi galiba, bir ortaya ters bir vuruşla kendi kalesine atıyor ümit özat. erkenden gol yediğimiz kadar, bunun "ümit özat- kendi kalesine" diye kayda geçmesine de bozuluyorum. sonra maç dengeleniyor, orta sahada didişmeye dönüşüyor. bizimkiler iyi savunuyorlar, farkı açtırmıyorlar ama doğrusu pek bir tehlike de yaratamıyoruz. derken, sonlara doğru, galatasaray kalecisi topu oyuna sokarken ya bir arkadaşına ya bizzat ümit karan'a çarptırıyor, her ne ise, ümit karan topu önünde buluyor ve kalecinin yanından yuvarlıyor: 1-1. harika! hesapta olmayan bir puan! şahane oynayarak, pozisyon üreterek değil ama erken golle çökmeyerek, ciddiyetini koruyarak, oyunu bırakmayarak, inat eseri hak edilmiş. hiç itirazım yok. galatasaraylı arkadaşım da bozulmakla beraber bir "adaletsizlik" görmüyor bu skorda. memnun mesut ayrılıyoruz, geç otobüsle ankara'ya dönüyorum.