ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında levent özçelik'in "dünya kupası anıları" başlıklı yazısından;
ikinci turda brezilya ve arjantin della alpi'deskarşı karşıya geldiler. bu dev maçın öncesinde merkez yine sıcak haber beklentisinde ve sevgili arkadaşım kameraman melihle arjantin'in kamp yaptığı oteldeyiz. lobi ana baba günü, çünkü arjantin devlet başkanı "el turco" lakaplı carlos menem milli takımını ziyarete gelecek. bu arada teknik direktör carlos bilardo'yu asansöre giderken yakalıyoruz, mikrofon açık, kamera kayıtta ama ufak bir aksaklık var. bilardo "sadece ispanyolca konuşurum" diyor. "siz konuşun biz daha sonra tercüme ederiz" anlatmaya çalışıyorum ama nafile, adam zaten demeç vermeye niyetli değil, bir de karşısında ispanyolca bilmeyen muhabir olunca keyfine diyecek yok. işte orada "ah" diyorum, şuraya gelmeden önce onbeş kelime ispanyolca öğrensen, en azından sıkıntıya düştüğümüz zaman patlattığımız öldürücü soru olan, "bu büyük maç öncesinde ne düşünüyorsunuz?" cümlesini ifade edebilsen, kurtaracaksın. neyse, ilk atak başarısızlıkla sonuçlanıyor. futbolcuları görmek zaten olası değil, hepsi toplantı odasında devlet başkanlarını bekliyorlar. ve el turco geliyor, korumalarıyla birlikte doğruca içeri giriyor ve başlıyoruz çıkışını beklemeye. bir saat kadar sonra başkan yanında büyükelçi olduğu halde hızla lobiyi geçiyor arkasında da basın ordusu. makam arabasına bindiği zaman araç hareket etmeden önce mikrofonlar sağ taraftaki açık kapıdan içeriye uzanıyor. biz de kameramızı araya sokmak istiyoruz ama değil kamera mikrofonumuz için bile boşluk yok. çeresizlik içinde melih'in yüzüne bakıyorum melûl melûl. bu acıklı halim onu harekete geçiriyor, "takip et beni" diyor. melih önde ben arkada siyah limuzinin arkasından dolanıyor ve sol arka kapının yanına geliyoruz. melih boştaki eliyle kapıyı açıyor ve bize yakın tarafta oturan büyükelçinin şaşkın bakışları altında beni adeta aracın arka koltuğuna doğru itiyor. büyükelçinin dizlerinin üzerinden carlos menem'e ulaşıyorum. tüm dikkatiyle sağ tarafındaki basın ordusunun sorularını yanıtlayan devlet başkanı sol kanattan gelen bu trt bindirmesi karşısında önce korkuyor, ardından "size bu lakabı veren ülkenin televizyonuyuz" diyerek sohbete giriyoruz. bu ani gelişen atak karşısında sempatisini gizleyemeyen el turco, kasetimizi özel bir röportajla dolduruyor ve "türkiye'ye söyleyin bu kupayı biz alacağız" diyor... siyah limuzin otelin önünden ayrılırken, nerede ise bu fırsatı bana yaratan melih'e sarılıp ağlayacağım. o an bunu yapamıyorum, kimbilir belki de tepkisinin ne olacağını bilemediğim için. altı yıl sonra sevgili arkadaşım melih'i '96 olimpiyat oyunları'nda atlanta'da centinental park'daki bombalama olayında görevi başında şehit veriyoruz.
brezilya-arjantin kapışması aslında bir erken final olarak nitelendiriliyor. türk insanının olduğu gibi milyonlarca futbolseverin gönlünde taht kuran ve 1970 yılından bu yana dünya kupası'na hasret kalan brezilya için sonuç ne yazık ki hüsran. maçın tamamında gole yakın oynayan ve çeyrek final kapısını aralamaya çalışan brezilya, 81. dakikada caniggia'nın golüne engel olamıyor. tango, samba'yı mağlup ediyor. ve yayını, hani nerede ise bir brezilyalı gibi üzgün kapatan ben, bayrağını katlayan brezilyalı bir genç kızın görüntüsüyle "onlar için toplanma zamanı yine erken geldi"" cümlesi ile bağlıyorum sözlerimi...