normalde benim içim bir araya gelebilecek en kötü ikililerden biri pazar günü ve “soğuk, yağmurlu ve gri bir hava” olmasına rağmen (behzat ç. sezonu açtığında pazar günüyle barışabilirim) bir alkara olarak maraton’da ilk defa maç izleyecek olmanın heyecanıyla erken kalkıp kahvaltı bile ettikten sonra (ki normalde benim özne, pazar gününün zaman zarfı olduğumuz bir cümlede bu fiiller yüklem olamaz) maça gitmek üzere onur’la yola çıktık. cumhurbaşkanlığı kadınlar kupası nedeniyle hayli uzun süren bir park yeri arama mücadelesinin ardından stada girdiğimizde karşılaştığımız ilk sürpriz girdiğimiz noktada bilet gişesi olmadığıydı. ben daha önce ankara’da gittiğim tek gençler maçına abreg’in desteğiyle kombineli gittiğimden, ve hangi gişeye gitmemiz gerektiğini sormayacak kadar da özgüvenli olduğumuzdan, uzun bir yürüyüşle ancak deplasman gişesine varabildik. tam doğru gişeye ulaşmak için gençlik parkı’na yürüyorduk ki içeriden ilk golün sesi geldi. daha fazlasını kaçırmamak için hızlanırken aklımıza gelen ilk şey, benim dışarıda tur atıyor olmamın takıma uğur getirmiş olabileceği oldu. bunun üzerine içeri girdikten sonra gol yersek benim tur atmak üzere dışarı çıkacağım konusunda anlaştık ve biletlerimizi alıp içeri girdik. neyse ki 22. ve 33. dakikada gelen gollerden sonra, dışarı çıkmak şöyle dursun ben kendimi “44, 55, 66,77, 88 diye gitse bu maç 8–0 bile bitebilir” diye düşünürken buldum. olmayacak gibi de değildi hani. tamam, abartmayayım ama 6 olurdu bence. başka maçlarda artık:-)))
maça gelirken, tribünde kimseyi tanımıyorum diye düşünüyordum, samsun deplasmanında tanıştığım mali’yle karşılaşmak güzel bir sürpriz oldu.
perşembeden cumartesi’ye kadar diyarbakır’da ve ankara’da geçirdiğim günler, eğer bir poker eli olsaydı floş olurdu. gençler sayesinde bu haftayı floş royalle kapattım. darısı diğer haftalara…