milan maci kazansa 2. turda devam edecekti fakat umit davalanin son dakikada kaydettigi penalti golu ile milan ne sampiyonlar liginde devam edebildi ne de uefa kupasina kalabildi. efsanenin baslangici olarak bu mac kabul edilir. bu mactan sonra italyanlar her galatasaray kurasindan sonra ertesi gun gazete mansetlerine mama turco yazacaklardir.
galatasarayın yediği ilk gol olan weah golünde shevchenko'nun sağ kanattan ahmet yıldırımın yanından, daha doğrusu 10 metre gerisinden gelerek yanından bir geçişi vardır. sonra yerden ortayla asist yapmıştır. değeri bilinmeyen capone 24te 1-1 yapmıştır. 51'deki diğer milan golünün sahibi ise federico guinti'dir.
87'de hakan sukur atmıştır. 91. dakikada galatasarayın penaltı kazanmasına sebebiyet veren futbolcu bruno n'gotty'dir.
ayrıca star gazetesinin "yendik mi lan" manşeti atmasına denk gelir bu maç.
futbol biraz da talih işi…yani formunuzun zirvesinde olduğunuz dönemler kritik maçlara denk gelirse,işiniz kolaylaşacak demektir. g.saray cephesinde şampiyonlar liginde ilk dört maç itibarıyla işler hiç de iyi gitmiyordu. istanbul’da h.berlin’le 2-2 berabere kalınmış, chelsea’ye 5-0 kaybedilmişti. dışarıdaysa milan’a 2-1, chelsea’ye 1-0’lık neticelerle mağlup olunmuştu. son iki maça çıkmadan önce ilk iki şansı ortadan kaybolmuş, geriye yalnızca grubu üçüncü bitirip uefa kupasında devam etme ihtimali kalmıştı. bunun gerçekleşmesi içinse; a)galatasaray’ın deplasmanda h.berlin’i yenmesi, b)ikinci turu garantileyen chelsea’nin italya’da milan’a yenilmemesi, c)galatasaray’ın istanbul’da milan’ı yenmesi gerekiyordu. ve ne oldu biliyor musunuz? bunların hepsi gerçekleşti. galatasaray, berlin’de 4-1,istanbul’da son dört dakikasına 2-1 yenik girdiği maçı 3-2 kazandı.üstelik son dakikadaki penaltı golüyle…chelsea de milan’la berabere kaldı.
bu maçın bence en inanılması güç anı ümit'in attığı penaltı değil hakemin o haklı penaltıyı çalması idi.
dakika 20 : konuk ekip öne geçti. helveg'in taç çizgisi kenarından attığı uzun pası kovalayan shevchenko, ahmet'i geçerek ceza sahası içinde bekleyen weah'a gönderdi. weah, gelişine vuruşunda top taffarel'in solundan ağlara gitti: 0-1.
dakika 26 : ve galatasaray'ın beklediği gol geldi. hakan şükür'ün kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda abbiati topu son anda kornere gönderdi. hagi'nin sert korner vuruşunda meşin yuvarlak ümit'in kafasından sekti. ceza alanının sol çaprazında bekleyen brezilyalı capone sağ ayağının içiyle nefis vurdu ve eşitliği sağladı: 1-1.
dakika 51 : konuk ekip ali sami yen stadı'nda ikinci kez öne geçti. albertini'nin pasında giunti, popescu'nun yanından kolayca geçerek ceza alanında taffarel'le karşı karşıya kaldı, vuruşunda topu brezilyalı file bekçisinin sağından ağlara gönderdi: 1-2.
dakika 86 : galatasaray yeniden eşitliği sağladı. ergün'ün ceza alanının sol tarafından yaptığı ortada savunmanın arasından iyi sıyrılan hakan şükür'ün kafa vuruşunda meşin yuvarlak abbiati'nin sağından ağlara gitti: 2-2.
dakika 89 : galatasaray yeniden öne geçti. ümit'in sağdan ortasında ceza sahası içinde n'gotty, hakan şükür'ü tutunca hakem penaltı noktasını gösterdi. atışı kullanan ümit g.saray'ı galibiyetle uefa kupası'na taşıdı.: 3-2.
