ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
barcelona'yı 1992'de avrupa şampiyonu yapan ve oynattığı futbolla taraflı-tarafsız herkesin takdirini kazanan johan cruyff, takımının bir idmanında kalecisi zubizarreta'ya savunma hattı ile arasındaki mesafeyi her pozisyonda korumasını söyler. takım ataktayken ve savunma orta çizgiye dizilmişken, zubizarreta'nın da kalesini terk edip, yayın üzerine kadar çıkması gerekmektedir cruyff'a göre... deneyimli kaleci, bu talimattan pek memnun kalmaz, "iyi de, o sırada topu kaptırırsak ve rakip, orta sahadan aşırtma bir vuruşla bana gol atarsa ne olacak?" diye sorar.
"çok basit," der cruyff gülerek, "dönecek ve golü atan futbolcuyu alkışlayacaksın. orta sahadan gol atabildiğine göre, alkışı hak etmiştir zaten."
galatasaray başkanı özhan canaydın'ın, takımının tarihte görülmemiş bir skorla fenerbahçe'ye yenildiği maçta, ezeli rakiplerinin her golünü alkışladığını görünce bu öykü geldi aklıma... hemen ardından da canaydın'ın ertesi gün bazılarınca karalanacağını tahmin ederek yüzümü buruşturdum. tahminimde yanılmadım. kimi 'liseli', kimileri de taraftar örgütü ultraslan'ın üyesi bazı yazarlar, canaydın'ı, bu davranışından ötürü yerden yere vurdular. gazetelerden okuduğumuza göre, ultraslan'ın başkanı "biz fenerbahçe'yi yensek aziz yıldırım aynısını yapar mıydı?" diye sormuş. canaydın'ın cevabı, 'hak bildiğin yolda tek başına kalsan bile yürüyeceksin" diyen tevfik fikret'in öğretmenlik yaptığı liseden mezun olduğunun belgesi adeta: "benim yetişme tarzım bu. fenerbahçe'nin yenilmesi halinde aziz yıldırım'ın ne yapacağı beni ilgilendirmez."
sahi, ne yapmasını bekliyordunuz özhan canaydın'ın? türk futbol tarihinin en 'vahşi' maçlarından biri oynandığı için, o maçta takımı hezimete uğradığı için, kan döküldüğü için, kimsenin ölmediğine şükredilerek stattan çıkıldığı için, aldığı eğitimi, hayata ve spora bakışını, özetle ruhunu reddedip, o da 'vahşi' bir tepki mi vermeliydi? tuvalet kapısını söküp, fenerbahçeli yöneticilerin üzerine atsa sözgeli mi, rahatlayacak mıydınız?
bir süre glasgow'da yaşamış bir doktor arkadaşım var. bir sohbetimizde, iskoçlar'ın kendisine "türkiye'de insanlar tuttukları takımı neye göre seçer?" sorusunu sıkça yönelttiklerini ve onlara bir türlü tatmin edici bir cevap veremediğini söylemişti. doğru, bizde artık taraftarlığın sınırlarını belirleyen sınıfsal ya da yöresel aidiyetler yok. giderek hepsi birbirine benziyor, özdemir asaf'ın 'bütün renkler hızla kirleniyordu...' dizesini anımsatan biçimde...
saraçoğlu stadı'nda ilk kez birinin çıkıp bu kirlenmeye karşı bir anıt gibi dimdik durduğunu gördük. canaydın, kendisine öğretilen ve onun da kendisinden sonraki kuşaklara iletmekle yükümlü olduğu 'galatasaraylılık'm nasıl bir şey olduğunu gösterdi. ille de kulüpler arasında bir fark arıyorsak, tribünlere bakarak bir sonuca ulaşmamız imkânsız. ancak 6-0'lık derbide en azından şunu fark ettik: aldığı eğitime lâyık olmaya çalışan insanlar var bu ülkede, bir de hangi diplomaları almış olursa olsun, ilkeleri hiçe sayıp içinde bulunduğu zamana ve zemine göre çıkarlarını korumaya çalışanlar... fenerbahçe'nin başkanı, takımının yediği golleri alkışlar mı bilemeyiz... ama aynı kulübün, en iyi okullarda okumuş, iki dil bilen menacerinin sahaya atılan bıçağı nasıl gözlerden kaçırmaya çalıştığını biliyoruz artık.
o bıçak günün birinde bir bedene saplanıp da, içimizden birini cansız yere serdiğinde, saklayacak ve saklanacak yer bulamayacağız, işte o gün, çok daha iyi anlayacağız özhan canaydınlarm kıymetini...