aşağıdaki yazıyı 8 nisan 2007’de alkaralar.com sitesinde yazmıştım. bazı düzenlemeler yaparak sizlerle paylaşmak istedim.
"ufak tefek, olağan sıkıntıların ve maç skorunun dışında her şey çok keyifliydi. ben ve dev taraftar kadromuzun diğer elemanı çetin, öğle saatlerinde trabzon’daydık. şehirde biraz yürüyüş yapıp stadyuma daha sonra geçmeyi düşünüyorduk. ancak aynı saatlerde düzenlenen bir miting nedeniyle zaten bilmediğimiz yollar kapanmış, stada giden dolmuşların güzergahı değişmişti. dolayısıyla planımız bozuldu ve biraz geciktik.
biz stadın önüne vardığımızda trabzonspor’un ilk golü geldi. maça geç kalmanın ve bir gol yemiş olmanın gerginliği üzerimizde, tepesinde kalearkası yazan bilet gişesinin önüne geldik ve içerideki elemana sorduk:
- selamlar, misafir takım tribünü kalearkasında mı? - hee - tamam o zaman, orası için iki bilet verir misin - yalnız, bu gişede sadece kalearkası satılır. - e, tamam işte, biz de zaten kalearkası alacaz… - haaa tamam; deniz tarafı mi, .... tarafı mi istiysunuz? - abicim, nereden bileyim deniz tarafını. biraz önce dedim ya, misafir takım tribününe girecez biz.. - haaa, ama misafir tribünü karşi tarafta kardeş, bak aha şu merduvenden inip sola dönecen, ...
biz tam tarif edilen istikamete yönelmiş, birkaç adım atmışken çetin geriye döner ve sorar: - orada da satılıyor di mi bilet? - yok! bilet sadece burada satıliyor…. (çetin burada arapça bir şeyler söyledi; anlamadım ne dedi! tekrar gişeye döndük) - tamam o zaman, bize iki bilet, kale arkası!.... - deniz tarafı mi, .... tarafı mi?
burada ben de kendi kendime arapça birşeyler söyledim; çetin tepkisiz yüz ifadesiyle havada uçan martıları saymaya başladı. - bak abicim, biz ikimiz gençlerbirliği taraftarıyız. şimdi de misafir takım seyircilerinin oturduğu kalearkası tribününe bilet alacağız!...
neyse ki yan gişedeki amcam olaya müdahale etti ve bizim biletçiye hangi tarafın kaç numaralı kapısına bilet vereceğini söyledi. ama facia şiddetini kaybetmekle birlikte hâlâ devam ediyordu: - tamam tamam, kaç tane istiysunuz bilet? dişlerimizi sıka sıka “ikiii!” diyebildik ve biletlerimizi alıp olay yerinden hızla uzaklaştık.
girdiğimiz tribün misafir tribünü olmakla birlikte, tabii ki, trabzonspor seyircisi ile doluydu. bunun ötesinde misafir tribününün önünde kocaman bir “trabzonspor’a başarılar” pankartı asılıydı. trabzonlular’ın, oturduğumuz tribünü 3-4 metre yüksekliğinde kafesle çevirerek bize “aslan” muamelesi yapması ise gururumuzu okşadı açıkçası. kendilerine teşekkür ederiz.
maratonun göbüğünün üst kısımlarına alıştıktan sonra stada çapraz kalearkasından ve aşağıdan bakınca saha daha kısa ve daha geniş, dolayısıyla kareymiş gibi görünüyor, alışamadım bir türlü. ayrıca, maalesef gözlerim uzağı iyi görmüyor, karşı kalede olan bitenlerin ayrıntılarını çetin’den öğrendim çaresiz..
tribünde ilk dakikalarda bariz bir sorun olmamasına rağmen ikimiz de tarif edilemez bir sıkıntı hissediyorduk. bir şeyler eksikti sanki. maç devam ederkene birisi kulağıma eğilmiş “çıtırt çıtırt” diyordu adeta. birden bire sıkıntının nedenini keşfettim: evet, çekirdeğimiz yoktu! sorunumuz, teşhisi koyduktan sonra daha da arttı. nitekim birkaç dakika sonra ikinci golü yedik. neyse ki daha önce görmediğimiz bir çekirdek kaynağını fark ettik ve gençlerbirliği taraftarına yakışan şekilde çekirdeklerimize giriştik. ve tabii tedavinin sonucu gecikmedi, taraftarlarının çekirdek çıtırtısını duyan yiğitlerimiz saldırıya geçtiler ve golü bulduk.
tribünümüzde oturan trabzonsporlular’ın çok da hırslı olmayan, rahat ortamda ucuza maç izlemek isteyen mülayim trabzonlular olduğunu düşünerek abartmamak koşuluyla gol sevinci yaşamakta can güvenliğimiz açısından bir sakınca görmedik. kimse de sesini çıkarmadı zaten. bu sırada gençlerbirliği taraftarı olduğumuzu farkeden güvenlik görevlileri iki polis memurunu arkamızdaki koltuklara tayin ettiler.
devre arasında çetin sağolsun, hızlı çekirdek çitleme taktikleri üzerine bir konferans verdi. arkasından yaptığı aynı anda iki eliyle birden çekirdek çitleme şovu ise muhteşemdi.
ikinci devre maç daha tempoluydu; sahadaki tempo tribünlere de yansıdı tabii. arkamızdaki seyircilerin mülayim trabzonlular olduğunu bildiğimiz için attığımız gollerin ardından sevinmeye devam ediyorduk. derken, hakemin tartışmalı bir kararının ardından iki metre yakınımızdaki bir mülayim trabzonlu’nun ayağa fırlayarak hakemin doğumunu gerçekleştiren şahısla ilgili niyetini ayrıntısıyla ve yüksek sesle arz etmesi kitlenin mülayimlik derecesini tekrar değerlendirmemiz gerektiğini ortaya koydu. hele maçın son dakikasında kazandığımız penaltı, galibiyete şartlanan trabzonspor taraftarını daha da gerdi. atmak üzere olduğumuz gole nasıl tepki vermemiz gerektiğini kestiremedik açıkçası. öyle ya da böyle, topun kornere gitmesi trabzonlular’ı rahatlatırken bizi hayal kırıklığına uğrattı.
maç 2-0 iken yenmek yenilmek sorun değil, önemli olan bugün burada olmak diyorduk. ilerleyen dakikalarda ise ümitlenmeye başlamıştık ama maalesef istediğimiz gibi olmadı. maç boyunca trabzonspor taraftarları oldukça coşkuluydu. tezahürat ve davullar bir saniye olsun susmadı. elektrikli bir anda sahaya atılan birkaç “yabancı madde” dışında bir taşkınlık ya da küfürlü tezahürat yoktu.
maçtan sonra, kaldığı otelde ziya doğan’la buluştuk. sağolsun, maç yorgunluğuna rağmen bizimle yakından ilgilendi.
işte böyle geçti bir deplasman macerası. galip gelseydik daha güzel olurdu tabii ama takımımızı ankara’dan çok uzaklarda takip edip destek olmanın keyfi de bir başka. gönül isterdi ki daha kalabalık olsaydık, sesimizi futbolculara duyurabilseydik. bir gün o da olur herhalde…"