tarihin başlangıcı olan maçtır. milan maçının 85. dakikada umutsuz bir şekilde maçın bitmesini beklediğimi ve 17 mayıs'taki arsenal maçında aynı noktada secde halinde penaltıları izlediğimi yazsam sanırım maçın önemi ortaya çıkar..
hiç vazgeçmediğim takımımdan vazgeçtiğim an beni mahçup etmesidir. maç gerçekten kötü gidiyordu. o dırada okuduğum için eskişehir'de bir arkadaş evinde maçı izlemeye çalışıyordum. çalışıyordum diyorum, çünkü benim dışımda hiç kimse maçla fazla ilgilenmiyor ve umursamıyordu. herşey kötü gidiyordu, yeniliyorduk ve oynadığımız futbol hiç de umut vaadetmiyordu. evden ayrılmak zorundaydık, arkadaşlarım ısrarla hadi gidelim diye tutturdu. ben 1 dakika 1 dakika daha derken dayanamadım ve çıktım. biraz sonra sokakta yürürken ortalık gol sesiyle sarsıldı. biraz daha gittik içim içimi yiyordu ve eskişehir bir anda haykırdı sanki golü. inanamadım izleyenleri aradım ve soğuk bir eskişehir gecesi galatasaray'ın son düdük sesi duyulmadan pes etmeyeceğini öğrendim.
başlık yayınlarından mart 2008'de çıkan, "endirek serbest atışlar" kitabında maçla ilgili paolo maldini'nin şöyle yorumu ve kitabın yazarı/derleyeni utku yasavul'un şöyle bir değerlendirmeleri var;
"kimse beni bu statta 20.000 kişi olduğuna inandıramaz." paolo maldini
futbolun inanılmazlığını gösteren maçlardandır. milan 86. dakikada öndeydi ve şampiyonlar ligine devam ediyordu. 87. dakikada golü yedi, uefa kupasına devam edecekti, fakat son dakika golüyle avrupadan elendi. galatasaray'da son dakika golü atarak uefaya devam etti ve kupayı aldı.
hayatımda gördüğüm en kötü spikerin anlattığı maç olarak tarıhe gecmıstır hatırlarsam yanındakı kısıde tanjuydu herıf sureklı marcioo marcio fln dıodu hatta caponenın attıgı beraberlık golu sonrası 1 0 ondeyız demıstı
bu maçta eski açıktaydım. maça iş için gittiğim istanbulda fırsatını bulupta gidebilmiştim. iyikide gitmişim. yanımda almanyanın köln kentinden gelen taraftarlarda vardı. 87. dakikaya kadar 2-1 mağluptuk. ve 87. dakikada hakan şükürün kafa golüyle 2-2 beraberliği yakaladık. gole kadar üzgün üzgün otururken gol ile beraber sevinç yumağı olmuştuk. ve 90+ 1 de gelen ümit davalanın penaltı golüyle inanın o eski açık sanki zıplamaktan yıkılacak sandım. ama ne sevinçti o hepimiz birbirimizin üstüne çıkmıştık adeta. maçı 3-2 kazanıp uefa kupasına gitmeye hak kazandığımızda milanı da eli boş olarak evine göndermiştik. o gece mecidiyeköyden taksime belediye otobüsünde giderken otobüsün içinde yaptığımız tezahüratlerle otobüsü ve yolları inletmiştik. herkes çok mutluydu. ve bu mutluluğu bize yaşatan büyük galatasarayımıza,avrupa fatihimize sonsuz teşekkürler...
ilk basımı 2003 yılında olan özgür daşlı'nın "80 yıllık öykü: tarsus idman yurdu" kitabından;
nba (amerikan profesyonel basketbol ligi) nin slogan, "bu ovun, seviyorum'dur". basketbol da sevilesi bir spor organizasyonudur bütünlüklü bakıldığında, özellikle futbolun insan hayatında işgal ettiği ver göz önünde bulundurulursa nba için bu slogan pek naif kalıyor. inkar edilemez şekilde futbol, oyunların şahı payesini açık ara üstlenmiş durumda.
