ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
önce bir soru: futbol sadece bir oyun mudur? hele ki, 'kazananın her şeyi aldığı' bir coğrafyada?
12 eylül ve onu izleyen özal dönemi, türkiye'de pek çok taşın yerinden oynamasına neden oldu. istanbul'un ekonomik ve ticari hayatta 80'lerin ikinci yarısından itibaren nasıl öne çıktığını, anadolu'nun süklüm püklüm bir kenara çekilmek zorunda kaldığını en iyi ortaya koyan gösterge, futbol sahalarında alınan sonuçlardı.
60'lı ve 70'li yıllarda önce göztepe, sonra eskişehirspor istanbul dukalığını sarsmış ama yıkamamış, 'tarih yazmak' daha sonra inadı ve güçlü futbol altyapısıyla tanınan trabzonspor'a kısmet olmuştu. özal'lı yıllarla birlikte, türk kahvesinin yerine neskafe içer olduk ve her yıl bir istanbul takımının şampiyonluğunu alkışlamaya alıştık. futbol süratle bir endüstri kolu olmaya doğru gidiyor, ligde üst sıraları zorlama iddiası anadolu'daki orta boy ticaret erbabının ya da küçük esnafın boyunu aşmaya başladı. trabzon, 70'lerin sonlan ve 80'lerin başlarında peşpeşe dizdiği şampiyonlukların hatırına, bir geleneğin uzantısı olarak 90'larda bir kez daha çıktı sahneye... bu çıkış, göztepe ve eskişehirspor'un zirve maceraları kadar romantik değildi elbet... ve son derece dramatik sahnelerle sona erdi film... 1996'da trabzonspor, beraberliğin bile kâfi geldiği bir maçta, avni aker stadı'nda fenerbahçe'ye karşı 1-0 öne geçti. sonra kendi hatalarıyla, fulbol dünyasında taraflı-tarafsız herkesin sevdiği oğuz ve aykut'a iki gol imkânını verdi ve en son şampiyonluğunu 1984'te bırakarak, belki de uzun yıllar zirvede anılmamak üzere çekildi şampiyonluk sahnesinden...
cumartesi akşamı, fenerbahçe karşısında mükemmel bir futbol oynayarak ilk 45 dakikada 3-0 öne geçen gaziantepspor'u izlerken, "galiba türk futbolu beşinci şampiyonu selamlamaya hazırlanıyor" diye düşündüm, ikinci yarıda kırmızı-siyahlı ekibin anlaşılmaz bir biçimde sahasına çekilişini, hatalarıyla fenerbahçe'yi kalesine davet edişini ve sonuçta 4-3 kaybedişini görünce, ilk aklıma gelen, trabzon'un beş yıl önce 'benzer' bir maçta çöküşü oldu. 18 dakikada gaziantep kalesinde 4 gol bulan fenerbahçe, şampiyonluğun istanbul dışına çıkmasına bir kez daha engel olmuştu. başka bir deyişle "bizans yine göstermişti bizanslığını!"
oysa 901ı yılların ikinci yarısını ekonomi sayfalarındaki 'anadolu kaplanları' manşetleriyle geçirmemiş miydik? gaziantep, denizli ile birlikte anadolu'nun en fazla üreten, en hızlı büyüyen, ihracata en çok omuz veren iki kentinden biri değil miydi? böyle bir kentin, istikrarlı yerel yönetimi/kulüp yönetimiyle istanbul'a kafa tutma, futbol tarihinin tekerine çomak sokma hakkı olamaz mıydı?
cumartesi akşamı gördük ki, yokmuş... neden? ekonomik kriz gelip de, en çok üreteni vurduğu, ürettiği malın değerini dolar bazında yarıya düşürdüğü için mi? hiç şüphe yok ki, maçın 80. dakikasında, skor 3-3'ken fenerbahçe kalecisi rüştü ile karşı karşıya kalan mustafa şahintürk'ün kafasından, yazdıklarımın milyonda biri bile geçmedi. ama ne olduysa oldu, mustafa'nın vurduğu top, binlerce seyircinin tuttuğu nefesle birlikte fileler yerine rüştü'nün eldivenlerine gitti. ve türk futbolunun 1984'ten bu yana değişmeyen talihi, bir süre daha değişmeyeceğini oracıkta haykırıverdi.
son yıllarda 'anadolu kaplanları' söylemiyle pompalanan gaziantep'in gururu, fenerbahçe'nin 18 dakikada yarattığı (kırmızı-siyahlılar'ın da büyük ölçüde yardımcı olduğu) dört golle yıkılmış, binlerce yıllık bizans geleneğine karşı yalnızca bir 'kâğıttan kaplan' olduklarını şükrü saraçoğlu stadı'nda anlamışlardı.
zirvede farklı bir bayrak görebilmek için, en azından beş yıl daha beklemek gerekecek.