çalışan adamız... malum c.tesi gecesi çoğu zaman tek "geç" yattığımız gün... öyle de olmuş sabah karşı 3 sularında yatmışız... hani bir gün sonra kış saati maçımız olmasa daha da erteleyebiliriz yatış saatini... sabah erken kalkmışız... haliyle tam uykuyu almamanın gerginliği var üzerimizde... hava kapalı... hafif yağmur çiseliyor... rüzgarlı ve soğuk... havanın erkenden kararacak olması üzerine bir de pazar sendromunun kanımızda hızla ilerleyişinin farkındalığı bu bilgilere eklenince zaten maç öncesi 1-0 yenik başlıyoruz güne... "neyse maç güzel geçsin de düzeliriz" şeklinde bir iç nasihat patlatıyoruz kapalı gözlerle kahvaltı yaparken...
atkımızı unutmuşuz bu soğuk günde dönüp evden atkımızı alıyoruz. erdem (aka zeynel) atkıyı almaya giderken arkamdan sesleniyor, "eğer atkı fazllık olursa tribüne ilk kez gelecek arkadaşlara veririz maç sırasında"... bu sesleniş biraz daha gaz veriyor geri dönüşüme... ee tribüne yeni birileri gelince verilen atkı, bere, forma vs maç saati için bile olsa onları "gerçek yaşamda" uyandırmamız ve kazanmamız için bir nimet oluyor...
stadtayız... çok soğuk... ama sahada futbolcuları görünce bahar açıyor halet-i ruhiyemizde... ve maç saati... zaten güne 1-0 yenik başlamışız, 40. saniyesinde yediğimiz golle maça da 1-0 yenik başlıyoruz... 5 dakikalık saman alevi baskısı kurmaya çalışıyor ekibimiz ama ondan sonrası yok... ikinci yarı yine bir 5 dakikalık baskı ardından yenilen 2. gol ve maç bitiyor...
pazar sendromu ve kış saati maçı deprosyonundan kurtulmak için hayalini kurduğumuz son güneşimizde balçıkla sıvanıyor... bir sonraki gün öğlenine kadar sürecek olan karalıkta uçsuz bucaksız düşüş başlıyor...