ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
bir yiğit gurbete gitse
fatih terim'in bir televizyon reklamında o görkemli yapılardan simsiyah bir otomobille çıkıp küçük bir italyan çocuğuyla ilginç diyalogunu izledikte düşündüm bunları da çaldıra yazdım bir gece. "imparatore", yine böyle bir reklam filminde oynamıştı daha önce yine. derdimiz reklam filminde oynamışlığıyla değil. çağ iletişim çağı, "derin dosrumuz"un da italyancası oldukça iyi. oynar-oynamaz. onun bileceği iş. ben on yıllar önce (1961-67) çizmeyi sallamış can bartu yu anımsadım. futbolumuzun sinyor'u fiorentina takımında italyanların menekşe akşamlarını süslemişti futboluyla. macar csepel takımını 3-2 yenen fenerbahçe'de takımına tur getiren golü atan can bartu'yu, ünlü macar teknik adam hideguti öneriyor italyanlara ve bartu 1961'in fıorentinasında italyan ligi'ni sallamaya başlıyor. ta ki 1967'de yurda dönene kadar. o yılarda italya daki teknik adamlar çizmeye son on beş yıllarda gelen suarez ve sivori'nin yanında en iyi üç yabancıdan biri gösteriyorlardı can'ı. bartu çok önceleri verdiği bir demeçte, italya'da hem de fiorentina'da forma giymenin ne kadar zor bir iş olduğunu anlatmış, terim'in transfer olduğu firenze'ye opera sanatçılarının bile mutlaka çekinerek geldiği, fiorentina seyircisinin yine kendisinin top oynadığı yıllardaki gibi en ufak bir hatayı affetmediği, fatih terim'in en büyük şanssızlığının zayıf defansı olduğu, kendileri zamanındaki defansın çok daha iyi olduğu, takıma itibar getirdiği düşünülen terime büyük destek verildiği, eğer kulüp başkanıyla aralanndaki sürtüşme olmasa başarılarının arkasının geleceği yollu şeyler söyleyerek o dönemlerin tanıklığını yapmıştı bir bakıma. onu izleme şansına sahip bir abimızden macaristan'ın nep stadı'nda fiorentina'yı ujpest karşısında 1-0 galip getiren golü dinlemiştim. türkiye'de hali , tavrı, tarzı nedeniyle 'baron' lakabıyla ünlenen bartu, italya'daydı ve bizim "sinyor"umuzdu artık.
aslında gurbete 'maç yapmaya' gidenimiz ilk sinyor değil elbette. futbolumuzun 1900'lü yıllarında rivayete göre "bir şutta mandayı öldüren, kale direklerini yıkan" şutları dolayısıyla bombacı' lakabıyla ünlenen galatasaraylı bekir refet almanya'nın kapısını aralayan ilk yerli malı topçumuzdu. 1921'de galatasaray'ın avrupa turnesinde göz dolduran bir futbol oynayan bombacı, 1924 paris olimpiyatları'nda türkiye-çekoslovakya maçını izleyen phoneix karlsruhe takımının gönlünü çelmiş ve bundesliga'nın ağlarını sallamıştı. bekir, ünlü kicker dergisinin o yıllardaki sayfalarına dünyanın en iyi futbolcularından biri olarak geçmişti.
bekir refet'i altay takımının 1920'li yılardaki armadası kara vahap (özaltay) izlemişti. izmirli futbolseverlerin gönlünde ayrı bir yeri olan yerli malı esmerimiz altay'da forma giydiği sıralarda, izmir'de spor kulüpleri kurup aralarında maç temaşa eyleyen levanten fransızların en beğendiği futbolcuydu. onun fransız racing lens takımına transferinin de 1927 yılında olduğu geçmiştir söylencelere. 1927 yılında beşiktaş'a transfer olduğu dönemlerde oynadığı futbolla beğeni toplayan vahap özaltay'ın 1-0 biten maçta fransız karması forması ile ispanya karması'na karşı attığı golün fotoğrafı lens kulübü koridorlarında asılı duruyor hâlâ. vahap özaltay'ın tenini rengi dolayısıyla türk milli takımı'na belli bir süre alınmadığı söylenir durur. hatta 1930'ların resimli ay dergisinde ilk spikerlerimizden sait çelebi vahap'ın teninin renginden dolayı milli takım'a alınmadığını açıkça dillendiren bir eleştiri yazısı bile yazmış. 1932'de top dergisinde çıkan bir yazı fransız basınının futbolumuzun kara inci'si için athletico bilbao maçında çıkardığı oyundan sonra düşündüklerini dile getiriyordu. "türk merkez muhacimi kara bomba vahap, hücum hattına kuvvet getirdi. temiz ve zerafet dolu oyunu seyircinin muhabbetini kazandı."
