tanıl abilerdeki deplasman tribünümüzde bu sefer ışık da bizlerleydi. maç öncesi hal hatır sormaca, hoşbeş sohbet derken maç başladı.
takımın gol yükünü çeken stanku ile kart cezalısı olan defansın belkemikleri tosic ve ante’nin yer almadığı kadroda zec, en ilerde yer alırken, defansa beyaz rus radzkow ve uğur çiftçi ilk onbirde başlıyorlardı.
daha kadroları ve dizilişi çalıştığımız bir anda, jimmy’nin nefis pası ile kaleciyle karşı karşıya kalan ve topu filelere gönderen oktay ile skor 0-1 oluyordu. maçın bizim açımızdan büyük bir önemi olmadığı için sadece “gool be!” dedikten sonra kısa bir çak-çak yaparak golü kutlamakla yetindik.
ardından bu sefer uğur’un soldan götürdüğü topu nefis bir şekilde yerden ortalaması ve zec’in son haftalarda olduğu gibi bir gole daha ismini yazdırmasıyla fark ikiye çıktı. bu sefer ilkinden daha az sevinmiştik. birkaç dakika sonra tanıl abi “daha 15. dakika mı yahu?” diyerek durumu özetliyordu.
sonrasında pozisyon bulmaya çalışan ve 0-2’ye rağmen istekli görünen bir gençlerbirliği ve sürekli pas hatası yapan, pozisyon üretemeyen ve ıslıklanan bir galatasaray vardı sahada. ilk yarının son anlarında aksu abla girdi salona. ona doğru dönerek, “ne kadar sessiz maç izliyoruz farkında mısınız?” diye sordum. “e, anlaşılan maçta daha bir şey olmadı da o yüzden!” diye cevapladı. “yoo, 2-0 öndeyiz hem de istanbul’da galatasaray’a karşı oynuyoruz” deyip gülümsedim. aksu abla bir süre şaşkın şaşkın baktıktan sonra, “üçünüz birden ne içtiniz peki?” diye sordu. gülüştük.
devre arasında alacağımız üç puanla neler olacağını, avrupa ligi şansımızın olup olmadığını konuşup laklak ediyorduk. bu arada tanıl abi, “daha maçı kazanmadık, bunu unutmayın!” dedi. haklı olduğunu biliyorduk çünkü daha maç bitmemişti.
ikinci yarının hemen başında, top çalan ve rakip ataklarını kesen gosso’nun sakatlanması orta sahadaki gücümüzü azaltıyordu. galatasaray beklediğimiz gibi baskıyı arttırmıştı. peş peşe ceza alanı çevresinden (bana göre bazıları bariz uyduruk olan) faul atışları almaya başladılar. derken 61’de ceza alanına doğru kullanılan serbest atışta, defansın ceza alanı dışına uzaklaştırdığı topun yerden bir pasla bomboş pozisyondaki burak’ı bulması ile fark bire indi. hemen iki dakika sonra yine aynı kanattan yapılan ortanın herkesi geçip burak’a gelmesi ile “eyvah” desek de oyuncu kötü bir vuruş yaptı. ama topun son hamlesini yapan ahmet’e çarparak fileleri bulması ile canımız iyice sıkıldı. 3 dakikada bütün avantajımızı yitirmiştik. defansın adam paylaşma hataları ise ne kadar ritimsiz bir defans hattımız olduğumuzu kanıtlıyordu.
2-2’den sonra zec’in de sakatlanıp çıkması iyice morallerimizi bozdu. çünkü kadromuz sezon başından beri yetersizdi ve bizi, gol atabileceğimize inandıracak bir silahımız yoktu!
maçın son bölümlerinde hem 2-2’yi korumak için, hem de forvet tecrübesi olan oyuncumuz olmadığı için ful geri çekiliyorduk. ama galatasaray’ın pili de bitmişti. sanırım sadece bir kez, o da jimmy’nin birkaç çalımı ile ceza alanına gireceği pozisyonda selçuk’un hunharca yaptığı faulle gol şansımızı yitirdik. bana göre net kırmızı idi ama hakem, maçın başında beri sertliğine göz yumduğu melo gibi ona da cömert davranıp sadece sarı kartını göstermekle yetindi.
hiçbir beklentimiz olmamasına rağmen sırf melo’nun maçın başından beri sergilediği çirkef ve sert oyunu ve selçuk’un son faulü nedeniyle en kötü beraberlikle sahadan ayrılmamızı bekliyorduk. ama olmadı! uzatma anlarında yine sol kanadımızdan yapılan ortada adam paylaşımı yapamadık ve umut bomboş golünü attı, onlar sevinirken bizler üzüldük.
takımımızın yetersiz olduğunu sezon başından beri biliyoruz. galatasaray maçından önce ise, yetersiz dediğimiz kadrodan 3 asın olmayışına bir de maç içinde 2 asın sakatlanması da eklenince “kötü” bir yenilgi almamız kaçınılmaz oldu.
gelecek sezon
42 yıllık lig tarihimizin en kötü ilk 8 hafta performansıyla başladığımız sezonu, mehmet özdilek’in gelişiyle birlikte topladığımız “beklentisiz” puanlarla orta sıralarda ve küme düşmeden tamamlıyoruz. alternatifsiz ve yetersiz kadromuza rağmen 32 haftada 44 puan toplamış olmamız çok büyük başarı, bunu unutmamak gerek ama sonuçta, yıllardır olduğu gibi, bir kere daha, “yerimizde saydığımız” bir sezonu daha arkamızda bırakıyoruz.
şimdi bence asıl sorulması gereken soru şu; yönetim sezon sonunda, alışık olduğumuz gibi, parlayan bir iki futbolcuyu satıp, ne için alındığı belli olmayan transferlere imzasını atarak, tüm kadroyu sil baştan mı yapacak, yoksa (hiç sanmasam da) bizi şaşırtarak, mehmet özdilek’le birlikte ödevine çalışıp, gelecek sezon, en azından avrupa kupalarına katılma hedefi olan bir takım mı yaratacak?