nedir futbolu bu kadar gerçekçi kılan, diğer bireysel ve kollektif sporlar karşısında üstünlüğünü ilan etmesinin sebebi? dünya üzerinde milyarlarca insan futbolu izliyor. insanlık tarihi boyunca ne sanatsal bir akım, ne bir siyasi oluşum, ne de herhangi bir marka böylesine nicel bir kitleye ulaşmayı başaramadı. futbol sevgisinin insanlar arasındaki sınırları ve farklılıkları kaldırarak birleştirici yönünü inkar etmek mümkün değil. futbol, içinde insanın bir şey olduğu ve kendisini olmak istediği şey gibi hissettiği bir dünyadır. o dünyaya dahil olduğunuzda, ayağının değeri trilyonlarla ölçülen yıldız sporcular artık sizden biridir. spor yazarları, düşünürleri bu sorulara kendi bakış açılarına göre yaklaşımlar geliştirmişlerdir. ama hemen hemen hepsinin ortak paydaları da bulunmakta.
öncelikle futbol son derece sade bir oyundur. gerçekleştirilmesinde fazla ekipmana gereksinim duyulmaz. basketbolda olduğu gibi bir potaya, voleybolda olduğu gibi bir fileye ihtiyaç duymazsınız. hangi futbolsever çocukluğunda top mahiyetinde kullanabildiği bir cismin arkasından koşmamıştır? mesela bir teneke kutu veya bir gazoz kapağı; çılgınca, kan ter içinde kalarak çocukluğumuzda bulabildiğimiz nadir arsa parçacıklarında, arabalardan kaçarak caddelerde simetrik olarak yerleştirilmiş iki taşın arasından hareket kabiliyeti olan bir nesneyi geçirme telaşı olmuştur.
futbol hayatın ta kendisi olması nedeniyle de kitleler nezdinde kabul görmektedir. futbolda bir taraf olmayı başarmışsanız, yaşama yeni anlamlar yükleyebilir, yeni kıtalar keşfetme şansına ulaşırsınız. gerilimli, çekişmeli bir maç esnasında ne hisseder bir futbolsever: bağırır, ağlar, panikler, rahatlar, tarifsiz bir endişe duyar, sevinçten çıldırır, içinden bir şeyler kopar, bir şeyler eklenir. insan yaşamı boyunca kaç defa bu kadar duygu yoğunluğunu veya boşalmasını bir arada yaşar? bir futbolsever her hafta sonu yaşar. kendinizi hayatınız boyunca kaç kez dünyanın merkezinde hissedersiniz? kaç kere tarifsiz mutluluk duyarsınız, kaç kere adrenalin salgınız kontrolden çıkar? kaç kere tarifsiz üzüntülere düşersiniz? on, yirmi, elli? evlendiğinizde, aşık olduğunuzda, bir yakınınızı kaybettiğinizde, çocuğunuz olduğunda. örneklendirmek gerekirse futbol tarihinden pek çok 'dakika ve skor' alabiliriz:
1983: türkiye 1. ligi'nde şampiyonluk düğümünü çözecek maç sezonun son haftalarına doğru galatasaray ve fenerbahçe arasında oynanmaktadır. maçın ilk yarısı 4-1 galatasaray'ın üstünlüğü ile sonuçlanır. artık herkes düğümün çözüldüğü konusunda hem fikir iken maçın ikinci yarısına 3 gol sığdıran fenerbahçe maçı 4-4'e getirir ve sezonu şampiyon bitrecek avantajı yakalar... rekabet!
1987: beşiktaş ile galatasaray arasında kıyasıya şampiyonluk mücadelesi yaşanıyor. beşiktaş bir adım önde. inönü stadı'ndaki denizli maçını kazanırsa şampiyonluğu kucaklayacak. siyah beyazlı takım 1-0 önde götürdüğü maçın 86. dakikasında bir gol yiyor ve galatasaray yıllar süren şampiyonluk hasretini sona erdiriyor... trajedi!
