dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
çarşı bir istisna mı?
beşiktaş’ın 1982’de kurulan çarşı grubuna, ingiliz tipi taraftar topluluklarını en çok andıran yapı olduğu için ayrı bir parantez açmak gerekir. grup, tıpkı ‘gündelik giyimliler” gibi kendi kimliğini kulüpten bağımsız olarak kurabilmiş ve sol tandanslı, ırkçılık karşıtı, çevre sorunları gibi konularda duyarlı bir taraftar grubu görüntüsü çizmiş, 1 mayıs kutlamaları ve hrant dink anması gibi sosyal buluşmalarda boy göstermiştir. çarşı, logosundaki anarşi sembolü ve medyada gündeme gelen tavırlarıyla kendini futboldan uzaklaştıran sola yatkın insanların da ilgisini çekmiştir. çarşının sergilediği tavırlar ve eylemler her ne kadar türkiye’deki genel taraftar profilinden farklı bir noktada olsa da bu grubun kimi tutarsızlıkları olmadığı söylenemez. 2000 yılında beşiktaş başkanlığındaki on altıncı yılını geçiren ve futbol kapitalizmine karşı öz kaynak modeliyle yıllarca bir alternatif yaratmayı başarmış olan süleyman seba'nın, döneminde düşük bütçelerle kazanılan beş lig ve dört kupa şampiyonluğuna rağmen protesto edilerek görevden uzaklaştırılması beşiktaş için de, türkiye futbolu için de önemli bir kırılma noktasıdır. süleyman seba, her ne kadar devlet içi kimi bağlantıları ve kulübü reforma sokma konusundaki yetersizliği için eleştirilebilecek olsa da, türkiye futboluyla özal döneminden itibaren empoze edilen vahşi kapitalist sermaye futbolu arasındaki son tampon bölgeyi oluşturuyordu. seba’nın yerine çarşı’nın da desteğiyle, zengin başkan serdar bilgili’nin gelmesiyle bu tampon bölge ortadan kayboldu ve beşiktaş tamamen sermayenin kontrolüne geçti. çarşının geleneksel yeri kapalı tribünü tasfiye ederek zengin taraftarlar için loca inşa ettirerek işe girişen bilgili, kulüp binasının bulunduğu ve beşiktaş’ın “işçi-memur semti” özelliğini temsil eden akaretler caddesini de soylulaştırarak hem kulübü, hem de semti köklerine yabancılaştırmaya başladı. bu arada kulübün semtin ortasındaki fulya antrenman tesisleri şehrin öbür ucuna, ümraniye’ye taşındı ve bir zamanlar taraftarlarla sporcuların buluşma noktası olan tesisler büyük holdinglerin hizmetine plaza arsası olarak sunuldu. serdar bilgili döneminde yapılan bu hamlelerin beşiktaş’ın futbol kapitalizmine karşı başarı kazanan alternatifine karşı açılmış bir savaş olduğu kesindi. futbol kapitalizminin beşiktaş’a neler kaybettirebileceği ise çarşı’nın bilgilinin yerine desteklediği yıldırım demirören'in gelişiyle anlaşılacaktı. demirören yönetimi boyunca kulübü ucu bucağı olmayan bir harcama rejimine soktu ve bunun finansmanını beşiktaş'ı kendine borçlandırarak yaptı. bu kitabın yazıldığı sıralarda demirören’in ardından gelen fikret orman, “feda” adını verdiği ve taraftara ürün satma üzerine konumladığı bir günü kurtarma projesiyle beşiktaş’ı iflasın eşiğine getiren futbol kapitalizminin yanlışlarını yaşatmaya gayret gösteriyor.
