ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
afrika ülkelerinin dünya kupaları'nda aldıkları sonuçlar çok ilginç bir istatistik oluşturuyor. 1978'den 1990'a kadar afrika ülkeleri dünya kupası finallerinde toplam 24 maç yapmışlar ve toplam 23 puan toplamışlar. (galibiyetlere iki, beraberliklere de bir puan veriyorum.) bu dönemde performansları gelişmemiş. eğer birşeyler olduysa da, bu pek anlaşılmamış: 1978'de afrikalılar üç maçta üç puan almışlar, 1982'de altı maçta yedi puan, 1986'da yedi maçta beş puan ve 1990'da sekiz maçta sekiz puan. şunu da unutmayın ki, afrika ülkelerinin takımları 'küçük takım' olarak kabul edildikleri için, gerçekten küçük takımlarolan el salvador veya yeni zelanda gibi takımlarla eşleşmiyorlar. afrikalılar bütün puanlan, dişleriyle tırnaklarıyla savaşarak elde ediyorlar. kısaca söylemek gerekirse, kamerun'un 1990'da çeyrek finale kadar yükselmiş olması, dünya futbolunun tarihini yazanları dehşete düşürmüş olmalı.
belçika'nın club liege takımında oynayan nijerya ulusal takımı kalecisi alloy agu, "avrupa'da hâlâ, afrikalıların hiçbir şeyi beyazlardan daha iyi yapamayacağı inancı var", diyordu. "rengımıze değil, neler yapabildiğimize bakın! siyah, beyaz, sarı, hepimiz aynıyız. yine de siyah olduğun halde iyi giyimliysen ve güzel bir araba kullanıyorsan, herkes gazetelerde fotoğrafını görmekten hoşlanıyor."
uzun bir süre afrikalıların futbol oynayamayacaklarını söyledik. 1990'dan sonra da bir mazeret keşfettik. afrikalılar da futbol oynayabilirlerdi, çünkü buna doğuştan yetenekleri vardı. hepsi doğuştan futbolcuydu sadece ne yaptıklarının farkında değillerdi. graham taylor 1992'de ındependent on sunday'e "eğer sahaya yayılmayı da tam olarak başarırlarsa, doğal yetenekleri, atletik özellikleri, esneklikleri ve oyun tarzlarıyla başa çıkmamız olanaksız hale gelir", demişti. buna bazı afrikalılar da inanıyordu: alloy agu, afrikalı futbolcularda 'doğal bir esneklik' olduğunu ileri sürmüştü. afrikalılar da, tıpkı bizim oyuncularımız gibi, futbola çocukluk yıllarında başlamışlardı.
bir de afrikalıların taktik kavramları olmadığına inanıyorduk. yorumcularımız, "sahaya çıkıp eğlenmeye bakıyorlar" diyorlardı. kamerun'un 1982'deki 'ölüm grubu'nda ve 1990'da arjantin ve romanya karşısında nasıl bir savunma futbolu oynadığını anımsayın. üç kamerunlu birden arjantin santrforu caniggia'ya bastırıp bu hareket sonucu benjamin massing oyundan atılınca bütün gazeteler bu faulleri 'aptalca' olarak yorumlamışlar ya da fazla heyecanla açıklamışlardı. üç uruguaylı gole giden bir rakip santrforu aynı şekilde yere yıktığı zaman, onlara da 'ahlaksız' damgası vuruyoruz.
avrupa'da yaygın bir inanışa göre, afrikalılar asla idman yapmazlar ve taktikleri yoktur. onun yerine büyü kullanırlar. avrupalı gazeteciler, afrikalı futbolculara daima büyücülükle ilgili sorular sorarlardı. (vidinic, "burada büyücü benim" demişti. "onların tek bacağına dokunur ve 'bu bacakla gol at!' derim.") büyücülüğe olan inanç, botswana futbol federasyonu'nun yayın organı olan botswana sports magazine için o kadar güçlüydü ki, okuyucularını büyük bir ciddiyetle uyarıyordu: "maçların sadece muti kullanarak kazanılacağına dair -hiçbir kanıt bulunmamaktadır." afrika takımlarının hemen hepsi (gerçi zaire futbol federasyonu bir keresinde bunu yasaklamıştı ama) muti ya da juju (sihirli cisim) yapmaktadır.