1994: galatasaray-göteborg şampiyonlar ligi maçı oynuyor. tüm maç galatasaray'ın yoğun baskısı altında geçiyor. o dakikaya kadar yirmi küsur korner kullanan sarı kırmızılılar maçı göteborg ceza sahası içerisinde oynuyorlar. 84. dakikada ilk defa yarı sahasından çıkan konuk takım ilk köşe atışında kornerden gelen topla golünü atıyor ve maç 1-0 göteborg lehine sonuçlanıyor... hüzün
1994: deportivo, ispanya ligi'nin son haftasında kendi evinde valencia'yı yendiği takdirde tarihinde ilk kez şampiyon olacak. ve 0-0 gitmekte olan maçın son dakikalarında deportivo bir penaltı kazanıyor. topun gerisine djukiç geçiyor ve bu tarihi penaltıyı kaçırıyor. şampiyonluğu barcelona'ya kaptıran deportivo ilk şampiyonluğu altı yıl daha beklemek zorunda kalıyordu... acı
1996: trabzonspor ile fenerbahçe trabzon'da karşılaşıyor. trabzonspor'un 11 yıllık şampiyonluk hasretini dindirmesine bir 90 dakika kalmıştır. beraberlik bile şampiyonluğu trabzon'a getirecektir. maçın ilk yarısını trabzonspor 1-0 önde tamamlıyor. maçın ikinci yarısında topu topu iki atak yapan fenerbahçe maçı 2-1 alıyor. trabzon'a kalan ise hüzün oluyor... ironi
1997: alman ligi bundesliga'nın son haftasında kaisersiautern ile bayerer leverkusen kaşı karşıya geliyor. her iki takımında ligde kalıp kalmayacağı bu maça bağlı. kaisersiaslautern'e galibiyet gerekiyor, leverkusen'e ise beraberlik yetiyor. maçın 83. dakikasına kadar kaiserslautern 1-0 önde oynuyor, leverkusen bu dakikada beraberliği sağlıyor ve ligde ka/ıyor. bir sonraki sezon leverkusen'in inanılmaz yükselişi yaşanıyor. lig ikinciliği, alman kupası finali, şampiyonlar ligi finalleriyle dolu yıllar başlıyor... zafer
1999: galatasaray ile milan, şampiyonlar ligi son maçında ali sami yen stadı'nda karşı karşıya geliyorlar. milan kazanırsa şampiyonlar ligi'ne ikinci tura yükselecek, galatasaray ise elenecek. beraberlik halinde milan, uefa kupası'na devam edecek, galatasaray yine elenecek. galatasaray galip gelir ise uefa kupası'na katılacak milan ise elenecek. anlaşılacağı üzere iki takımında kazanmaktan başka çaresi yok. milan, 86. dakikaya 2-1 önde giriyor, aynı dakikada hakan şükür'ün golü ile sarı kırmızılılar beraberliği yakalıyor. 89. dakikada kazanılan penaltıyı ümit davala gole çeviriyor, milan evine galatasaray uefa kupası'na gidiyor. bu sonuç bir devrin başlamasına sebep oluyor. uefa kupası'na devam eden galatasaray; bologna, borussia dortmund, real mallorca, leeds united, arsenal takımlarını namağlup aşarak kupanın sahibi oluyor... mutluluk
2001: bayern münih ile schalke 04, alman ligi şampiyonluğu için kıyasıya son haftaya giriyorlar. bayern, hamburg ile deplasmanda; shalke de kendi unterhacking ile oynuyor. maçın son dakikalarına 5-3 önde giren schalke, şampiyonluğunu ilan etmek için hamburg'dan lehlerine bir gol haberi bekliyor. ve 89. dakikada beklenen gol geliyor ve münih 1-0 yenik duruma düşüyor. schalkeli taraftarlar şampiyonluk kutlamalarına başlarken hamburg'dan bir gol haberi daha geliyor. uzatma dakikalarında beraberliği yakalayan bayern, schalke'nin kucağından şampiyonluğu geri alıyor ve 17. şampiyonluğuna ulaşıyordu... keder
ilk basımı 2000 olan ahmet çakır'ın "o bir imparator" kitabından;
ekim sonundaki milan maçı gelip çattığında ali sami yen'de pek farklı bir ortam yoktu. tribünlerde 17.824 biletli seyirci vardı. yer yer boşluklar, gözleri tırmalıyordu.