futbolcularımızın yurtdışı transferi mevzusu bekir refet ve vahap özaltay'dan sonra biraz durulur gibi. en az 20 yıllık bir durulma bu. vahap'tan sonra yine bir siyah-beyazlı ünlü şükrü gülesin o güçlü fiziği, mücadeleci futboluyla çalmış italyanların gönlünü. kartalların 1940lı yılardaki o efsanevi takımının sürükleyici adamlarından biri olan gülesin lazio'da forma bulmuş kendine. hem de 1949'da aşile ve tendona çalışan kasapların liginde, 17 golün altına imzasını koyarak. inönü stadı'nda iki futbolcuyu koltuğunun altına sıkıştırıp ceza sahasının önüne kadar sürüklediği, ne kadar mücadeleci bir futbol anlayışı oldunu anlatmıştı rahmetli islam çupi. sonra da eklemişti: "nerde böyle adamlar ya! şimdikiler iki saat yerden kalkmıyor!" gülesin lazio'dan sonra palermo formasını da giydi italya'da.
1950'li yılların ortalarına gelindikte bu kez bir büyük usta fiorentina formasıyla esiyordu italya'da: lefter küçükandonyadis. lefter kısa süren fiorentina macerasından sonra fransa'nın nice, yunanistan'ın aek takımlarında top koşturmuş ye yurda dönmüş tekrar fenerbahçe formasını giymişti. yine 1950'de bülent esel bir italyan takımı olan spal'da, 1951-52 yıllarında da galatasaraylı bülent eken salarnitana ye palermo takımlarında yani yine italya'da top koşturmuşlardı. yani bizim italya maceramız eskiye dayanıyor. fenerbahçe'nini şükrü ersoy'u 1960'1ı yılların gurbetçilerinden. o da avusturya'nın salzburg takımını formasını giyiyor bir süre. 1962-63 sezonunun sonunda bu kez bir kral'ı ağırlıyor italya ligi: metin oktay. palermo binbir dil dökerek aldığı metin oktay'ı antrenörünün anlaşılmaz tutumu dolayısıyla elinde tutamıyor. bir antrenör faciası da hakan şükür yaşıyor ama bu kez takım inter. hasan şaş metin oktay'ın ve hakan şükür'ün dediklerini doğrular şeyler söyledi geçenlerde: "hocalar bizim arkadaşlarımızı henüz tanıyamadı. yoksa hepsi kaletili futbolcular..." metin oktay'da bundan şikâyet edip yeniden galatasaray'ına dönmüştü. 1968'de fenerbahçe'nin golcü kramponu ogün altıparmak'ın 7-8 aylık amerika yolculuğunu unutmadan eklemeliyim. ogün whips takımın formasını giymişti yine kendi vatandaşı bir teknik adamın gadrine uğrayana kadar. bu kez bir fenerbahçeliler furyası başlıyor yurtdışına transfer olan futbolcularımız arasında. 1970'li yılların hemen başında önce özcan arkoç, ardından fırtına açığımız ender konca çıkıyorlar gurbete. arkoç önce avusturya'nın austria sonra da almanya'nın hamburg takımının formasını giyiyor. ender konca ise 1972'de eintracht frankfurt takımı için sıralıyordu gollerini. ama o da bir süre sonra yurda dönmek zorunda kaldı. 1970'li yılların sonunda bu kez başka bir ekibimiz yollara düşüyor. galatasaray'dan fenerbahçe'ye yaptığı 1 milyonluk transferle gündeme oturan engin verel, 1979-80 sezonunda almanya'nın herta berlin takımına transfer oluyor. verel, 1980-81'de belçika'nın anderlecht, 1981-83 yılları arasında da "en iyi yabancı oyuncu" seçildiği lille takımının formasını giydi. o dönemlerde yurtdışına gidiyor olmak aynı zamanda ülkeye döviz girdisi sağlamak demek. dönemin maliye bakanı'nın engin verel'e açık teşekkür emktubu yazdığını okumuştuk gazetelerden. selçuk yula 1983'te almanya'nın balu weis takımına transfer olmuş ve orada top oynamış başka bir fenerbahçe'li futbolcu. selçuk da, engin de geçenlerde verdikleri demeçlerde yıllardaki kondüsyon ve güç açısından farkın kapandığını ama bizim futbolcumuzun yurt dışını geçmişte her açıdan bir gurbet sendromuyla yaşadığını söylüyorlar.
