eldeki iyi oyuncular gitti ya da gönderildi, lidersiz, oyun kurucusuz ve hızlı forvetsiz bir takım kuruldu, fakat tüm bunlara rağmen kümede kalacaksak, tek kurtuluşumuzun takım ruhu oluşturmak olduğunu defalarca yazdım.
dün beşiktaş karşısında, ilk paragrafta bahsettiğim eksiklere rağmen, takım oyunu oynamaya çalışan, birinin yaptığı hatayı iki, hatta zaman zaman üç, oyuncunun birden kapatmaya çalıştığı, yüzde 100 hırslı, arzulu ve istekli bir futbol takımı vardı sahada.
alkaralar maçın hemen başında, alanyaspor maçında olduğu gibi fakat o maçtan daha kontrollü bir şekilde rakibi önde karşılayıp pozisyon yaratmaya çalıştı. beşiktaş ise tıpkı başakşehir gibi lig sonuncusuyla oynuyor olmanın mental rahatlığıyla ve boş vermişliğiyle sahadaydı. gençlerbirliği’nin rakibi bozan ve istekli oyunu karşısında bocalayıp durdular.
17. dakikada ahmet oğuz, ahmet ilhan, muriqi işbirliğiyle gelen gol kırmızı-siyahlıların direncini iyice arttırdı. ikinci yarıya beşiktaş babel ve quaresma’yı sahaya sürerek daha da ciddileştiğini göstermek istedi fakat daha ikinci yarının üçüncü dakikasında babel’in atılması gençlerbirliği’nin ekmeğine yağ sürüyordu.
ince çubuklu formalılar kontradan farkın ikiye çıkması ile rahatlasalar da maçın sonuna doğru yenilen penaltı golü, son dakikaların diken üstünde seyretmesini sağladı. sonuçta “takım olmayı” başaran ekip, cebine 3 puanı koyup sahadan ayrıldı.
mesut bakkal’ın tüm eksiklere rağmen futbolcularına takım olmayı aşılamış takdire şayan bir başarı. kaldı ki, dün oynana oyunda takımın ful defans yaptığı anlarda bile, kazandığı topları ileriye şişirerek rakibe teslim etmek yerine akıllıca top tutarak atağa çevirme çabası kazanılan 3 puanın en büyük sebebiydi. bu sayede beşiktaş maçın hiçbir anında ful atak oynayamadı.
bir paragraf ta muriqi’ye açmak gerek. bugüne kadar takımda en disiplinli çalışan oyuncu her zaman kosovalı oldu. fakat hem taktiksel hatalar ya da takımın ileride çoğalamaması nedeniyle yalnız kaldığı için, hem de son vuruş konusunda eksikleri olduğu için hep sahada etkisiz göründü. fakat dün 90 dakika orta sahadaki oyuncularla uyum içinde çalıştı. top indirdi, top taşıdı, verkaça girdi ve en önemlisi etrafında sürekli ona yardıma gelen birileri oldu. bu da takım oyunu oynamanın meyvelerinden biriydi.
başakşehir’den sonra beşiktaş’ı da ankara’da yenmek, futbolcuların kafasında “ankara’da son sözü biz söyleriz!” duygusunu oluşturmaya başladı. bu da kümede kalmak adına en çok ihtiyaç duyduğumuz takım olma ve kendine güvenme konularında büyük önem taşıyor.
ama gelin görün ki, sezonun ilk haftalarını tamamen ümit özat’ın agresif tavırlarıyla ve kötü transferlerle harcayan yönetim, ankara’da toplanacak puanların bu kadar hayati olduğu sezonun ikinci yarısında gençlerbirliği’nin nerede oynayacağı konusunda henüz hiçbir hamle yapmadı. birilerinin yönetime, ya da ısrarla tek başına kulübü yönetmek isteyen ya da dışarıdan öyle görünen murat cavcav’a, bu takımın ikinci yarıyı ankara dışında oynamasının intihar etmek olduğunu söylemesi gerekiyor.
son söz: düşeriz-kalırız o ayrı mesele ama sezon sonunda, 2007’den bu yana süre gelen ve bu sezon iyice ayyuka çıkan transfer rezilliğinin aktörlerinden hesap sorulmazsa, bu kulübü yöneten herkes bu pisliğe bulaşmış olacak ve bu taraftar asla ve asla bu pisliği unutmayacak! bundan emin olabilirsiniz!