hafta içi passolig zorunluğu olmadığı için tribündeki yerimizi aldığımız türkiye kupası maçından 4 gün sonra, ankara 19 mayıs’ta oynanmasına rağmen passolig kullanıldığı için (ne yazık ki) bir kere daha televizyon karşısındaydım.
maçın saati erken olunca, koştura koştura urallara vardığımda maçın başlamasına 5 dakika vardı. ama ne hikmetse lig tv’de maç yayını yoktu! şaşkınlıkla bir süre kanallar arasında dolaşırken, maçın başlama saatinin 13:30 olduğunu görüp şaşırdım. çünkü kafama, başlama saati olarak 13’ü kaydetmiştim!
irfan buz, aziz yıldırım’ın devre arasında orta hakemi tehdit ettiği ve akabinde 2 penaltı golüyle yenildiğimiz fenerbahçe maçının ( http://www.mehmetalicetin...nin-bitmek-bilmez-cilesi/) ilk 11’indeki sedat, petrovic ve irfan’ın yerine antal, nizamettin ve gosso’yu sahaya sürmüştü.
bir önceki hafta galatasaray’a karşı nefis bir oyun ortaya koyan ve oldukça organize ataklar geliştirip 4-0 galibiyet alan başakşehir’den çekinmemek elde değildi. çünkü, sezon başından beri, gol yollarında istenilen performansı bir türlü yakalayamayan ve gosso ile doğa’nın yaptığı agresif pres ve ahmet’in son dakika müdahaleleriyle defansımızı ayakta tutmaya çalışan bir takımdık.
maça her iki takım da oldukça temkinli başladı. bu yüzden genelde pozisyonlar orta sahada düğümleniyordu. doğa ve gosso’nun aynı anda sahada olması nedeniyle başakşehir’in birçok atağı olgunlaşmadan son buluyordu. biz ise, antal, mervan ve nizamettin ile bir türlü topu stancu’ya ulaştıramıyorduk. ayrıca uğur’un, sol kanattan yaptığı çıkışları güzel bir ortayla süsleyememesi, gol şansımızı iyice azaltıyordu. (guido dışında kaleye şut çekmediğimizi de not düşmekte fayda var.)
23. dakikada mervan’ın sol kanatta bir süre top sürdükten sonra ceza alanına yönelip 2 kişi arasından topu stancu’ya aktarması ve onun da vuruşunu kalecinin son anda çıkartması sanırım maçtaki en organize pozisyonumuzdu. mervan’ın ilk kez süratini ve derine pas zekâsını kullandığına şahit oluyordum. gol olmasa da, ondan beklediğimiz işte buydu! hemen ardından kullanılan köşe vuruşunda, ahmet’in dönerek vurduğu kafa şutunu volkan babacan’ın önlemesi canımızı sıkıyordu.
golsüz biten ilk yarının ardından, ikinci perdede, daha istekli ve özellikle doka ile daha süratli bir başakşehir vardı sahada. tam olarak gol pozisyonuna giremeseler de topa ve maça hâkim görünüyorlardı. irfan ve tomic’in 60’larda oyuna girmesiyle birlikte kanatlarda daha etkili görünsek de kronik hastalığımız olan stancu’ya top aktaramama hastalığımız tüm sürat devam ediyordu. bu yüzden stancu geriye gelip top alıyor ama bu sefer de ileride kimse kalmıyordu. geçen sezon oynadığı 28 maçta 13 gol ve 6 asistle oynayan romen oyuncunun, bu yıl oynadığı 8 maçta sadece 2 gol atması da sanırım bu eksikliğimizi net bir şekilde gözler önüne seriyor.
uzatma anlarında da sahadaki etkisiz oyunu görüp, “sabah kadar oynasak gol olmaz” diye içimden geçirirken, gosso’nun ceza alanı çizgisi üzerinde düşürülmesiyle kazandığımız “temdit frikiğini” tomic’in nefis bir golle sonuçlandırmasıyla birlikte şaşkın bir şekilde “gol, gol oldu!” diyerek havaya fırladım! muhtemelen bu eylemimi o kadar sessiz hayata geçirmiştim ki, zeynep sadece kısık bir sesle, “a, gol mü oldu?” diye sordu.
tomic’in golden sonra sevinçle koşarken, hakemin bitiş düdüğünü duyup, sevincini yarıda kesip şaşkın bir şekilde “bir şey mi oldu?” diye hakeme attığı bakış, maçın en güzel karesiydi!
kırmızı-siyah formayı giydikleri günden bugüne tomic ve mervan’ın oldukça iyi kumaşları olduğunu ama bir türlü onları, tam kapasiteyle izleyemediğimizi düşünen biri olarak, tomic‘in galibiyeti getirmesi ve mervan’ın süratli top sürüşü ve akabinde stancu’ya uzattığı derinlemesine pas, benim açımdan bu maçın en değerli olaylarıydı. çünkü, mervan ve tomic’in bu moralle önümüzdeki maçlarda kapasitelerini arttırmaları, stancu’yu daha fazla topla buluşturmamız ve akabinde gol yollarındaki sorunumuzu çözmemiz demek!