taraftar derneğinin önünden 2 otobüs yola çıktık. yükümüzü o saate kadar alamadığımızı düşündüğümüzden stoklarımızı da sağlam yaptık.
mesaneler dolunca daha ankara'dan yeni çıkmış olmamıza rağmen (temelli'ye gelmemiştik sanırım) şöför beyden mola vermesini rica ettik (şöför amca mola verseneee verseneee verseneeeee), o da bizi kırmadı.
eh tuvalet molası vermiştik ama stoklarımız bitmediğinden molasız devam ediyorduk bir yandan diğer faaliyetimize. doğal sonucu olarak henüz yarım saat geçmesine rağmen bir mola daha rica ettik (şöför amca mola verseneee verseneee verseneeeee). bu sefer ters bir cevap gelince ricamızı tekrarladık (mola vermezsen otobüse işeriz), sağolsun şöför bey, tekrar mola verdi.
neyse, sabah 6 gibi salihli civarında kahvaltı molası verdik. diğer otobüsteki arkadaşlara alsancak'ta nerelerde dolaşılmaması gerektiğini anlatmak istedim (ne de olsa izmirliyiz ya). yarısı bize destek olmak üzere (lütfen, göztepe ile olan muhabbetlerinin gelmelerinde etkisi yoktu!)gelen a.güçlü arkadaşlarımızdan oluşan otobüstekilerden biri bana boşuna dil dökmememi, zaten telefonla randevulaştıklarını söyleyince hızla uzaklaştım.
otobüsleri alsancak stadına kadar götürdüm ve maçta buluşmak üzere dağıldık. maç saati geldiğinde stada girdik. girerken kapıda sıradan bir toplum polisini görünce şaşırdım, ne de olsa ankara'dan çevik kuvvete alışığız. polis üstümü arar gibi yapıp "geç" dedi. ben de "geçmem" diye cevap verdim. kendileri yarı şaşkın yarı sinirli bir şekilde geçmemi söyledi, ben de kendi evimizde bunun 10 katı arandığımızı, neden üstümü aramadığını sordum. az daha devam edersem maça giremeyeceğimi anlayınca koşaradım alsancak stadı balkondaki yerimi almak üzere hareketlendim.
hayatımda en çok bulunduğum 2. stad olan alsancak'ın balkonunda ilk defa maç izleyecektim. berbat bir yarıdan sonra devre arasında polise alt kata bakmak istediğimi söyledim. izin vermedi, "kuduz onlar, ısırırlar" dedi. aradan yine de bir kafayı çıkarıp alt kata baktım, her zamanki gibi doldurmuştu göztepeliler.
2. yarı başladı, arızalı bir pozisyonun akabinde "s.k.lmiş ankara" tezahüratı başlayınca bir anda üst katta montlar çıkmaya başladı. tribünde hatırı sayılı miktarda a.gücü formalı ve atkılı insanlar belirdi (bizi desteğe gelen karşıyakalı arkadaşlar da vardı). eh, ben de tabii ki içime yeşil kırmızı parçalı tişörtümü giymiştim. balkondan aşağı sallanan sarı lacivert ve yeşil kırmızı atkıları gören alt kattakiler delirdiler. polis de kendilerince uygun buldukları cop tedavisine giriştiler (futbolseverlik hastalığının ilacı polis copudur malum).
neyse, maç bitti, 600 km yol gelmişim izmir'e kadar, döner miyim hiç! çok sevgili bir arkadaşım daha dönmemeye karar verdi, iki otobüsü yolcu ettikten sonra iki kişi 5 bin göztepelinin tam ortasında alsancak'a doğru yürümeye başladık, naapalım, susamışız. atkıları saklamıştık ama daha istasyonu geçerken birbirimize baktık, yakışır mı la bize atkı saklamak diye çıkardık atkılarımızı (eh, izin verin de sadece kırmızı siyah renklerimizi göstermemiz yetsin, içimdeki yeşil kırmızıyı gösterecek halim yoktu, ya da arkadaşım çantasındaki sarı lacivert atkısını takmadı). tüm gözler üzerimizde kıbrıs şehitlerinden aşağı yürümeye devam ettik. dayanamayan birkaç tanesi iletişim kurmaya karar verdi. takdirlerini ilettiler. cidden, pozitif anlamda. tabii ankara'nın diğer yarısından ne kadar nefret ettiklerini de eklemeden geçmediler.
yanımdaki arkadaşımın emanet olarak kelebek taşıması (bir de renkleri sarı kırmızı), tşof tesislerindeki molada tufa'ya yeltenenler olması, pisuvar kırma çalışmaları da çirkin kısımlarıydı deplasmanın, ancak kazasız belasız ve kavgasız bir deplasman oldu, bu da iyi yanı...