1994-95 futbol sezonu holger osieck idaresindeki fenerbahçe açısından fevkalade iyi başlamıştı. uzun yıllar süren sessizlik döneminin bitmesi bekleniyordu. ligde sırasıyla zeytinburnu, ankaragücü, denizlispor ve kocaelispor engelleri kayıpsız geçilmiş, uefa kupası ön elemesinde ise azerbaycan temsilcisi turan iki müsabakada da mağlup ederek 1. tura çıkılmış ve rakip fransa’nın cannes takımı olmuştu. medya fener’i yere göğe koyamıyor, “bu fener’i kimse durduramaz” başlıkları manşetleri süslüyordu. fenerbahçe’li halaoğluna turun hiç de kolay olmadığını söylediğim zaman aldığım cevabı hiçbir zaman unutamam;
-cannes mı? o da kimmiş? ben hiç adını duymadım onun. (ona göre güçlü olmanın kriteri daha evvel rakibin ismini duyup duymadığıydı.)
-ama fransız takımı!
-hiç fark etmez. o bizim için üzümlü kek...
hadi, keki anlamıştım da üzümlüsü nasıl oluyordu bir türlü aklım ermemişti.
fransa’daki ilk maçı 4-0 kaybeden fenerbahçe yurda dönmüş ve arada bir de vanspor mağlubiyeti almıştı ama medyanın gazı bitecek gibi değildi. onlar dört attıysa biz beş atacaktık. hatta unutamadığım sahnelerden birisi de bilet kuyruğunda bekleyen bir taraftara “maç ne olur?” diye sorulduğunda verdiği kısa ve net cevaptı; 7-1 alırız. muhabir golleri sorsa eminim onları da söyleyecekti.
maç tam bir fiyasko olmuştu.
işin asıl ilginç yanı ise ben de dahil pek çok kişinin bu iki maç sonunda cannes’ı kolay kolay yenilmeyecek bir takım olarak kabul etmemizdi. (yani sorun asla fener’de değildi. cannes’a kim olsa yenilirdi. ) uefa kupasını alır diye beklediğimiz cannes 2. turda bir polonya takımıyla eşleşti ve iki maçını da kaybederek elendi. bir de cannes'da kozniku diye bir hırvat forvet vardı. silindi gitti çocuk. halbuki çok iyi yerlere gelir diye bekleniyordu.