sıradan bir maç günüydü işte… düşme ihtimalimiz, birkaç varsayımın, akla yatmayacak şekilde bir araya gelmesiyle mümkün olabilirdi ancak… gençlerbirliği’nin kümeye düşmesi için gerçekleşmesi gereken koşullar: antalya – ankaragücü maçına mutlak beraberlik, konyaspor – ankaraspor maçına mutlak konyaspor galibiyeti, gençlerbirliği – kayserispor maçına mutlak hedefsiz kayserispor galibiyeti… yani biz koca gençlerbirliği, evimizde kayserispor’dan 1 puancık bile alamayacak mıydık? hadi canım, güldürmeyin…
hayatımda ilk defa gençlerbirliği’nin ligin son haftasına “küme düşme” tehlikesi ile girdiğini görüyordum. zaten biz buraların takımı değiliz, son iki sezondur adet edinmişliğimiz var ve “geçici bir durum” olarak nitelendiriyoruz. sorunu biliyoruz, iyi yönetilmiyoruz ama bizim reserve takımımız bile bu lige çok ıkınmadan yükseldi; ölümüz para eder yani, öyle alt liglerin takımı değiliz. neyse hayatımda ilk defa ligin son haftasını “düşme tehlikesi” ile izleyeceğim karşılaşmaya gelirken, küme düşmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. en azından diyordum, “1 puan alır, ligde kalırız.” her zamanki gibi maça girdim, her zamanki gibi yerime çıktım, her zamanki gibi arkadaşlarımla konuştum güldüm. günün geri kalanının her zamanki gibi olmayacağını gösteren hiçbir ipucu yoktu. her şey her zamanki gibiydi işte…
maç başladı, derken şok bir gol yedik. arada ataklarımız, ha attık ha atacağız derken, 2. golü yiyoruz. hadi çevirelim, işi başkalarına bırakmayalım atakları geliyor, ama biz leblebi yer gibi gol yiyoruz… devrenin sonunda 3 – 0 oluyor. aman tanrım, şaka mı bu?!!! çok kötü futbol oynadığımız dönemler oldu, ligdeki konumumuzdan bağımsız, berbat oynadığımız ve kaybetmeyi hak ettiğimiz günler oldu, iyi başladığımız ama erkenden kırmızıyla eksik kaldığımız maçlar oldu ya da rakibimizin çok iyi olduğu, bizi perişan ettiği maçlar oldu; fakat hiçbir maçın daha ilk yarısında hem oyun, hem de skor olarak bu kadar ezilmemiştik. 15 yıllık tribünden takip ettiğim takımımın hiçbir maçında rakip takım terlemeden bile 3 tane attığına şahit olmadım…. sahada gençlerbirliği değil, bir zavallılar topluluğu vardı. kopuk, maçtan uzak, tatile çıkmış bir topluluk… bir takım değil, 11 insanın “tesadüfen” orada bulunması gibi bir araya gelmiş insanlardı sanki… ilk yarı biterken, rakiplerimizin maç sonuçlarını takip etmeye başlamıştık. o dakikaya kadar hiç kimseye sormadığım soruya, o anda şaşkın gözlerle cevap arıyordum: “konya maçı ne olmuş?”
ikinci yarı, ilk yarıdan çok farklı başladı. artık kendi göbek bağımızı kesemeyecektik, görme duyusu değil, işitme duyusunun varlığı önem kazanmıştı… kulaklar konya’da, antalyadaydı… bizim “sefiller”in ikinci perdesi sahnelenirken, kimse oralı bile değildi. hatta maçın ikinci yarısıyla ilgili aklımda oyunla ilgili tek bir kare bile yok. oyun artık kendi aramızdaydı, heyecanlı bekleyiş, yanımızda radyo dinleyenlerin ağızlarından çıkacak lanetli bir gol haberinin olmaması içindi yalnızca… o gol haberinin geleceği artık hissediliyordu, en nihayetinde konya’dan önce penaltının, sonra da golün haberi geldi ve o bitmek bilmez yarım saat başladı. herhangi bir maç gününün, nasıl bu kadar kısa zamanda böylesi baş edilemez bir kâbusa dönüşebildiğini anlamamıştık bile… sanki o dört ruhsuz golü afiyetle yiyen biz değildik. şakaydı bu, rüyaydı. öfkeliydik, sinirliydik ve şaşkındık. herhalde en net duygumuz da şaşkınlığımızdı. 3 haftadır 1 puan almamız bizi ligde tutacakken, bunu becerememiştik ve o tek bir puancık bize şimdi 4 imkansız gol kadar uzaktı. tek ümit antalya – ankaragücü maçıydı, 25 dakika vardı ve o maçtan gol haberi gelmezse seneye bank asya’da olacaktık. o dakikaların umutsuzluğu ve çaresizliği ile ilk defa gençlerbirliği tribününün böylesine gerginleştiğini gördüm. başını ellerinin arasına almış kaç taraftar vardı, sayamadım… kurbanlık koyun gibi bekliyorduk. antalya’nın ve ankaragücü’nün gol atamayacağını, bizim maç 4-0ken antalyaspor’un zaten rahatladığını konuşuyorduk artık… sonra dönüp konya maçının ne durumda olduğunu araştırıyorduk. aklımız hep diğer statlardaydı. canım kadar sevdiğim takımımın maçı önümde oynanırken, onunla ilgilenmeyip, benden kilometrelerce uzakta oynanan iki maç için heyecanlanıyordum artık. konya’nın 2. golünden sonra hedef antalya maçıydı artık, o maç berabere bitmesin, biri atsın da, kim atarsa atsın. böyle geçti bir süre, ömrümüzden bir sürü zaman çalarak… sonra hayata döndüren golün haberi geldi. günün bizi sevindiren tek gol haberiydi bu… sevindiren derken de, yanlış anlaşılmasın, utanç dolu bir sevinçti bu… refleks ile sevinip, tekrar kabusun içinde bulduk kendimizi… ne duruma düşmüştük, nasıl bu kadar zavallı olmuştuk? kafayı artık düşme korkusu değil, cevabı bir türlü verilemeyen bu utanç soruları dolduruyordu. maçtan 3 gün sonra, hala da bu sorularla meşgul zihinler… bize bu günü yaşatan bütün futbolcularımıza, teknik heyetimize ve çok değerli(!) teknik direktörümüze, büyük (!) başkanımıza, gençlerbirliği için canını vermeye hazır yönetim kurulu üyelerimize, kulübün menfaatini her şeyin önünde tutan menajerimize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. sağ olsunlar, var olsunlar…