böyle bir gol görmediniz cem pekdoğru | ağustos 28, 2016 | yazihaneden.com
bir yusuf, bir oktay, bir hikmet'le şampiyonlar ligi'nde piyano çalınır mı?
bill shankly şöyle derdi: “bir futbol takımı, piyano gibidir. taşıyacak sekiz kişiye ihtiyacınız vardır, bir de adı batasıca şeyi çalabilecek üç kişiye.”
john toshack
toshack bir zamanlar, kendisine shankly sorulduğunda, böyle bir anekdotla yanıt vermiş. futbol felsefesini shankly’nin bu sözü üzerine inşa ettiğini zannetmiyorum. zaten bu anekdotu da dün gece gördüm. ama neden bilmiyorum –belki o her zaman hatırlayacağım hazırcevaplığına yakıştırdığım için– bu yazıyı böyle açmak istedim. 1997-98 sezonunun açılış maçına üç dört saat kala, güneş dolmabahçe’nin tepesinde parlıyor. hafızanın sundurmasına çıkıp kendimi bu öğle güneşinden koruyorum. orada toshack da var. bu, beşiktaş’taki ilk lig maçı olacak ve henüz o üç kişiden birini bile bulabilmiş gibi görünmüyor.
aslında sahildeki çay bahçesindeyim. sarayın müştemilatındakinde değil de berikinde tostumu yiyorum. muhtemelen gerçekte olduğundan daha lezzetli geliyor – şimdi pek matah bir şey olmadığını tahmin edebiliyorum. o sırada formaları ve bayraklarıyla beşiktaş’a yeni ayak basmış kalabalık bir grup görünüyor ve babamın yüzü bir anda değişiyor. henüz biletimizi almadık ama babam ‘önce oturup bir çay içelim’ dediğinde onu sorgulamaya yeltenmemiştim. sorgulamam gerektiğini anlıyorum. açılış maçları her zaman ortalamanın üzerinde ilgi çeker, çok göz alıcı transferlerimiz olmasa da yeni bir teknik direktörümüz var, bu sezon şampiyonlar ligi’nde oynayacağız ve takıma moral vermeliyiz. dahası geleneksel olarak sezonun resmi açılışı yapılmadan birkaç hafta önce tertip edilen gösteri maçı, öncesinde ve sonrasındaki stadyum konserleri de oktay’ın eşinin intiharı nedeniyle iptal edilmiş. ama elbette babam bunların tümünü hesaba katmıştı. hesaba katmadığı şey, maçın televizyon yayının olmaması. beşiktaş ve fenerbahçe’nin bimaş’ın teklifi üzerine neredeyse bir yıldır havuzdan çıkmak istediği, ancak cıne 5’in ‘aman efendim olur mu öyle şey, nereye gidiyorsunuz?’ diye çıkıştığı ve bu yüzden iki takımın iç saha maçlarının uzunca bir süre yayınlanamadığı garip bir krizin içinden geçiyor türkiye futbolu. gazeteler ve televizyonlar üzerinden devam eden atışmalar alevlenecek, işin sonunda spiker kerem öncel’in sesi titreye titreye anlattığı bir fenerbahçe-kocaelispor maçına da tanık olacağız. şimdilik bunlardan haberim yok ama tüm bu saydıklarım, maçın tribünden seyrinin cezbediciliğini artırıyor olmalı. karaborsaya düşüyoruz. üçüncü inönü maceramda yeni bir sayfa… babam birkaç eski açık teklifini geri çeviriyor; o gün ilk kez yanımızda ablam da var ve onu numaralı’nın konforuyla sarmalamak istiyor olabilir. hiç baba olmadım, bu da bir tahmin. stadyum çevresindeki üçüncü turumuzda, piyasa tavana vurmuşken karaborsacımızı buluyoruz.
