“1954 dünya kupası elemelerinde bize ispanya düştü. ispanya o zamanın en büyük takımlarındandı, kadrosu çok güçlüydü. madrid’teki maçta ben oynadım, 4-1 yenildik. buradaki maçta biz yendik. o zaman gol averajı yoktu, üçüncü maç roma’da oynandı. o maçta turgay sakatlanınca çıktı. orada bir kurtarışım vardır, arkadaşlarımın söylediğine göre çok iyi bir kurtarış yapmışım. sonunda kura çekildi ve ilk kez dünya kupasına katılmaya hak kazandık. ilk maçı almanya ile oynayıp yenildik. ikinci maçta kore’yi yendik. ikisinde de turgay oynadı. puanlar eşit olunca bir kere daha almanya ile oynadık. o maçta ben kaleciydim. santrhafımız kasımpaşalı çetin sakatlanıp çıkınca on kişi kaldık ve 7-2 yenildik. ben gayet üzgündüm. tam otobüse binerken kapıda federasyon başkanı ulvi yenal duruyordu. ‘kaldır kafanı,’ diye arkamı okşadı. ‘şükrü senin bir kabahatin yok,’ dedi. ‘ben kaleciliğimde altı gol yemiştim, en fazla gol yiyen kaleci unvanı bendeydi, bunca senedir bekliyordum sen beni geçtin, artık ben rahatladım,’ dedi. ondan sonra ben beklemeye başladım. yıllar sonra polonya’ya ve ingiltere’ye 8-0 yenilince ben de rahatladım. maçtan evvel futbolcular büyük heyecan duyar, strese girer ama maç başlayınca o sona erer. kalecilik bambaşka bir yer. bir başarı sonuna kadar gidip netice hâsıl olursa başarıya ortak oluyorsun ama kaybettiğin zaman bütün yük kalecinin üzerine kalıyor. mesela 5-2 yensen bu bir galibiyettir ama iki tane nasıl yedi diye kaleci sorgulanır. o bakımdan kritik bir yer.”