2 hafta önce olduğu gibi yine, tanıl abiyle 12’de stadyuma doğru adımlamaya başladık. oradan buradan şuradan konuşa konuşa ve yakıcı güneş nedeniyle “of bunu/şunu niye giymişim” diye söylene söylene yaklaşık 6 kilometrelik yolu tamamlayıp, yeğen alperen’i de yanımıza alıp tribünlere giriş yaptık.
selamlaşmalar ve kısa muhabbetlerin ardından takım sahaya çıktığında geçen hafta kasımpaşa’da 3 puan alan takımdan sadece özgür-nizamettin değişiminin yapıldığını görüyorduk.
maç başlamadan önce aklımda elazığspor’un düşme potasında olan çoğu anadolu takımı gibi sert ve agresif oynayacağını, bu tarz oynayan takımlara karşı genelde başarısız olan gençlerin oldukça zorlanacağını düşünüyorduk. son iki haftada alınan 6 puan bir nebze olsun moralimizi yerine getirse de ligin son bölümünde oynayacağımız zorlu maçları düşününce elazığ maçı oldukça önemli hale geliyordu.
attığı 12 gol ve hiç söylenmeden oynadığı pozitif futbolla takımı adeta sırtlayan stanku’nun gol krallığında 1 adım geride olması da maç öncesi aklımdaydı. “gol atacaksak stanku” atsın diyordum. çünkü kötü sezonda, en azından 1. lig tarihindeki ilk gol kralını çıkartıp bir nebze olsun gülümseyebilirdik.
maç başladığında beklediğimizden daha istekli alkaralar ve beklediğimizden daha sakin ve yumuşak oynayan gakkoşlar vardı sahada.
nitekim 16. dakikada stanku’nun düşe kalka ceza alanına girip yaptığı nefis ortaya jimmy’nin kafasıyla 1-0 öne geçtik. golden sonra da elazığspor’da değişen bir şey yoktu. 30’da stanku-jimmy-hakan-stanku paslaşması ile fark ikiye çıktığında, hem sezonun en güzel gol organizasyonlarından biri için, hem de stanku’nun gol krallığında farkı kapatmasından ötürü seviniyorduk. her şey beklediğimizden kolay gidiyordu. zaten ilk yarının geri kalan kısmında rölantide bir maç izledik.
devre arasında chris’e “çok rahat maç izliyoruz. bu hiç normal değil!” dedim güldük. gerçekten de öyleydi!
ikinci yarı başlar başlamaz kısa devre yapan ya da aslında normal haline bürünen kırmızı-siyahlıları izlemeye başladık. alışık olduğumuz gibi takım hiçbir şey yapmıyordu! ne top tutuyor, ne paslaşabiliyor, ne de atak yapabiliyorduk. elazığspor ise bizi yarı sahamıza sıkıştırmış olsa da bir türlü etkili olamıyordu. derken 58’de serdar özkan’ın güzel plasesiyle rüyadan uyandık. golden sonra 10 dakika inanılmaz bir panik ve telaşla oynayarak rakibin ekmeğine yağ sürdük.
67’de (bir kere daha) stanku’nun elazığ’ın sağ kanadından inip yaptığı ortaya çağlar’ın attığı “güçlü” kafa şutu, önce direk ardından ıvesa’ya çarpıp ağlara gidince önümdeki saygın bana doğru dönüp, “çok şanslıyız!” dedi. gerçekten de öyleydi!
maçın geri kalan kısmında “hadi bitse de gitsek” diyen gençler ve en azından 3-2 olsun” diyen bir elazığspor vardı sahada. bu bölümde tek gıcık olduğum şey, birkaç yıl öncesine kadar almanya’da “büyük futbolcu olacak” denen ama kariyerinde büyük bir düşüş yaşayan deniz naki’nin sonradan oyuna girip, ilk pozisyonunda ceza alanına girip kendisini yere atması oldu. gereksiz ve sevimsiz bir andı!
bu galibiyetle birlikte, hem düşme potasından 7 puan uzaklaşmış olduk, hem de yukarıdaki takımlarla aramızdaki puan farkını 4’e indirdik. bakalım sezon sonunda nerelerde olacağız…