koşarak polis kontrolünden geçerken tuhaf tuhaf gözlerime bakan genç bir polis memuru hayretle sordu; - tek başına, bu havada maça mı geldin abla? soğuk mu soğuk bir ankara günü, tarih 15 ocak 2008, günlerden çarşamba. birkaç gündür yağan kar durmuş, ankara'nın ayazında her yer buz kesmiş. şehrimin takımı gelmiş adana'dan ankara'ya. karanlık ve soğuk havasına 30 yıldır alışamadığım ankara'ya sıcacık adana'nin güneşini getirmiş çocuklar, "gitmeliyim" dedim. öğleden sonra 3:30 da işten izin alıp fırladım 19 mayıs stadyumu'na. taraftar grupları, kırmızı şimşekler ve mavi şimşekler birlikte oturacaklar dediler, kaçırmayayım dedim bu dostluk şölenini. hem gençler tribününde arkadaşlar da var, güzel olacak. oysa biletimi alırken bu planın gerçekleşemediğini öğrendim, üzüldüm. tek başıma demirspor tribününe girerken ulusal marşımız okunuyordu - milli maç olmadığı halde neden her karşılaşma öncesi okunur bilinmez; saygı mı yoksa saygısızlık mı? işte o gün ilk kez baktım dışardan görüntüme genç polis memurunun sorduğu gibi; bir başına, 50'sinde bir kadını bu soğuk havada, kat kat giyinmiş, üstünde aba gibi mantosu, kafasında kürklü şapkası ile tribüne koşturan nedir acaba?
şimdi sizi 1960'ların ilk yılları, çukurova'nın ortasında, yılankale'nin eteğinde, ceyhan nehri kıyısında cumhuriyet'in ilk yıllarında beyaz altının hayat bulduğu küçücük, herkesi, birbirini tanıdığı bir kasabaya, ceyhan'a götürmek istiyorum. hürriyet caddesi ki şimdi adı farklı, en az üç kez değiştiğini ben biliyorum, yazlık güneş sineması altında kedilerin sevgilisi kasap cici, tam karşısında fenerbahçeli terzi halil ağabey, bir yanında eşe fatma'ların evi, onların oğlu necmi; beşiktaş'a gönül vermiş şimdi, tam da çarşı grubuna yaraşır. diğer yanda kalabalık bir ailenin yaşadığı iki katlı bir ev. bu kalabalık ailenin iki delikanlı oğlu; benim sevgili dayılarım... büyüğü yalçın, fenerbahçe için canını verir, can bartu'ya benzerliği onu mutlu eder. küçüğü kemal hasta mı hasta galatasaraylı. onların evinin karşısında da yeni evli arkadaşlan, nedim ve nedime yaşarlar; bembeyaz duvarlan olan evlerinde. o güzelim beyaz duvarlı ev sanırsınız mahallenin o hafta oynanan maçlarının tabelası - şimdilerde score board diyoruz. maçların radyodan dinlendiği dönemler. şimdi grafiti sanatçılarını utandıracak biçimde maç sonuçları yazılır kara kömürle o bembeyaz duvara. takımı o hafta en ezici galibiyeti alanın büyük bir gururla yazdığı sonuçlar gelen geçene bilgi verir, işte böyle bir ortamda dayılarıma spor-toto tahminleri yaparak futbol dünyasına girdim. ceyhanspor'un 3. lig'de (şimdiki tff 2. lig), adanaspor ve adana demirspor'un 1. lig'de (şimdi türkcell süper lig) başarılarla dolu mücadeleleri sırasında futbol, ailecek gidilen eğlence, zaman içinde kaçırılmaması gereken bir şölene dönüştü. o seneler ceyhan'da henüz stad inşa edilmemişti. cey-hanspor iç saha maçlarını adana veya osmaniye'de oynardı. ceyhanspor'un deplasmanda olduğu haftalarda 1. lig maçı izlemeye adana'ya demirspor veya adanaspor maçlarını izlemeye gidilirdi, hem de 8-10 kişi. ama bir türlü ikna edememiştik babamı bizimle birlikte maça gelmesi için, sevmezdi futbolu, sevemedi de. annemin bizleri toplayıp maça gitmesinden de pek hoşlanmazdı. hafta sonlannı iple çekerdim. işte o günlerde ilk futbol terörü ile osmaniye'de tanıştım. dilo yaşar ağabey'in minibüsüne doluşarak gidilen bir maç dönüşünde, hep rakip takımın yanında olan osmaniyeliler, biz ceyhan taraftarlarını küfür ve taşlarla yolcu ederken atılan taşlardan biri minibüsün camını kırdı. tuzla buz olan cam parçalan minibüsün içine dağıldı. yol boyunca annem ve teyzelerim biz çocukların üstünden başından, saçlarımızın arasından cam parçalan topladılar. hafif sıynklarla atlatmıştık bu kazayı ama babamıza duyur-madık ki bir sonraki haftasonu maça gitmemiz engellenmesin. hâlâ aynı yerde olduğumuzu görmek de işin acı yanı. aynı koşuşturmaca hâlâ devam ediyor tribünlerde, stad önlerinde, sokak aralannda ve hatta kara yollarında. osmaniyelilere holigan diyemeyeceğim çünkü taraftarı oldukları bir futbol takımları bile yoktu o dönemde. rakip taraftar bile değillerdi, maksat kötülük olsun komşuya. seneler sonra, 2000 yılında kopenhag'da ingiliz ve türk holiganlan dağıtmak şehrin göbeğinde danimarka polisinin kullandığı göz yaşartıcı bombanın etkisi ile bir süre gülerek ağlamak zorunda kalmama kadar hiç kötü bir şey gelmedi başıma futbol aşkı yüzünden.