galatasaray'ın son iki yılda yaşamaya başladığı ilginç bir sorun cia buydu. daha önceki dönemlerde, takım kötü giderken bile tribünleri tıklım tıklım dolduran 25-30 bin kişilik kalabalıklar artık hayaldi. gerçi oturma düzeni nedeniyle stadın kapasitesi 22 bin dolayına düşmüştü ama galatasaray bu kadar seyirciyi bile bulamıyordu.
oysa sarı kırmızılı takımın öteki takımlardan çok daha iyi oynadığını herkes kabul ediyordu. rakip takımların teknik direktörleri bile, "ligde bir galatasaray var, birde öteki 17takım, "değerlendirmasini yapıyorlardı. bu kadar iyi oynayan ve taraftarını mutlu eden cim bom, nedense onları tribüne çekemiyordu.
özellikle deplasmandaki hertha zaferinden sonra tribünlerin boş kalması, anlaşılabilecek ve kabullenilebilecek bir durum değildi ama gerçekti.
galatasaray maça gol yiyerek başladı ve bir şeylerin hâlâ değişmediği yolundaki umutsuzluk yine kendini gösterdi.
ancak capone'rin beraberlik golü bu havayı biraz değiştirdi. ardından ikinci yarının başında yine olmayacak bir savunma hatasıyla galatasaray 2-1 yenik duruma düşmüştü.
bunca çalışma ve uyarılara karşın sürekli olarak yenilen akıl almaz goller, imparator'un hayatından epeyce uzun sürelerin eksilmesine yol açar gibiydi. bu üzüntünün daha görünür kurbanı, başındaki saçlardı. daha milli takım döneminde iyi kötü varlığını sürdüren saç düzeni, galatasaray döneminde epeyce dağılıp gitmişti. şimdilerde özel tarama yöntemleriyle boşlukların doldurulması konusuna daha çok zaman ayırmak zorunda kalıyordu.
ikinci yarının başında yenilen golden sonra galatasaray rakibinin üstünlüğünü kabul etmiş gibiydi. açıkçası, bunun yadırganacak bir tarafı da yoktu. sarı kırmızılı takımın bu sezon yaptığı toplam transferler birkaç milyon dolarla sınırlı kalırken, karşısındaki milan sadece schevchenko için 36 milyon dolar harcayabiliyordu. arada bu kadar büyük farklar varken başabaş mücadele edebilmek de bu kadar oluyordu.
karşılaşmanın son 5 dakikasına gelinmiş, tribünler yer yer boşalmaya başlamıştı. sol kanatta ceza alanı yakınında tugayla ergüriün sürükledikleri atakta top son olarak ergün'ün ayağından penaltı noktasına doğru kavislendi. birdenbire orada bitiveren hakan şüküfün şimşek gibi kafa vuruşunda kaleci abbiati topu ancak ağlarda görecekti...
olay sadece galatasaray'ın milan'a beraberlik golünü atması değildi. bir anda pek çok şey değişiyordu. milan, galip durumdayken şampiyonlar ligi'nde ikinci tura çıkmayı garantilemiş oluyordu. şimdi 2-2 beraberlik durumunda grup üçüncülüğüne düşecek ve uefa kupası'na gidecekti.
ancak maçın bitmesine birkaç dakika daha vardı ve her şey olabilirdi. yine de milan'ın bu sürede bir gol bulup maçı kazanmaktan pek umudu yoktu. çünkü galatasaray fırtına gibi esiyordu. hakan'ın golü cim bom/u ateşlemiş, sarı kırmızılı'lar bütün kaybettiklerini kazanabilmek için son dakikalarda ölesiye oynamaya başlamışlardı.
