ünlü 6-0'lık maçın hakemiydim, hasan şaş'ı oyundan ihraç etmiştim, hasanla daha sonra karşılaştığımızda bana o gün hakemin kendisini haksız yere oyundan çıkardığını anlatmaya başladı. baktım hatırlamıyor, "o maçın hakemi bendim" dedim. bu sefer başka bir galatasaray - fenerbahçe derbisinde yedek kulübesinde otururken ihraç edildiğinden dert yanmaya başladı; "sus hasan" dedim gülerek, "o maçta da ben vardım!" bir an şaşırdı, ardından "ağabey, hep de sen atmışsın beni" dedi, beraber gülmeye başladık. maçlarda, özellikle de böyle büyük derbilerde hoşgörülü olmak gerekiyor. bilinmeli ki kimsenin kimseye bir art niyeti yok.
o maçtan kısa bir süre sonra yine şükrü saraçoğlu stadı'ndaydım, fenerbahçe - akçaabat sebatspor karşılaşmasını yönetmek için sahaya çıkmıştım. akçaabat ligde sonuncu sıradaydı. ısınırken, sahayı kontrol ederken, tribünden alkışlar geliyor, tezahürat yapıyorlar... yardımcılarım bana "hocam maç çok kolay geçecek" derken, onlara "hiç belli olmaz, siz önümüzdeki 90 dakikaya odaklanın" yanıtını verdim. maçın henüz ellinci saniyesi oynanıyordu ki akçaabat bir gol attı. bütün stat "o... çocuğu mustafa çulcu" diye inliyordu! o maçta yardımcılarım da dağılmışlardı; sürekli onların açığını kapatmaya çalıştım. ertesi gün gazeteler "yanlarım ağrıyor çulcu" diye yazdı.
türkiye'de bütün mesele güven problemi. bu kadar kaliteli hakemlerimiz varken, yabancı hakemlere ihtiyacımız yok. o zaman hatalı karar veren kulüp yöneticilerini de ithal edelim.
hakemin eleştirilere açık olması gerekir. tabii eleştirenlerin de kantarın topuzunu kaçırmaması lazım. maç sonu haksız eleştirilere maruz kalınca aile bireyleri bundan sizin etkilendiğinizden daha fazla etkileni yor. okulda, dershanede çocuklarınız, sokakta, işinde eşiniz rahatsız ediliyor. gün geldi, bana yapılan olumsuz yorumlardan dolayı lazımın okula gitmek istemediği zamanlar oldu. bu elbette hoş bir şey'değil.