ilk basımı 2001 yılında olan ümit kıvanç'ın "kesin ofsayt: televizyon futbolu ve futbol medyası" kitabından;
"doğal" hiyerarşinin mutlaklaştırılması ve "hayatın doğrusu" gibi dayatılması futbol âlemimizi her anlamda kirletiyor "ötekiler "in tepkilerine, öfkelerine hak verdiğini her satırda belli eden biri olarak, şimdi de aksi bir örnek vereyim. 2000-2001 sezonunun ilk yarısında antalya'da oynanan antalyaspor-fenerbahçe maçından sonra kırmızı-beyazlıların teknik direktörü metin ünal kamera ve mikrofonların karşısına geçip, duymaya çok alıştığımız şeyleri söyledi: hakkımızı yiyorlar. madem böyle yapacaklar niye bizi bu ligde oynatıyorlar? üç büyükler kendi aralarında maç yapsın, anadolu takımları da kendi aralarında oynasın, vs...yenilgiden ötürü üzgün ve kızgın antalya taraftarına ve maçı seyretmemiş hemen herkese baştan haklı görünebilecek sözler. ben de maçı seyretmeseydim, klasik sahnelerin cereyan ettiğini düşünürdüm. ama maçta ünal'ın böyle konuşmasını haklı kılacak pek bir şey olmamıştı. fener'in uche'nin ayağından kazandığı gol, belki bazı hakemlerin faul çalıp iptal edebileceği, birçok hakemin de vereceği türden bir karambol golüydü. antalya'nın gollük bir pozisyonu ofsayt diye kesilmiş, buna karşılık sarı-lâcivertlilerin pekâlâ verilebilecek bir penaltısı verilmemişti. velhâsıl antalyaspor, kazanmayı hak ettiği maçı hakem marifetiyle kaybetmiş falan değildi.
ama mevcut ortamın kirliliği, antalyaspor teknik direktörüne, 6-0'lık werder bremen yenilgisinin hemen ardından gelen bu ikinci yenilgiye kimsenin kolay kolay itiraz edemeyeceği bir kılıf bulma şansını vermişti. böylece, bendenizin de, futbol adamına değil futbol yazarına cân-ü gönülden hak verdiğim ender durumlardan biri çıktı ortaya. fotomaç'ta haşim şahin şöyle yazdı metin ünal'ın tutumu üstüne: "bugüne kadar yaratıcılığı, düşünceyi hapsetmiş o bildik kasaba politikası, bu kez de metin ünal'la umudun elini kolunu bağladı, türkiye adına. bir 'anadolu' edebiyatı da o yaptı. (...) pervasızca dini milli değerlerimizi sömüren utanmaz politikacılarımız gibi toplumsal yaralarımızıdan birini kaşıdı metin ünal. eh, şiirin günah, süşüncenin suç sayıldığı, düşünen, üreten insanların 'tehlikeli' damgası yediği bir ülkedeyiz ne de olsa! metin ünal da kolay ve çok revaçta olanı seçti. ama politikacıya yakışan şeyler bir spor adamına uymuyor ne yazık ki."
bu "anadolu edebiyatı" durduk yerde oluşmadı. bunu, dört kulüp dışında bütün futbol takımlarına, daha sahneye çıktıkları andan itibaren "mazlumlar" rolünün figüranlığı konumunu uygun gören medya teşvik etti. altyapısını da federasyon ve şahsiyetlerini "büyük" kulüplerin "büyük"lügüne ezdiren hakemler oluşturdu. elbette her maç, her hakem ve her pozisyonu aynı tornaya sokmaya kalkarsak hem haksızlık ederiz hem de yanlış bir izlenim yaratırız. ama şu çok açık bir gerçektir ki, çoğu durumda hakemler özellikle "büyük" takımlar aleyhine sert kararlar verirken zorlanırlar. e, kolay değildir 20 bin kişinin önünde fener'den, galatasaray'dan cart diye adam atmak. "büyük" takım futbolcularının çoğu, bu manevî baskı etkeninin bilincindedir. herhangi bir "küçük" takım futbolcusunun kendinde asla göremeyeceği haklara sahip olduklarını varsayarlar ve hakemden özel muamele beklediklerim açıkça belli ederler. galatasaraylı hakan ünsal'ın artık her yere düşüşünde "kart, kart!" diye bağırarak hakemin üstüne yürüyüşünü alalım. bunu siirt jet-pa'dan bir futbolcu üstüste birkaç maçta yapsa acaba nasıl bir karşılık görür? fenerli lazetiç'in bazı maçlardaki beş dakikalık performansı, herhangi bir "küçük" takım futbolcusunu birkaç defa sahadan attırmaya yeter. beşiktaşlı nouma, meselâ çaykur rizespor'da olsaydı..? hagi bahsini hiç açmıyoruz haliyle...