yine bir on yıllık es veriyor yurtdışına transfer yapan futbolcularımız. ve hakan şükür 1998'de italya ligi'ne önce torino'ya gidiyor kısa bir süre sonra da dönüyor. hakan 2001'de yine bir italyan takanımda forma giyiyor. hakan'ın ikinci durağı ünlü inter. ama golcü futbolcumuzun yadellerdeki son durağı burası olmayacak gibi. çünkü hakan inter takımında kendisine yer bulamıyor ve yine avrupa takımlarının transfer listesinde yer almaya devam ediyor. 1999-2000 sezonunda yine bir alman gurbetçimiz var listede: hami mandıralı. futbolumuzun bekir refet'ten sonra bombacı lakabını hak edecek ikinci futbolcusu o. şimdilerde stadyumların yanından geçen bir manda bulmak güç ama hami'nin şutları yakın tarihte kendisini izleyen kuşak tarafından unutulmayacak. hami de schalke 04'te gurbetçilerimizin gönlünü hoş tuttu bir süre, ama o da tekrar karadeniz'e geri döndü.
1999-2000 sezonunda galatasaray'da bir başka kopuş yaşayan futbolcu da tugay kerimoğlu'ydu. futbolumuzun incecilerinden ve zevk hallerinden biri olan tugay kulübüyle -açık ya da gizli- yaşadığı bir takım sıkıntılardan sonra cesur yüreklerin ülkesi iskoçya'da, önce glasgow rangers formasını terletti, şimdilerde ise blackburn rovers'ın gözbebeği. televizyonda takımı adına kaydettiği golde doyumsuz tekniğinin izlerini taşıyordu. ben o sarışını hâlâ özlüyorum.
2000 yılının bir başka yolcusu ise altay, beşiktaş, fenerbahçe üçgeninde yaşadıklarından sonra ingiltere'nin aston villa takımına giden alpay özalan'dı. futbolumuzun kifayetsizi ingiltere'de her şeyin ne kadar farklı olduğunu dillendiriyor her fırsatta. aynı yıl galatasaray'ın arifi bir ispanya yaptı ve geldi. onun ve las palmas'ta tatsız günler geçirip fenerbahçe'ye gelen oktay'ın yaşadığına bir talihsizlik demek doğru olur herhalde. fenerbahçe'nin alman patentli dinamosu tayfun korkut'un ispanya'nın real sociedad takımındaki yeri oldukça sağlam. tayfun oralarda kalıcı gibi. ama takımının durumu hiç iç açıcı değil.
en son yolcular bu sezon inter formasını giyen galatasaraylı emre, okan ve ispanyolların real mallorca'sına katılan fatih var. okan biraz problemli, emre italyanların umutvar genci. fatih ise zaman zaman takımdaki yerini alamıyor. galatasaraylı gökhan, mehmet gönülaçar ve osman'da belçika'nın beeveren takımında forma giyiyorlardı. belçika ekibindeki teknik adamın kendilerine karşı takındıkları açık faşizan tavırdan son derece rahatsız olduklarını açıklamışlardı. ama onlardan haber alamadık son zamanlarda.
bir televizyon reklamında küçücük bir italyan oğlanın fatih terim'e açtığı kumpası izleyince düşündüm bunları... birden sızladı gibi burnumun direği. el salladım bizim çocuklara... chiao.. chiao... chiao...
su gurbette ararmış kendini, söz işgüzarmış, aşk da...