88. dakikada sağ taraftan gelen ortada hakan şükür topu kafayla ağlara gönderebilecek durumdayken, iki rakip savunma oyuncusu tarafından indirilmişti. belki iki saniye bile sürmeyen zaman diliminin imparator'un hayatındaki en uzun sürelerden biri olduğunu söyleyebilmek mümkündü. çünkü buna benzer pozisyonlardaki çok açık penaltılarımızın verilmediği, görülmemiş bir durum değildi. hatta biraz sık rastlanan bir olgu bile sayılırdı.
ancak bu kez öyle olmadı. ispanyol hakem lopez nieto düdüğünü çalıp penaltı noktasını gösterdi. aman allah'ım! inanılır gibi değildi... çoktan bitip tükenmiş olan umutlar, şimdi doruklardaydı... ancak önce penaltının gole çevrilmesi gerekiyordu ve bu da kolay iş değildi...
hakan hem darbe almıştı, hem de ölesiye yorgundu. başka kimse de penaltıyı atmak istemiyordu. topun başına ümit geldi açıkçası, en uygun seçim de oydu. çünkü hem biraz önce müthiş frikiğini kaleci abbiati zorlukla çıkarabilmiş, hem de penaltıyı yaratan ortayı o yapmıştı...
ümit, o penaltının takımına türk futbol tarihinin en büyük başarısının kapısını açabileceğini elbette ki o anda düşünüyor olamazdı. ancak bu penaltıyı gole çevirip takımının uefa kupası'nda avrupa serüvenini sürdürebileceğini biliyordu. onu da bir yana bırakın, bugüne kadar herhangi bir türk takımı milan'ı da yenmiş değildi ki...
neresinden bakarsanız bakın, basit bir penaltı kullanmak, ümit davala'nın genç omuzlarına tarihi sorumluluk yüklemişti...
o dakikalarda peter handke'riın kalecinin penaltı anındaki endişesi adlı kitabını anımsayan kaç kişi vardı bilmiyorum ama şunu düşünmek daha önemliydi: penaltıyı atacak futbolcunun, o andaki sancısı...
gerçekten de bunu ancak her iki pozisyonda da oynayanlar çok daha iyi bilirler, penaltı vuruşları sırasında vuruşu yapan futbolcu için kale inanılmaz derecede küçük görünür. daha birkaç dakika öncenin 7 metreden daha büyük olduğu bilinen iki direk arası, bir anda kalecinin tamamen doldurabildiği daracık bir yer oluvermiştir! kimi zaman 30-40 metreden topu ağlara gönde-rebilme becerisine sahip olduklarını gösteren hagi gibi futbol ustaları bile aynı sıkıntıyı yaşarlar ve penaltıyı nasıl atmaları gerektiğine bir türlü karar veremezler. bu kararsızlık da penaltının kaçmasına yol açan temel etkenlerden biridir.
biraz da bu nedenle, bazı takımlarda en "kazma" tabir edilen ve topa sert vurmaktan başka becerisi olmayan futbolcular kullanır penaltıları. çünkü çok büyük usta olarak bilinen futbolcu, son andaki kararsızlığı yüzünden kalecinin doğru yönü görmesiyle topu rahatlıkla kurtarabileceği vuruşu yaparken, kazmalar topa bütün gücüyle vurur ve sonrasını düşünmez. çoğu kez top ağlardadır.
tribünlerin büyük bir bölümü ve galatasaray yedek kulübesindeki teknik adamlarla futbolcuların bazıları sahaya bakamıyorlardı. hatta sahada oynayan futbolcuların bir bölümü de rakip kaleye sırtlarını dönmüş ve büyük bir sıkıntı içinde bekliyorlardı.
ali sami yen'de olağanüstü bir şeyler olacaktı...
oldu da...
topun başına gelen ümit, rahat ve güvenli bir vuruşla abbiati'yi yendi, topu ağlara gönderdi...
