bir… iki… üç derken birçok genç kız otelin salonuna girdi. hepsinin tek arzusu var. milli takım futbolcularından imza almak… çocuklar gayet munis, gayet mütevazi uzatılan defterleri, kâğıtları, blok notları imza ederken en ufak bir şey dahi duymuyorlar. genç kızları hocaları ile gelen bir okulun üçüncü sınıf öğrencileri takip ediyor. arkadan gelen… ve mütemadiyen gelenler… onlar gidiyor bir bakıyorsunuz bir hanım kolejde okuyan çocuğunun elinden tutmuş «zeynel ağabeysi» diyor, «oğlum sizden imza almak için beni tâ evden buraya kadar getirdi. size söylemeye utanıyormuş. lütfen…» derken aynı sözleri mustafa için, can için, şeref için velhasıl çocuğun imza alamadığı her ay-yıldızlı formanın sahibi için tekrarlayıp duruyor… disiplin var kampta. anlayış var kampta ve herşeyden önemlisi arkadaşlık var kampta.
aydın, takımının bursada aldığı galibiyetlerden çok sevinçli… turgay, can’ın sakatlığına üzgün. can «oynıyamam» diyor ama dün bileğinin daha iyi olduğunu da söylemekten kendini alamadı. başta kaptan olmak üzere bütün arkadaşları «inşaallah» diyorlar, «inşaallah oynarsın…» suat altı ay ceza verildiği söylentisine hayli üzgün görünüyor. ismail onu teskin etmek çabasında. özcan, ordu takımı kamp müdürü yüzbaşı ismet sertkayaya telefon etmekle meşgul… ama hepsinin birleştiği bir nokta var: pazar günkü romanya milli maçı… ve hepsi – bu defa romenler birbirlerine sarılarak ayrılamayacaklar sahadan -, hepsi hırslı, hepsi inançlı ve hepsi vazifesini müdriktiler. o sırada coşkun özarı ve kamp müdürü fuat yolal «haydi çocuklar tiyatroya gidiyoruz» diye sesleniyorlar.