halâ rüya görüyor gibiyim. bir türlü kendime gelemedim.
yakınlık, sotluk, alâka bunların hepsi var. bana yabancılık çektirmemek için spor hayatımda büyük bir değişiklik yaratan hidekguti, elinden gelen bütün gayreti sarfediyor. ne iyi, ne fevkalade adam hidegkuti... yok, yok. haksızlık etmemeliyim. şu anda iyi olan yalnız hidegkuti değil. istanbula gelip beni seyreden ikinci reis ristori, yardımcı antrenör chiapella, bütün idareciler, takım arkadaşlarım, hattâ, hattâ hamrin bile...
ya floransalı seyircileri «via bartu» diye bağırışlarıç hâlâ kulaklarımda çınlıyor. mübalâğa ediyorum sanmayın kendi vatanımda, o gözümde tüten mithatpaşada ancak bu derece sıcak, bu derece samimi bir hava görebilirim.
halbuki, italyaya moralim kırık gelmiştim. dünyanın sayılı şöhretleri içersinde ne yapacağım endişesi beni korkutuyordu. bu kâbustan kolay kolay kurtulacağımı tahmin etmiyordum da... sivori'ler, angelillo'lar, charles'lar, suarez'ler, bunlar benim mecmualarda resimlerini gördüğüm, gazetelerde hayat hikâyelerini okuduğum futbol ilâhları idi. ve düşünün bir kere. beşiktaş maçını oynayan mütevazi türk futbolcusu can bartu, tam bir hafta sonra, fiorentinanın yeşil zeminli comunale stadına çıkacak. torinoya karşı oynayacak. maçtan bir gün evvel, ameliyata hazırlanan bir hastanın ruh haleti içersine gömüldüm. sabit noktalara gözlerim takılıyor ve dalıp dalıp gidiyordum. kara kara bulutlar, şimşekler, yıldırımlar başımda çakıyordu.
nihayet maç saati gelip çattı, idarecilerin bir kısmı benim oynatılmamam tezini müdafaa ediyorlardı. bundu haklıydılar da. zira ben dahi ne yapacağımı bilmiyordum. onlar haydi haydi şüphe edebilirlerdi benden...
fakat hidegkuti «hayır» diyordu. «can bugün torino'ya karşı oynanacak.»
aman yarabbi! ne zaman, ne şekilde ve ne yaparak macar hocaya bu kadar itimat telkin edebilmiştim? bir csepel maçı. o kadar.
içimden bir ses «keşke oynatmasa» diyordum. «ya rezil olursam. ya halk beni ıslıklarsa?»
bir dost, bana floransalı seyircilerin çok müşkülpesent olduğunu söylemişti. iyi oynayan krallar gibi muamele görür. kötü oynayan kulaklarına pamuk tıkayıp çıkmalıdır sahadan.
ve oyun başladı. ben kendimi akıntının seyrine bırakıverdim. o asap gerginliğim, o kasık halim bir anda gidiverdi üzerimden. ilk 10 dakika karanlıkta yolunu bulamıyan adam gibi oradan oraya koşmuşum. bunu bana maçtan sonra hidegkuti söyledi «ne yapmak istiyordun can?» diye sordu.
sonra istanbuldaki gibi oynamaya başladım. rahat ve sakin. maçın kaçıncı dakikası idi, hatırlamıyorum. milani bir pas uzattı, üzerime oynayan ve biraz da topa sert giren rosato ile karşı karşıya geldik. topu sol ayağımla kepçeledim. ve rosato'nun etrafında bir top attım. aynı, aynı, istanbuldaki gibi. sağ hafa benim sol ayağımla topu götürüşüm ve etrafında bir daire çizişim, çok ters gelmiş olmalıydı. kafamı kaldırdığım zaman rosato'nun bir heykel gibi olduğu yerde durduğunu gördüm. işte, ilk «turko, bartu» sesi o zaman yükseldi tribünlerden. bir maniayı atlayan atletin heyecanı içersinde artık önüme gelene çalım atıyor ve hidegkuti'nin tavsiyesini her hatırlayışın, topu en müsait arkadaşıma aktarıyordum. robotti'nin tam bu sıralarda frikikten bir gol kaydetmesi benim karanlık bulutlarımı bir anda büsbütün dağıttı. bütün düşüncem oyun içerisinde hem kendimi göstermek, hem de johnsson'u tutan ve bana yukardan bakan hamrin'i mahçup etmekti.
sıkışık pozisyonda dahi olsa topu ayağıma her alışımda onu arıyordum. seri, süratli, civa gibi bir futbolcu hamrin. attığım iki pası o kadar güzel kullanmıştı k. elimi belime koyup seyretmişim hamrin'i.
bir ara da kendimi yediğim bir tekme ile yerde buldum. gözümü açtığım zaman fiorentinalı bütün futbolcular başımdaydı. şefkatli ve samimi bakışlar... ama yine kolumdan tutup beni kaldıran antrenörüm hidegkuti oldu. sonra hep birden bana soyunma odasında «can» dediler, «italyada futbol sert oynanır. hele sen yenisin. bütün müdafiler seni yıldırmak isterler. sen de takır takır her topa gir.»
kafamda sanki bir diktafon var ne söylerlerse hepsi aynen hafızama yerleşiyor. italyada biraz da uysal adam oldum galiba. ben de sert girdim. ben de hırsla torinolu müdafilere çarptım, çalım attım, hamrin'e verdiğim son pas onunla aramızdaki buzları bir anda çözülüp eriyivermesine sebep oldu. isveçli golü attıktan sonra koştu ve beni yanağımdan öptü. tribünlerden «viva turco bartu» sesleri yükseliyordu. ve ben en çok çekindiğim hamrinle birlikte comunale stadını ağır ağır yürüyerek kolkola terk ediyordum. bu, belki de yeni bir devrin hayırlı bir başlangıcı olacak.
siz dua edin. ben gayret edeceğim. şimdilik hoşça kalın benim sevgili vatandaşlarım.