....1958'in 17 yaşındaki delikanlısı kim miydi? dünya onu "pele" adıyla tanıdı. oysa gerçek adı, "edson arantes do nascimento" idi. ama brezilya'da çocuklar plajda, kumda, sokak aralarında, kaldırımlarda futbol oynarken, bu harika delikanlı, topa öyle bir vuruyordu ki... durun, durun!.. yanlış söyledim... hangi topa? boş cola tenekelerine, boş bira kutularına... ve onlar yuvarlanırken, taşlara çarptıkça garip bir ses çıkanyordu: "ple ple ple" diye... tüm çocuklar da edson geldi miydi, hemen sağdan soldan boşalmış meşrubat teneke kutularını bulup getiriyor, edson'un önüne koyuyor, "hadi vursana!.. ple ple ple diye bağırtsana bu kutuları", diyorlardı. gide gide, ona "hadi edson" demeyi bırakan küçükler... teneke kutularından öylesine ses çıkardığı için, kendisini "pele pele" diye çağırmaya başladılar.
hikayemiz, 1958 yılında, isveç'te bulutlu, serin bir yaz gününde stockholm havaalanı yakınındaki hotel bromma'nın bir salonunda başladı. dünya kupası'nı izleyen medya mensupları olarak çoğumuz bu otelde kalıyorduk. birbirimizle dost olmuştuk. bu arada finallerde oynayan takımların spor yazarları, maç spikerleri, ara sıra boş günlerde ünlü futbolcularını özel izinle buraya getiriyorlardı. rahat rahat röportaj ve çekim yapabiliyorduk. tabii bu kupada tv çekimi, hatta radyo ile naklen yayın bile olmadığından, ben sadece milliyet için röportaj fırsatı yakaladığımdan mutlu oluyordum.
işte o günlerden birinde iki brezilyalı futbolcunun geleceğini öğrenince, hemen olayın geçtiği salona koştum. gerçekten iki genç orda bir köşede oturuyordu. artık arkadaş olduğumuz brezilyalı spikere kimler olduğunu sordum. eee, sahada siyah siyah, birbirine benzer gördüğünüz futbolculan saha dışında giyimli tanımak, kolay değildi. hepsi birbirine benziyordu. brezilyalı spiker "orta sahanın beyni zito ile... yarın çok parlayacak bir genci getirdim", dedi. "henüz yedek ama, bu delikanlı takıma bir girerse, bir daha çıkmaz. futbolumuzun gelecekteki yıldızı gözüyle bakıyoruz ona... daha 17 yaşında... önümüzdeki maçta oynayacak. önce biraz seyretsin, hem heyecanı geçsin, hem de deneyim kazansın, diye düşündü hocamız... ilk maçlarda oynatmadı..."
söylemeyi unuttum. benim yanımda çoğu zaman birlikte gezdiğimiz, ünlü bir italyan spikeri vardı. brezilyalının verdiği bilgiyi dinledikten sonra, o italyan meslektaş "ben gidiyorum", dedi, "zito ile konuşmak yeter... italya'nın en büyük spikerlerinden biriyim. kala kala brezilya'nın yedeklerine mi kaldım?"
ve yürüdü, gitti.
baktım: öteki avrupalı spiker ve gazeteciler de o 17'lik gencin yanına sokulmuyor. eee, biz türküz... teknikte üstün ülkelerin adamı olmadığım için, "önce insanlık" duygusu itti beni o gence doğru... herkes zito ile konuşurken, onun resimlerini alırken, kamerayla çekerken, ben pele'ye, yani brezilya'nın yedek oyuncusuna yöneldim. yabancı dil bilmiyordu. brezilyalı spiker yardımıma koştu. yanına oturdum, epey konuştuk spiker meslektaşımın çevirisiyle... zaten çok fazla anlatacak şeyi de yoktu. sadece kendisine niye "pele" adını taktıklannı anlattı. milli takım formasıyla bir dünya kupası maçına çıkacağı için çok heyecanlı olduğunu söyledi. türkiye'yi tanımıyordu. bize ait bir - iki soru sordu. hemen yukarı odama çıkıp, bizim gazetelerden getirdim. baktı. ilgilendi. sonra spor sayfasındaki yıldızlar dikkatini çekti. "sen de oyna, sana da yıldız vereceğiz" dedim. güldü. en fazla yıldız alması dileğimi ekledim. sonra da brezilyalı spikere fotoğraf makinemi verdim. beraber resimler çektirdik. teşekkür edip ayrıldım...