(nice'deki fenerbahçe - nice maçını tâkip eden milliyet ekibinden halit kıvanç yazıyor)
1
jacqueline nasıl maskot oldu
21 yaşındaki güzel fransız kızı, otomobilinin direksiyonunu sola kırdı ve sonra da sert tavırlı trafik polisine sinirli sinirli hitab etti: «acelem var9 hava alanına gidiyorum.» polis kaşlarını çattı: «hay hayf ama bu yol kapalı.» cevabını verdi ve ilâve etti: «olanlardan haberiniz yok galiba!»
gerçekten jacqueline'in olanlardan haberi yoktu. o şimdi sadece ve sadece havaalanına bir an önce yetişmek istiyordu. eğer alana vaktinde yetişemez ve uçağı karşılayamazsa çok, ama çok üzülecekti. saatine baktı: üçe yirmi vardı. «eh» dedi yanındakilere «bu şıkışıklıkta zor yetişiriz» doğrusu cote d'azur 36 yıldır böyle hava görmemişti. milyonerlerin daimi yazlığı nice şehri şimdi devamlı yağmurdan iliklerine kadar ıslanıyor, her geçen dakika yağmur biraz daha felaket halini alıyordu. işte jaequeline otomobilini sürerken sık sık durmak zorunda kalıyor ve bu anlarda sağına soluna bakınca heyecanlanıyor korkuyordu. aman yarabbi! ne olmuştu buralara? sokaklar birer ırmak haline gelmiş, dükkanlara su girmişti. kadınlar, erkekler paçalarını, eteklerini sıyırmış, çıplak ayakla su içinde yürümeye çabalıyorlardı. jacqueline de bu ellim manzaraya rağmen bir an önce hava alanına yetişmek için çırpınıyordu. seller içinde beklemekten saat üç buçuğu bulmuştu. eyvah! yetişemiyecekti uçağın gelişine. uçak saat 4 de inecekti. bilmiyeceklerdi bakıp da meydanda onu göremeyince kabalığına vereceklerdi. halbuki ona istanbul'da ne kadar yakınlık göstermişlerdi. doğrusu jacqueline, türklerin bu misafirperverliğini ömrü boyunca unutamıyacaktı. bir an başını arkaya çevirdi ve otomobilinin gerisinde oturan bizlere. «neyse ki, dedi, %siz durumu görüyorsunuz. yetişemezsem bunun sırf yağmurdan, yolun sellerden tıkanmasından ileri deldiğini milliyet'e yazarsınız.»
ama jacqueline, her şeye rağmen saat tam 4ü 20 geçe meydana varmıştı. aynı anda kuyruğunda türk bayrağı taşıyan bir viscount ucağı da nice hava alanının pistine iniyordu. az sonra uçak duracak ve içinden sapsarı yüzlü yolcular çıkacaktı. bunlar, türk futbolunda isim yapmış tanınmış simalardı hep. roma ile nice arasındaki yolculukları pek sıkıntılı geçmiş, kara bulutlar arasında fazlaca sallanmışlardı. fakat nice hava alanı binasına girince bir an kendilerini toparlamak ve nezaket formülünü yerine getirmek zorunu hissettiler. işte karşılarında istanbul'da nice takımının maskotu olarak milli kıyafetiyle sahaya çıkan jacqueline richler vardı. hemen fenerbahçe kaptanı naci, güzel maskota uzanıyor, fakat aynı anda jacqueline richler'e «yooo», diyordu, «bu sefer öpmek yok... size uğur getiriyor her puse...» ama naci, hiç değilse güzel fransız kızının elini öpecekti. elini de olsa, bu öpme iki gün sonra fenerbahçeye yine bir gol getirecekti. ancak yanağından değil de elinden öptüğü için bu seferki gol penaltıdan olacaktı.
19 kasım perşembe günü mithatpaşa stadına gelenler, sahanın ortasında gördükleri maskot jacqueline için «aööa da maç hastası» hükmünü vermişlerdi. halbuki işin aslı tamamen başka idi. jacqueline richler, futbolu seviyordu. üstelik doğma büyüme nice'li idi. nice futbol takımını tutması da normaldi. lâkin gene kızın bu ilgisi fazla derin değildi hele takımın maskotu olacak dereceye asla varmıyordu. bütün hikaye bir akşam arkadaşlarının «türkiye'ye seyahat var. gider misin?» diye sormaları ile başlamıştı. jacqueline'nin mali durumu iyi idi. nice'in ba,lacuas caddesinde 10 numaralı apartmanın 5 inci dairesinde annesiyle beraber oturuyor ve müreffeh bir hayat sürüyordu. annesi, güzel kızının kaprislerine hemen her anne gibi boyun eğiyordu. «ama bu bir kapris değil» dedi annesine... en teresan bir seyahjat fırsatı idi. ve böylece jacqueline nice futbol takımının bulunduğu uçağa bindi. antrenör luciano, futbolcularının arasında genç kızın bulunmasından pek memnun olmamıştı. ve kendisine yol boyunca hiç de güler yüz göstermedi. nihayet uçak istanbul'a varmıştı. bu seyahati organize edenler bir fransız foto muhabiri jacqueline'e milli elbiseler giyirmiş ve onu istanbul'a öyle tanıtmıştı. genç kız önce bunun mânasını anlamadı. seyahate dünya kadar para ödeyerek katılmıştı. maksadı maç değil, sadece istanbulu görmekti. lâkin şimdi bir emrivaki karşısında kalıyordu. çaresiz kabul etti. hatta maç günü stadın ortasına çıkıp foto muhabirlerine poz vermeyi de kabul edecekti. ertesi günü istanbul gazetelerinde isminin ve resminin altında «nice'in güzel maskotu» ibaret ini görünce, kendisinin maskot olarak çıkarıldığını anlayacaktı. farkına varmadan nice takımının maskotu oluvermişti. halbuki mithatpaşa stdındaki 10 binlerce türk seyircisi onun nice takımının her zamanki maskotu olduğunu zannediyordu.
işte jacqueline'in şimdi istanbul'da gördüğü yakınlık ve ilgiye mukabele olmak üzere nice'de hava alanına fenerbahçelileri karşılamaya gelmişti. ancak işin garibi kendi futbolcuları tanımıyordu, hatırlamıyordu. aslında nice takımı futbolcularını da istanbul seyahatine çıkmadan pek tanımıyordu ya... hava alanında jacqueline, yanındaki türk gazetecilerine kapıdan giren futbolcuları gösterere:k «kaptan hangisi» diye soruyordu.