erkek baskın bu dünyada göreceli olarak, diğer anadolu kasabalarına nispeten kadınların daha özgür olduğu çukurova'da, ceyhan'da büyümüş olmak mıydı futbol aşkımın sebebi? ailem miydi beni etkileyen; belki evet. en güzel şölendi hep birlikte hafta sonlan maça gitmek. hafta içi yatakhanede iddialara girilir, tribünden inciler toplanır bir sonraki hafta kızlara anlatacak. bir keresinde, yine yatakhane de tartışılan bir iddia üzerine fenerbahçeli kuzenim hacer, adanaspor-fenerbahçe maçına mor pantolon üzerine okul formamız olan cebi armalı, gri biyeli bordo ceketi ile gelir tribüne. sebep mi? fenerbahçe kazansın diye yapılan uğur! şimdilerde "totem tutmak" diyorlar. işte günlerce konuşulacak bir hikâye. totem tutmadı çünkü adanaspor maçı 1-0 almıştı.
yoksa erkeklerin sahip olduğu özgürlük müydü beni çeken? düşünsenize, sokakta oynayamaz (yine de inatla oynadım), bisikletle gezemezsiniz, gece yalnız sokağa çıkamazsınız. dahası, anlayamadığım tuhaf mahalle baskıları yüzünden yaşadığınız yerden 45 km. ötede adana'da yatılı kız lisesinde okursunuz ama tek başınıza minibüsle aynı adana'ya gidemezsiniz. ama sebep okumaksa avrupa'ya bile gidebilirsiniz, hem de bir başınıza. ailenizin güveni sonsuzdur size ama etrafın lafı sözü sıkar canlarını. işte böyle bir dönemde erkeklerin özgür dünyasına futbolun içinden mi girmeye çalıştım, bilmiyorum. ama çok sevdim çok eğlendim, çok üzüldüm, çok bağırdım, çok ıslık çaldım ve futbolun peşinde çok ama çok koştum. gidebildiğim kadar gittim ve gitmeye devam edeceğim ta ki bacaklarımın tribün merdivenlerini tırmanabileceği zamana kadar.
70 ve 801er de bir kadının tek başına maça gidebilmesi pek mümkün değildi. bu yüzden hep kalabalıklar haline gidildi maçlara. hep birilerini aradım benimle maça gidebilecek. adana'da oynanan voleybol balkan kupası final maçına gidecek kimseyi bulamadığım zaman üzülmeyeyim diye benimle birlikte kapalı spor salonuna gelmiş ve de benden çok eğlenmişti, sevgili güzel annem. maça gitmenin mümkün olmadığı zamanlarda radyo başında dinledik maçları, yine hep birlikte. unutmak mümkün mü adanaspor'un 1. lig'e çıkışını. tüm ceyhan susmuş, sadece canlı maç yayını yapan spikerin sesi duyuluyor sokaklarda. nefesler tutulmuş, can kulağı ile adanaspor-denizlispor maçı dinleniyor. maçı 3-0 alırken adanaspor biz evde yerimizde duramıyorduk. meşude teyzem heyecandan ve sevinçten altına kaçırmıştı - öldürecek beni bunu burada yazdığımı görünce. ardından orduspor'u da aynı şekilde 3-0 yenen adanaspor grup birincisi olup 1. lig'e çıkmıştı. hele grup birincilerinin yani 1. lig'e çıkan takımların oynadığı başbakanlık kupası maçında miliç'in yarı sahadan giresunspor'a attığı golü hiç unutur mu adana? adanaspor hem kupayı alır hem de 1. lig'e çıkar. adana senelerdir böyle heyecanlara, başarılara hasret kaldı. adana'nın, ceyhan'ın futbol sevgisidir bana futbol aşkını aşılayan, kadını ile erkeği ile.
