insanın, sinir, et, kemik ve histen müteşekkil olduğunu unutanlar son günlerde, şu suali sorar oldular: «naci oynar mı, oynamaz mı?»
ayrı kutupların bu suale verdiği cevap, yine kutup teşkil edecek kadar birbirine zıd düşüyordu. fenerbahçeliler «oynayamaz», galatasaraylılar «oynar» diyorlardı. tarafsız sporseverlerin de fikri, naci'nin uzun müddet değil, ama birkaç yıl daha pekâlâ galatasarayda santrhaf mevkiini işgâl edebileceği merkezinde idi.
düşünün bir kere, ne garip değil mi? siz meydan baklası gibi ortada duracaksınız, sizin hakkınızda fikir yürütecekler. yapıcı ve yıkıcı fikirlerin, o et, kemik ve histen müteşekkil olan bir insan üzerindeki tesiri, sıcak sudan, buzlu suya dalmak kadar değişik olmaz mıydı?!
naci ise, büyük bir nefis itimadı içersinde «ben oynarım» diyordu. işte bu zihinlere takılan suallere bir cevap bulabilmek için o’nun son üç maçını seyrettim. istanbulspor ve feriköy maçlarında başarısızdı. bunun en büyük sebebi, teknik değil, fizik noksanlığı idi. başabaş mücadelelerde daima ağır kalıyordu. bu açıklığı kapatabilecek, galatasarayın seyyâl, hareketli iki beki yoktu.
evet, iki maçta galatasaray beş gol yemiş ve bu beş golü de rakip takımların santrforları atmıştı. işte bu noksanı gördü ve fenerbahçenin üstünlüğünü kabul eden galatasaray yöneticileri, ismet'i geriye çekerek kademeli bir müdafaa kurdular. naci rahatladı ve eski takımına karşı pekâlâ da iyi oynadı. f. bahçenin dün geceki santrhafları, hiç bir zaman naciden daha üstün gözükmediler.
naci'yi dün gece adım adım takip ettim. evvelâ heyecanlı idi. sonra duruldu, temkinli oynadı. eski takım arkadaşlarının -biraz da nezaketle- yıpratıcı olmayan akınlarını kesmekte güçlük çekmedi. maçın sonlarına doğru ise, yorulduğu göze çarptı. atılan beraberlik golünde, topu lüzumsuz taca çıkartışının rolü büyüktü. ancak, bu bir «iddia maçı» idi. bize kalırsa, naci oynayabileceğini isbat etti.