önce statta, sonra da bütün memlekette küçük çapta bir kıyamet koptu...
evet, 5 dakika içinde inanılmaz şeyler olmuştu. maçın 85. dakikasında şampiyonlar ligi'nde yoluna devam edecek gibi görünen milan, 86. dakikada yediği golle uefa kupası'nda devam etmeye razı olmuş, 88. dakikada ise evine dönmüştü!
milan gibi avrupa kupaları'nı en çok kazanan dev takımlardan biri, galatasaray önünde büyük bir hüsrana uğruyordu.
sarı kırmızılı takım ise son iki maçında elde ettiği 6 puanla toplam puanını 7'ye çıkarıp grup üçüncüsü oluyor ve uefa kupası'nda yoluna devam olanağı buluyordu.
ertesi gün sadece türk medyası değil, avrupa basını da cim bom'u göklere çıkarıyordu. hertha'dan sonra milan'ı da deviren galatasaray, avrupa'da yıllardır olumsuz anlamda kullanılan "türklerin sağı solu belli olmaz!" sözünü bir kez daha ve çok ciddi biçimde gündeme getirmişti.
italyan basını da milan'la düpedüz alay ediyordu. berlusconi'nin on milyonlarca dolar harcayarak oluşturduğu, süper yıldızlarla dolu takım, mütevazı galatasaray'a boyun eğmişti. inanılır gibi değildi ama böyleydi...
bu maçta kritik penaltıyı kullanan ümit davalanın anısı şöyle: penaltı öncesi teknik direktör fatih terim ile göz göz geldiklerini belirten ümit davala, "hakan'ın sakatlığı vardı. hoca ile göz göze geldik ve bana göz kırparak "tamam sen at" şeklinde işaret yaptı. penaltı noktasına giden yolda farklı duygular içerisindeydim. kaçırsam eleneceğiz, mecbur atmak zorundayım. hocam da beni afyonspor'dan tanıyor, penaltı attığımı biliyor. bana güvendi, ben de kullandım ve gol oldu" dedi.
milan karşısında iyi oynamadık. 1-0 öne geçtik ve 2-1 geriye düştük. seyirci bize inanılmaz sahip çıktı. 3-4 dakikalık bir süreç bizi farklı noktalara taşıdı. önce 2-2 oldu, ardından beni bir oyuncunun itmesiyle penaltı kazandık. takımın penaltıcısı ümit'ti. ümit çok soğuk ve farklı bir tip. topu öyle eline aldı ki kimse bırak da ben atayım diyemezdi. o da gol olunca bizim için her şey yeniden başlamış oldu.
guinti'nin 2002-2003 sezonunda beşiktaş'a gelmeden önce galatasaray'a gol attığı karşılaşmadır.
milan yaklaşık 40 dakika kalmasına rağmen 2-1 i rölantide götürüp maçı bitirmeyi düşünüyodu o kadar çekildilerki, gsaray ileride kaldı ergün'ün nefis ortası ve penaltı golü o gün için sadece elenmemekti ama uefa kupasının geldiği sezon oldu. o gün milanın elenmesine sevinmiştik arkadaşla ama kupanın alındığı gün bir kabus oldu benim için :)
galatasaray: claudio taffarel, ümit davala, hakan ünsal, gheorghe popescu (dk. 70 ergün penbe), ahmet yıldırım, capone, okan buruk, emre belözoğlu, gheorghe hagi (dk. 66 hasan şaş), arif erdem (dk. 72 marcio), hakan şükür
teknik direktörü: fatih terim
milan: christian abbiati, bruno n gotty, thomas helveg, paolo maldini, roberto ayala, gennaro gattuso, guly (dk. 56 serginho), demetrio albertini, federico giunti (dk. 87 oliver bierhoff), george weah (dk. 83 zvonimir boban), andriy shevchenko
bu maça yorumcu olarak tanju çolak katılmış, spikerin durum 3-2 olduktan sonra "ne düşünüyorsun tanju?" sorusuna ise, "bu dakikadan sonra bu maç böyle biter" cevabını vermiş, türk halkının yüreğine soğuk sular serpmiştir.
hakan şükür: "2-1 mağlubuz ve takım çok kötü oynuyor... ben de kötü oynuyorum. ergün sağdan kesti 2-2 oldu. sonrasında hakemin milan aleyhine büyük bir cesaretle çaldığı penaltı düdüğü geldi. maç 3-2 olduktan sonra seyircinin coşkusunu ve 5-6 dakika hiç durmadan 'hakan şükür' diye tezahürat yapmasını unutamam..."