fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
sen yak evladım, sen yak!
başta coşkun özarı, ali hoşfikirer, fethi demircan, jupp derwall ve john benjamin toshack olmak üzere ismini sayamadığım birçok hocayla çalışma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı sayarım. fakat bunlar arasında nuri asan'ın yeri nazarımda daha bir farklıdır.
onunla aramızda hoca-talebe ilişkisinden farklı bir bağ oluşmuştu. bazen dost olan iki insan gün gelir korku içinde bu ilişkiyi sürdürmeye başlar, bu içsel korkunun nedeni, bir kez dahi birbirini incitmeyen iki dosttan birinin diğerini üzecek ya da kıracak bir andan dolayı kaygı gütmesinden başka bir şey değildir.
bir saat içinde altı iğne yediği halde hocası istediği için maça çıkmaktan imtina etmeyen bir kaleci ya da futbolcular kendini yorgun hissedince kalecinin durumu hocasına izah etmesinden dolayı o idmanın iptal edilmesi gibi, samsun'da herkes gayet iyi bilirdi ki, bu ikilinin birbirine yaptıramayacağı bir şey yoktur.
her ne kadar dillendirmemiş de olsam onu çok sevdiğimi ve saydığımı iyi bilirdi. yürüyemeyecek kadar sakat olduğum bir gün her zamanki sevecenliğiyle beni hasta yatağımda ziyarete gelmişti. "evladım, görüyorum çok bitkinsin ama sana ihtiyacımız var. gel kulübe birlikte gidelim, aramızda ol yeter" dediğinde ne pahasına olursa olsun onu kırmayacağımdan öylesine emindi ki! tabii kulübe gittiğimizde "hadi, eşofmanları giyerek kendini bir dene istersen? iyi değilsen kulübede oturursun" dediği zaman kafamı karmakarışık edeceğinden de... aramızda aşağıdakine benzer diyaloglar sık sık yaşanırdı:
- iyi değilim hocam. - yok, yok iyisin, iyisin. - kendimi güçsüz hissediyorum. - gayet normal, kaç gündür idman yapmadın. - hocam, beni oynatırsan takımı yakabilirim! - sen yak evladım, sen yak!
bu diyalog, 1988 yılında, bir kurt köpeğinin sahaya girdiği samsunspor-altay arasında oynanan maç öncesinde yaşandığı için, inanın o anda üzerime doğru koşan king kong dahi olsa umurum olmayacaktı. böyle zamanlarda usulca nuri hoca'ya boyun eğerdim ve paşa paşa kaleci kazağımı giydikten sonra tereddütlü bir güven hissi içinde kale direklerinin önüne yollanırdım.
bazı hocalara olağanüstü güçler atfedilerek, onların soyunma odalarında sihirli sözlerle oyuncuları büyüledikleri zannedilir. bu savın gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur, david copperfield'lere futbol sahalarında öyle kolay kolay rastlanmaz.
80'li yıllarda bazı milli maçların öncesinde hüngür hüngür ağlayarak takıma moral vermeye çalışan yöneticiler vardı, onların ağlak ifadeleri yanında o gözyaşlarıyla kafa bulan futbolcuların anlamsız bakışları da hafızamda halen tazeliğini koruyor. ama nuri hoca'nın sözlerini hamaset kokan bu laf kalabalığından ayırt etmek lazım. nuri hoca, marazi hallerde oyuncuların galeyana getirmeye çalışan histerik hocalardan farklı bir portre çiziyordu. ağzından çıkan her cümle kimi zaman muhteris imalar taşısa bile, bize bu oyunun kurallarını hakkaniyet ve ahlâktan uzaklaşmadan uygulamayı telkin eder gibiydi.