rakibimiz şekerspor. inönü’de izlediğim ilk maçta trabzonspor’u 3-0 yenmiştik, benim adıma gösterişli bir merhaba olmuştu. soğuk bir kış akşamında tribünler neredeyse yarı yarıya doluydu, bizi stadyuma bırakan trabzonlu taksiciyle iddiaya girmiştim ve amokachi son dakikada üçüncü golü attığında hayatım boyunca inönü’de ya da başka bir yerde bundan daha güzel bir gol izlemeyeceğimi düşünmüştüm. rasim kara’nın uzun pardösüsü, maç sonunda şenol güneş’in istifası, ara sıra ziyaret eden başka detaylar… aynı sezonun sonlarında bir de zeytinburnuspor maçına gittim. rakibin küme düşmesi kesinleşmişti, bu defa kapalı’daydım ve amigolar tüm tribünün maç boyunca sahaya sırt çevirmesini istiyorlardı. bunu ‘şerefli bir protesto’ olarak sunmuşlardı. “en büyük taraftar, futbolcular sahtekar” ile başlamıştık, “renklere aşığız, sizlere değil” de vardı. neden eşlik etmiştim? yetişkinleri taklit edip onlardan biri gibi hissetmek istiyordum herhalde her çocuk gibi. bilemezdim. bu kitle hezeyanının sonu “15 sene oldu, senin süren doldu” olacaktı çok geçmeden. bir hafta önce istanbulspor’a tuhaf bir maç sonuyla 4-3 kaybettiğimiz ve ilk kez şampiyonlar ligi’nde oynama fırsatını teptiğimiz içindi hepsi. tepmemiştik oysa. fenerbahçe bitime bir hafta kala gençlerbirliği’ne 4-1 yenildi. televizyondan izlediğim o maçta pascal’ın attığı golleri hala hatırlıyorum. diğer yandan, zeytinburnuspor’a attığımız dört golden sağ kalan bir tane bile yok. bu maçta bir anlamda beşiktaş taraftarlığına giriş dersinden final sınavımı verdiğimi düşünüyorum şimdi, gelecekte böyle günlerden de epeycesi vardı.
küme düşenin yerine gelenlerden biriyle açıyordum işte yeni sezonu. iki maçta yedi gollü, yıldızlı pekiyi karnemin façasını bozmamak için özel olarak seçmiştim. alt ligden celal kıbrızlı çıkarmıştı rakibimizi, birazdan yanımıza yaklaşıp ganyan tüyosu verecek birine benziyordu. yabancı transferlerini de yetiştirememişlerdi, bugün ilk onbirlerine baktığımda sadece engin hoşsoy ve mehmet altıparmak isimleri tanıdık geliyor. ama golü engin ya da mehmet’ten yemeyeceğiz. daha maçın 9. dakikasında golü 8 numaralı çetin atacak. o günden sonra çetin adında bir futbolcuya hiç rastlamayacağım, halı sahada bile. bu her şeyi daha acıklı hale getiriyor olabilir. çünkü çetin adında futbolcularla dolu bir evrende tunç kip de pekala barcelona’ya transfer olabilirdi.
çetin’e bu (on dokuz yıl kadar gecikmiş) şöhreti hediye edense beşiktaşlı bir futbolcu: rahim. britanya’da dörtlü defansın popüler olduğunu bilecek kadar aklım eriyor futbola. ama toshack’ın sıradan bir adam olmadığını zamanla öğreneceğim – üçlü savunma oynatmasına şaşırıyorum. geldiği gibi recep’in formundan şikayet ediyor, kaptanın satılmasını istediği konuşuluyor. recep’i seviyorum ama dünya üzerinde gördüklerim çok sınırlı olsa da, bu iki adam herhangi bir sebeple yan yana geldiğinde bir çatışma yaşamaları kaçınılmaz, diye düşünüyorum. maç öncesinde taraftar ilk olarak con ben ca min toşak (şak şak) toşak diye çağırıyor toshack’ı. belki aksandan çözemiyor, belki yıllardır ona kimse benjamin diye hitap etmediğinden. amokachi uyarıyor, arkasından sürükleyerek kapalı’ya takdim ediyor yeni hocasını. böylesi daha sempatik görünüyor. everton ile liverpool’un ya da galler ile nijerya’nın tezatına da yorulabilir ama bence daha çok karşımızda futbol sahalarının hiyerarşisiyle kafa barıştırmayı reddeden iki özgür ruh olmasıyla ilgili. sonra recep-toshack el ele başlıyor, bu sefer çözmesi gereken recep. ama pek oralı olmuyor. maç başladığında da recep’i sahada görmeyeceğiz, rahim’le birlikte alpay’a ve (artık küçüklüğünü resmen üzerinden atmış olsa da) küçük ali’ye bel bağlayacağız.