üniversite yıllarında arkadaşlarımı ikna ederdim benimle birlikte gelsinler diye maça, gidemezdim yoksa. özellikle 1980 sonrası zor olurdu tribünlerde faşizan dalgalanmalar yüzünden arkadaşları ikna etmek, işte o dönemlerde sakmırdım futbol sevgimi ulu orta açıklamaktan. çeşitli siyasi partilerin bayraklarını sallayanların yanında oturmak utandırırdı beni tribünde. cesaret edemezdim burası yeri değil demeye. oysa şimdi değil siyasi bayrak sallamak küfür bile edemiyor yakınımda oturanlar. geldi yine bizim uyarıcı (!) diyorlar.
derken oğlum 4-5 yaşına geldiğinde onunla gitmeye başladım maçlara. ankara, istanbul ve hatta avrupa maçlarına. artık anneyle maça gidecek yaşı çoktan aştı, ben yine yalnız kaldım. olsun, ne fark eder, artık önemli olan yalnız maça gidebiliyor olmam. şimdi tribünde çocuklar "keşke bizim annemizde sizin gibi olsa" diyorlar, hoşuma gidiyor. ben de onlara "siz getirin annelerinizi maça" diyorum.
önceleri radyoda can kulağı ile dinlersin maçı sonra televizyon karşısında bağıra çağıra izlersin. derken bir bakarsın ki farkına varmadan hayatının bir parçası olmuş futbol. son beş yıldır, cebimde kombine kartı ile gidiyorum gidebildiğim kadar galatasaray maçlarına. 5-6 kişilik arkadaş-taraftar grubu zaman içinde iki kişiye düştü, biri ben diğeri güdük ahmet. amca, teyze desin gencecik taraftarlar bize, ne önemi var hep birlikte bağırıyor hep birlikte gülüyor ve hep birlikte üzülüyoruz onlarla tribünde. hemen her 15 günde bir geldiğim ali sami yen stadı'na adımımı attığım anda kendimi evime gelmiş gibi hissediyorum. her maç bir heyecan, her maç bir macera. olimpiyat stadı'nda oynanan maçlara gitmek bir başka maceraydı bizim için. giderken gelirken yaşadıklarımız kitap olur.
futbolun güzel ve gülen yüzünü seviyorum. tribünlerde, sokaklarda, televizyonda ve gazetelerde dört bir tarafımızı sarmış ırkçı ve saldırgan küfürlere rağmen. oynanan güzel futbol kadar sahada ve de tribünde ufacık da olsa rastladığım insanca, centilmence davranışlar etkiliyor beni. tribünde açılan akıl dolu pankartlar, hep birlikte söylenen marşlar yüreğimi ısıtıyor. kimi zaman heyecandan ağlatıyor kimi zaman güldürüyor. maç sonu terli terli televizyona röportaj veren oyuncusunun omzuna üşümesin diye paltosunu koyan lucescu'nun bu sıcak davranışını unutabilir miyim? ya liverpool'da oynarken, rakibi ile ceza sahası içinde mücadele ederken düşen, sonrasında hakemin penaltı kararına karşı çıkan ama hakemin kararını değiştirmemesi üzerine penaltı atışını bilerek ve isteyerek dışarıya atan fowler gönüllerimizin futbolcusu değil midir? inönü stadı nda oynanan bir beşiktaş-galatasaray maçında "yeni açık" tribünün çatısından aşağıya greenpeace-çarşı işbirliği ile ip üstünde sarkarak açılan "nükleersiz türkiye" ne yalan söyleyeyim kıskançlıktan çatırdatmıştı yüreğimi. bunun gibi daha bir sürü örnek var, plüton gezegenine gösterilen destek gibi ama onları da beşiktaşlılar anlatsın.
işte bu eğlence, bu heyecan bana özgürlük yolunu açtı aynı bob marley'in bir şarkısında söylediği gibi; "football is free-dom"- futbol özgürlüktür. ingiltere' de liman işçilerinin doklarda zaman geçirmek için oynadıkları oyunun şimdilerde amatör ruhtan uzak, ekonomiyi yerinden oynatacak kadar güçlü paralarla yönetiliyor olması "futbol özgürlüktür" tümcesini ne kadar doğrular bilmiyorum ama ben ve benim gibi futbolsever kadınlar için futbol hâlâ özgürlük. bu amatör ruh içinde yıllar önce ceyhan'da ceyhanspor'u 3. lig'den 2. lig'e çıkarmaya çalışan ama bu başarıyı konyaspor'a kaptıran takımı kim unutabilir. kalede turgut, geride tatar bilal, orta sahada alaattin ve se-lahattin kardeşler, ileride koço kemal, forvet de gol kralı ali osman... sizin oynadığınız futbolu izleyerek sevdim futbolu, sizleri hiç unutmayacağım. şimdilerde kızlar sizden aldıkları bayrağı basketbol da taşıyorlar, hem de galatasaray'ı, fenerbahçe'yi ve de beşiktaş'ı basketbol bayanlar liginde yenerek.
küçükken elimden tutup beni maça götüren annem şimdi yok ama hep birlikte maça gittiğimiz teyzemler maça gitmeyi özlüyorlar. düşünsenize geçmişte beni maça götürenler şimdi benim onları maça götürmemi istiyor. hadi adana'nın özgür kızları, gidelim yine maçlara hep birlikte, çoluk çocuk. bekleyin geliyorum.