dışarıyı bilirdik... artık içeride başladık, beş altı gol yemeye...
prag'da berabere kaldığımız, istanbul'da yendiğimiz çek’ler bize kendi sahamızda altı tane gol attılar. kimsenin kılı kıpırdamadı... bir altı daha atabilirlerdi. ikinci tertibi, ayıp olur diye kullanmadılar her halde... belki de «eski talebelerimize ayıp oluyor» diye atmamışlardır.
milli maç çek'lerin maçıydı. çıktılar sahaya, kendi kendileriyle oynadılar. karşılarında rakip yoktu. bu rezalet, türkiye'de futbol ve milli takım işlerinin ne hâle düştüğünü, milli takıma girmenin ne kadar ucuzladığını dobra dobra ortaya koydu. ahmed’i, mehmed’i takıma davet edersin. canının istediğini çağırır, istemediğini çağırmazsın... bir yığın adam. menecer, teknik direktör, genç, ümit antrenörleri... bir yığın masraf. sonra çıkardıkları takıma bak beylerin... bu skoru kabullendikten sonra, size ne lüzum var paşam?
dünyanın her yerinde milli takımların kişilikleri vardır. bizim takımda ne kişi vardı, ne de kişilik! hani 11 tane kazık dikseydik sahanın ortasına, bütün oyun boyunca topu ayaklarında dolaştırıp, duran çek’ler dikili kazıklar arasında bu kadar rahat gidip, gelemezlerdi...
mağlûbiyet değil, bozgun değil. utanç tablosu. sporda utanç sınırını da aştık?.