şekerspor oyuncuları devre bitmeden birkaç kere daha mrmic ile karşı karşıya kalıyor. takım soyunma odasına giderken taraftar yine ıslığa yükleniyor, sadece mrmic’e tezahürat var. toshack bir sene sonra fevzi’de özel bir yetenek gördüğünü düşünüp mrmic’i postalayacak. iki sene sonra casillas ile tanışacak ve belki fevzi hakkındaki düşüncelerini gözden geçirecek. dört sene sonra xabi alonso’ya yirmi yaşında real sociedad’ın kaptanlığını verdiğinde ise yasin’i çoktan unutmuş olacak.
marijan mrmic ali günçar – rahim zafer – alpay özalan mustafa öztürk – zlatko yankov – tayfur havutçu – serdar topraktepe mehmet özdilek daniel amokachi – ertuğrul sağlam
onbire şimdi bakıyorum. mustafa öztürk’ü tanımıyorum. hatta yıllar önce tff arşivinden bu maçın bilgilerine ilk baktığımda mustafa özkan olduğunu düşünüp üzerinde durmamıştım. meğer o yaz şekerspor’dan transfer ettiğimiz iki oyuncudan biriymiş.25. dakikada oyundan çıktığında yerine yusuf giriyor. onu tanıyorum, çünkü hayatının maçını benim gözlerimin önünde, o güneşin altında oynamayı tercih edecek. bütün yaz yapılan tek dişe dokunur transfer olan tayfur’u sağa çekiyor toshack. pırpır yusuf da özgürlüğünü ilan ediyor, bir sağda bir solda şekerspor savunmasını terörize etmeye başlıyor. o gün piyanoyu şifo, amokachi ya da ertuğrul değil, yusuf çalıyor. 71. dakikada topu alıyor, kafasını kaldırıyor ve bir aşırtmayla topu ağlara gönderiyor. tepeden tırnağa, formasından ismine kadar bir ikinci küme takımı görünümündeki rakibine üstünlüğünü kabul ettiremeyen, o gün az kalsın bir çetin’i kahraman yapacak beşiktaş’ta itiraz eden sadece o oluyor.
galibiyet golü ise bitime beş dakika kala amokachi’nin ayağından gelecek. bir sezon önce izlediğim amokachi golü kadar kudretli değil ve belleğimdeki ömrü de çok uzun olmayacak. ama önemi yok, hepimiz yeteri kadar amokachi golü gördük. ercan taner’in anlatmadığı, televizyonların yayınlamadığı o aşırtma vuruşu, yusuf’un golünü ise sadece ben gördüm. ben ve yanımdaki 29 bin 735 biletli seyirci… bu yazıyı da o gol için yazdım. bir de “sevilesi bir piç” için. malcolm allison’ın galatasaray sezonuna yetişememiş olanlar için bu coğrafyaya gönderilmiş müthiş bir hediyeydi toshack. ve kendini harika tarif etmişti.
toshack’ı real’de bekleyen görevin zorluğunu, omuzlamaya kalkışacağı yükün büyüklüğünü sezmemize yardımcı olan bir fotoğraf var, zincir vurulmuş bir kulübün fotoğrafı. geçtiğimiz yıl bu göreve getirilen üç meslektaşının deneyimlediği üzere, burada suyun yüzüne çıkamıyorsanız dibi boylarsınız. real madrid’i otuz yıl aradan sonra ilk avrupa kupası zaferine taşıyan alman jupp heynckes, bu başarısına ve tüm hinliklerine rağmen, kulüp hiyerarşisini kızdırdığında kendini kapının dışında buldu. onun yerini alan camacho da bir ay dayanabildi ve başkan lorenzo sanz ekibini eleştirdiğinde istifasını sundu. ve son olarak, dünya kupası’nda güçlü izler bırakan yumuşak mizaçlı hollandalı guus hiddink, orman kanunlarının geçerli olduğu bir soyunma odasına söz geçiremeyecek kadar “centilmen” olduğu için görevden alındı. centilmen demişken, toshack ile tanıştınız mı? “ben piçimdir,” diyor, “ama sevilesi bir piç.” bir süreliğine sevilesi yanını rafa kaldırması gerekebilir.
toshack dışında genel itibarıyla bayağı kötü bir sezondu. yusuf’un sonunu bilmiyorum. sadece bu golünü ve şurada ( http://alkislarlayasiyoru...sinin-intihar-haberi-1997) oktay’ı teselli edişini hatırlıyorum. zaten ligi de altıncı bitirdik. “oktay o günden sonra bir daha hiç kendine gelemedi” denir hep ama o sezon şampiyonlar ligi’ne birkaç numara saklamıştı da şu feci takıma rağmen gruptan çıkma hesapları yapmıştık. yani çok da karamsar olmayın, hiç kimseyi bulamazsak piyanoyu oğuzhan çalar.