çarşı deneyimine baktığımızda, grubun kullandığı söyleme tamamen aykırı bir şekilde, kendini kulüp yönetimlerinden bağımsızlaştıramadığını görüyoruz. aslında çarşı, gerek kulüp içerisindeki siyasi gücü, gerekse kendi ürünlerini satarak elde edebildiği gelirlerle, kendini iktidar ilişkilerinden koparıp yönetim süreçlerine bağımsız bir yapı olarak dahil olabilecek güçteydi. beşiktaş kulübünün 2009’da yaptırdığı bir araştırma kulübün ürünlerini satın alanların yalnızca yüzde 8’inin maçlara geldiğini, oysa çarşı ürünlerinin genelde maçlara sürekli gelenlerce satın alındığını gösteriyordu. bu da tribünlerde buluşarak türkiye futbolunda eksik olan “yerellik” efektini yaratabilen taraftarların çarşıyı, çıkarlarını temsil etmeyen yönetimlere karşı bir alternatif kimlik olarak benimsediklerinin bir delili. ancak çarşı, bu kimlik arayışını ve ekonomik gücü beşiktaş’ı demokratikleştirmek ve taraftarları kulübün karar alma süreçlerine katmak için kullanmak yerine yönetimlerle uzlaşmayı tercih etti. çarşı ürünlerinin kulüp mağazalarında satılmaya başlanmasıyla beraber bu taraftar grubu da futbol kapitalizminin sermaye akışında bir kalem olma hâline indirgendi. en son 2012 yılında beşiktaş yönetimi çarşı ismini ve logosunu kendisine tescil ettirerek, kendisinden bağımsız çarşı logolu ürün satışını yasaklattı. çarşının sembol isimlerinden optik’in resminin bulunduğu atkıların sponsor logolu ürünlerle beraber satılması ve bu grubun yarattığı “üç hece, sekiz harf, sadece beşiktaş” sloganının kulübün sponsoru telefon operatörünün reklam sloganı olması çarşı deneyiminin aldığı son hâli gösterir nitelikte.
çarşı gibi türkiye’nin kitleselleşmiş taraftar grupları arasında en muhalif olanının dahi kendisini kulüp yönetimleri ve sponsorlarla olan ilişkiler yumağının içinde bulması türkiye futbol taraftarlığı konusunda çok şey anlatıyor. futbolun metalaşmasına karşı kendini “son kale” olarak tanımlayan bir oluşumun metalaşması, çarşı’nın ilham aldığı ingiltere ve italya tipi taraftarlıktan kimlik ve ekonomik bağımsızlık konularında ne boyutlarda ayrı düştüğünün bir kanıtı. çarşının toplumsal konularda ortaya koyduğu kimi tavırlar gerçekten önemli de olsa -kürt sorunu gibi meselelerde türkiye’nin genelindeki sıradan milliyetçilikten kendini sıyır(a)madığını da unutmamak gerekir- bunun demokratik bir taraftar mücadelesine dönüşmediğini görebiliyoruz. çarşı’nın kendini kulüp milliyetçiliğinden de ayrı tutmayarak, kendisiyle benzer tutum alan rakip takımların taraftar gruplarıyla iş birliğine girmemiş olması da bu noktada büyük bir eksikliktir.
şu anda halkın takımı (bjk), sol açık (bjk), tek yumruk (gs), ya basta! (göztepe) ve şimşekler (adana demirspor) gibi sol tandanslı taraftar grupları bu tarz bir iş birliğine gitmiş durumdalar, ancak bu gruplar da kendi kulüpleri içerisinde hâkim söyleme etki edebilecek güçten ve kitlesellikten mahrumlar. oysa çarşı bu güce sahipti. ancak çarşı’nın sahip olduğu etki alanım beşiktaş kulübünü taraftar odaklı şekilde dönüştürmek için kullandığım söylemek mümkün değil. aksine 2008’de grubun kendini kısa süreli olarak feshederken kullandığı “çarşı, beşiktaş’ın önünde olmamak” argümanından da anlaşılabileceği gibi, bu grubun kulübün zengin iş adamlarının sorgulanamaz sınıfsal iktidarını sorgulamak yerine, yine kulüp milliyetçiliği olarak açıklayabileceğimiz soyut bir beşiktaş tahayyülü içinde kendini pasifize ettiğini görüyoruz. taraftarın sahip olduğu gücün kullanılmak yerine egemen sınıfa ikram edilmiş olması, sınıf bilinci zayıf olan bir ülkenin zayıf kimlikli kulüplerinde sınıf ya da kimlik bazlı bir futbol taraftarlığı yaratmanın neredeyse imkânsız olduğunu gösteriyor.
dip not: serdar bilgili'nin süleyman seba'nın yerine beşiktaş başkanı olduğu 26 mart 20000 seçiminden sonraki ilk bjk maçına yazdım.