ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
zaman çöküş zamanıydı, terörist saldırılar sonucu new york'taki ikiz kuleler çökmüştü. başkan bush, daha önce zeminini babasının ve reagan'ın hazırladığı şekilde afganistan'ı roket yağmuruna tutarak taliban'ın diktatörlüğüne son veriyordu. terörizme karşı başlatılan savaş askeri teröre yeşil ışık yakıyordu. israil tankları gazze'yi ve batı şeriya'yı yakıp yıkıyor ve böylelikle yahudiler ikinci dünya savaşı sırasında uğradıkları katliamın acısını bir kez daha filistinlilerden çıkarıyorlardı.
"örümcek adam" filmi sinema tarihinde hasılat rekoru kırıyordu. miami'den gelen güvenilir haberlere göre fi del castro'nun devrilmesi an meselesiydi. ne var ki devrilen, örnek ülke arjantin oluyordu; arjantin parası, hükümeti ve her şeyiyle dibe vuruyordu. venezuela'da bir darbe başkan chavez'i deviriyor, ama ayaklanan halk devrik başkanı makamına yeniden oturtuyordu. haber özgürlüğünün öncüsü olan venezuela televizyonu her nedense bu olaydan haberdar olmamıştı.
bush'un ve birçok birleşik devlerler senatörünün seçim kampanyalarının en cömert destekleyicisi dev şirketlerden enron yaptığı birtakım sahtekârlıklarının bedelini iflas ederek ödüyordu. daha sonra diğer kutsal canavarlardan world com, xeros, vivendi ve merck'in hisseleri, hesaplarında yapılan milyarlarca dolarlık ufak tefek yanlışlıklar sebebiyle düşüyordu. fifa'nın en büyük iki ticari ortağı isl ve kirch şirketleri tepetaklak yuvarlanıyorlardı; ama bu gürültülü iflaslar blatter'in büyük bir çoğunlukla dünya futbolunun tahtına kurulmasına engel olmuyordu. gelen gidene rahmet okutur derler: rakamları yok etme ve oyları satın alma sanatının sihirbazı blatter'in dokunulmaz oluşu havelange'yi bir iyilik meleği konumuna getirecekti.
bertie felstead'in de sonu gelmişti, ama onun işini bitiren doğal bir ölüm oldu. ingiltere'nin en yaşlı adamı felstead, 1915 yılının noel'inde, yani birinci dünya savaşı'nm tam ortasında ingiliz ve alman askerleri arasında yapılan futbol maçında oynayanlar içinde hayatta olan tek kişiydi. o zamanlar savaş alanı bir süre için futbol sahasına dönüştürülmüş ve nereden geldiği belli olmayan bir topun sihirli cazibesi birbirinden nefret etmek zorunda olan iki tarafın askerlerini ve subaylarını yakınlaştırmıştı.
otuz iki milli takım on yedinci dünya futbol şampiyonası'nın açılışında bulunmak ve yirmi şehrin yepyeni stadyumlarında yarışmak için kore ve japonya'ya gitti.
yeni bin yılın ilk dünya kupası ilk defa olarak iki ülkede ve asya'da gerçekleştirildi. pakistan'dan asyalı çocukların diktiği yüksek teknolojili top açılış gecesi seul stadyumu'nun çimleri üzerinde yuvarlandı: bu latex bir yuvarlaktı, gaz köpüğünden bir kumaşla çevriliydi ve deri olarak da üzerinde ateş figürleri olan beyaz bir polimer tabakayla kaplıydı. yeşil sahada takımlara şans getirecek bir kura topuna benziyordu.
iki ayrı futbol şampiyonası söz konusuydu. birinde etten kemikten sporcular oynadı. diğerinde ise eşzamanlı olarak robotlar oynadı. mühendisler tarafından yapılmış mekanik sporcular japonya'nın kore kıyılarına bakan fukuoka limanı'nda robocup 2002'yi gerçekleştirdiler.
işadamlarının, teknokratların, bürokratların ve futbol sanayiinin fikir babalarının hayalini sık sık kurdukları şey nedir? bu hayal giderek gerçekleşmektedir, çünkü her geçen gün futbolcular robotlara daha fazla benzemektedirler.
