ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
kupalar, acemler
avrupa kupalan'nın ilkeleri veya rövanşları sahalarımıza düştüğünde, herkes doğumdan aldığı nüfus kâğıtlarını yutar, acem kesilir gayet olarak, acele... düşünce, bir kırmızı kart yer doğru dışarı... mantık bir degaja maruz kalır, kendini autta bulur...
"konuşan türkiye"yi küp gibi sağır diller olanca bülbüllüğü içinde ister ama, konuşanlar da gerçeği değil yalanı, sahiciyi değil mübalağacıyı ağzının damağının tadı yapar. hele futbol denen, yuvarlanması çok sübjektif olan bir olayda gazetelerin spor sayfalarının üstüne düşen milliyetçilik ile tv camlarına inen şovenist postal sesleri, klasman basamaklarına çıkarıldığında, dünya ülkeleri arasında birinciliği hep şamarlıyoruz, galiba...
"60 milyonun yüreği tek bir takım için atıyor." "vur vur inlesin, avrupa dinlesin." "ne büyük bir gece türkiye için yarabbi..." "11 türk, 11 milyar dünyalıya bedel..."
futbolumuzun üstüne, gerek gazetelerin spor sayfalarında büyümüş hatun küpesi gibi asılan bu manşetler, tv camlarında ağızlar en uç noktaya kadar açılarak irad edilen hamasi nutuklar, bu oyunun 80 yıllık, 50 yıllık yazgısının küflerini bir parça olsun üfürebildi mi?.. fenerbahçe ilk maçta, hiçbir futbol marifetine türk kramponu süremeden, orada 4-0 kaybetti. bu genel seviye düşüklüğüne hiçbir makul metre konmadan, burada fenerbahçe'nin 5-0 galibiyeti nasıl istenebilir? bu iş, düşlenebilir, ancak... senaryoyu tersten yazmak, bize bir ibret şamarı kırmızılığı verir mi?..
cannes maçı 4-0 kaybetse idi, bırakın gazetelerin spor sayfaları ile tv camlarının ayağa kalkma seferberliğini, acaba rövanşta stadın kapılarını açsanız "bitmiş oyun için" kaç bedavacı fransız avlayabilirdiniz, içeriye?..
galatasaray barcelona'ya deplasmanda 2-1 yenildiği maçtan sonra, istanbul'un bazı semtlerinde uyumayan bayraklar, sabaha kadar yatmayan klaksonlar, sarı-kırmızı markalı idi.
puanı alınmamış, uefa'nın ecu'sunun tek kuruşu tahsil edilmemiş bir maçın içinden sağlıklı mantık, hangi sevinci tutup çıkarır da, ortalıkta dolaştırır acaba?..
bursaspor'a yenilen beşiktaş'ı, daha terleri kurumadan nabız ve yürek atışları normale dönmeden hemen helsinki destanı için, bu moral ve telkin seanslarına sokmak, hangi tutarlılığın filmi olabilir?
tek gol avantajı ile bükreş'e uğurladığımız trabzonspor'a bir sakarya meydan savaşı bölüğü süsü vermek, hangi tarih takvimi zorunluluğudur ki...
oysa türk takımları için, bu geceden başlayıp perşembeye kadar sürecek akşamlar, elektrik ışıkları altında futbol oynanacak saatlerdir.
fenerbahçe, trabzonspor, galatasaray ve beşiktaş'ın hafta boyu karanlıklarında yapacakları şey, ne üçüncü dünya savaşının galiplik kavgasıdır ne de fezadaki yıldızlar avıdır... oynayacakları şey futboldur, futbol olacaktır.
dünyanın her ülkesinde, kanununu "ben üç neticeliyim" diye bir poli yuvarlanışla çimene koyan bu oyunun, hangi sonucuna rastlanırsa rastlansın, akıbet ne ülkeler ne de takımlar için bu yuvarlaktaki "son"dur. bir fransız, bir japon, bir ingiliz ve hollandalı vatandaşlığını yaşamının her dakikasını ciddiye alır da, futbol sonuçlarını çok çok önemseyen bir saat takmaz koluna...
türkiye'de vatandaş asgari ücret rezaletini merak etmiyorsa, türkiye'de her vatandaş fert başına düşen milli gelir adaletsizliğine bir şikâyet getirmiyorsa, türkiye'de vatandaş hastane sayısı ve hasta, okul sayısı ile talebe arasındaki oran perişanlığı karşısında hiç kılını kıpırdatmıyorsa, gazetelerin spor sayfaları ile tv camlarının evrensel konjonktürde futbola bir acem cilası sürmesi, bizi sağlıklı aydınlıklara değil, götürse götürse tahran garına ulaştırır. türkiye'de bir 50 yıldır, bir 80 yıldır futbolun bir kurum olması, bir endüstri birimine dönüşmesi için, ne bir kürek harç attık ne de bir çivi çaktık.
bitsin artık bu basın adına mürekkeplenen, bu tv adına her gün memurlaştırılan acemistan groteskleri...
ülkelerin ve insanların sağlıklı büyümeleri için, ana babadan başlayıp toplum refahına uzanan çok tutarlı kalorilere ihtiyacı var.
biz, türkiye'de futbol kalabalığını, acem paro mamaları ile besleyip prematüre bir ordu (!) yaptık sonunda, çok şükür...