zamanın üzücü bir işaretiydi bu, xxı. yüzyılda daha başarılı olmak için her şey bir kalıba sokulmaya çalışılıyor ve özgür hareket, başarının sunak taşında kurban ediliyordu. "kazanamıyorsa da, en azından kaybetmediği için değerlidir" fikri günümüzde cornelius castoriadis tarafından "kazanıyorsa değerlidir" anlayışına dönüştürülmüştür. gerçi kendisi bununla futbolu kastetmiyorsa da bugün bu anlayış futbolda da geçerlidir. "zaman kaybetmek yasaktır" cümlesi, kazanç yasaları söz konusu olunca "kaybetmek yasaktır" şeklinde anlaşılmalıdır. her alanda olduğu gibi profesyonel futbol da her geçen gün, mevcut olmayan ama daima gücü hissedilen uenbe'nin (güzelliğin düşmanları birliği) daha çok etkisi altına girmektedir.
itaatkârhk, hızlılık, güçlülük: bunlar küreselleşmenin mecbur kaldığı kalıplar. bir buzluktan daha soğuk, bir öğütme makinesinden daha acımasız bir futbol seri halde imal ediliyor. robotların futbolu. bu can sıkıcı durumun teknolojideki ilerlemenin bir sonucu olduğu düşünülüyor. tarihçi arnold toynbee bu konuda bir hayli tecrübesi olduğunu şu sözleriyle belli ediyordu: "çökmekte olan medeniyetlerin en bariz özelliği standartlaşmaya ve tek biçimliliğe olan eğilimdir."
biz yine etten kemikten şampiyonaya dönelim. açılış maçını izlemek üzere insanlığın dörtte birinin televizyon başında olması hayret vericiydi. bir önceki dünya kupasının sahibi fransa, daha önce hiçbir dünya kupasına katılmamış olan afrika'daki eski sömürgesi senegal tarafından yenilgiye uğratıldı. tüm tahminlerin aksine fransa tek bir gol dahi atamadan ilk turda yarı yolda kaldı. bahisçiler tarafından favori olarak gösterilen arjantin de ilk düşenlerden oldu. daha sonra hakemlerin gazabına uğrayan italya ve ispanya şampiyonayı terk ettiler. aslında bütün bu güçlü ekip ler "kazanmak zorunluluğu" ya da "kaybetmenin dehşeti" adı verilen ikiz duyguların kurbanı oldular. büyük futbol yıldızları dünya kupası'na, sorumluluk taşımanın ve meşhur olmanın ezici yükü altında gelmişlerdi ve oynadıkları kulüplerin isteklerinin kahredici temposundan dolayı yorgundular.
daha önce bir kupa tecrübesi bulunmayan, kazanmanın zorunluluğunu ya da kaybetmenin dehşetini yaşamayan, yıldız oyunculardan yoksun olan senegal zevkli ve beğenilen bir futbol sergiledi. ilk defa ateşten gömlek giyen çin, ekvator ve slovenya ilk turda elendiler. senegal çeyrek finale yenilmeden gelebildiyse de daha öteye gidemedi, ama dans eder gibi sergilediği futboluyla, topla ilgili olarak bilim adamlarının genellikle hiç üzerinde durmadıkları bir gerçeği bize hatırlattı: futbol bir oyundur, hor kim oynarsa, yani gerçekten oynarsa yaşam sevincini hisseder ve bu sevinci başkalarına yansıtır. tüm şampiyona boyunca en beğendiğim golü, thiaw'ın topuk pasıyla ve çamura'nın isabetli şutuyla senegal attı. gözleri güzel futbol seyretmekten mahrum etmek için düzenlenmişe benzeyen bir şampiyonada senegalli oyunculardan diauf maç başına ortalama sekiz çalım atarak rakiplerinden kurtulmayı başardı.
şampiyonanın bir başka sürprizi de türkiye'ydi. hiç kimse bu ülkenin önemli bir başarı elde edeceğine inanmıyordu. dünya kupalarından elli yıldır uzaktı. brezilya'ya karşı oynadığı ilk maçta hakemin kararıyla göz göre göre haksızlığa uğradı; ama yoluna devam etti ve sonunda üçüncülüğü elde etti. enerjik ve kaliteli futboluyla kendisini küçük gören uzmanların ağzını açık bıraktı.
geri kalan maçların hepsi de insanın uykusunu getirecek türdendi. ne var ki brezilya son maçlarında brezilya olduğunu hatırladı.