necdet özkazancı'nın "taşradan futbol hikayeleri" kitabından;
futbolun peşinde...
polatlı’da
1988-1989 futbol sezonu... gençlerbirliği, bir sezon önce oynadığı 1. lig’den düşmüş; 2. lig’e alışmaya çalışırken, polatlıspor ise yeni çıktığı türkiye 2. ligi (a) grubunda adeta fırtına gibi esiyordu. ilk haftalarda galibiyet üstüne galibiyet almıştı ve açık farkla liderdi. ilçede futboldan ve polatlıspor’dan başka bir şey konuşulmuyordu. havamız yerindeydi yani. takımımıza o kadar güveniyorduk ki, birçok kişi takımın bu kadroyla 1. lig’de bile hiç zorlanmadan orta sıralarda yer alabileceğini düşünüyordu. kendiliğinden başlayan işyeri ve kahve sohbetlerinde, aynı zamanda istanbul takımlarından birini tutmakta olan bazı taraftarlar polatlıspor 1. lig’e çıkarsa ne yapacaklarını, tuttukları takımı bırakıp bırakamayacaklarını tartışırken, şakalaşmaktan ve birbirlerini kızdırmaya çalışmaktan da geri kalmıyorlardı. bu arada 24 eylül 1988 günü cebeci stadı’nda gençlerbirliği ile oynanacak olan maçın heyecanı da herkesi sarmıştı:
– la oğlum, sen şimdi fener’i tutuyon ya...
– hee!
– polatlıspor bu sene 2. lig’de şampiyon olup da 1. lig’e çıkınca n’olacak?
– n’olacak anadın mı?
– n’olacağı var mı la? fener mecburen polatlı’ya gelecek. o zaman n’abacan?
– n’abacam?
– n’abacan? ben seni bilmez miyim, fener’i tutacan gene!
– fener’i mi tutacam? ben? niye? hasta la! bırakırım gider, n’olacak sanki ayağına vuruyum. tek polatlıspor 1. lig’e çıksın da anadın mı?
– sen?
– hee!
– fener’i bırakacan?
– ne var!
– hani hasta fenerliydin goçum, ne oldu?
– olsun. bırakırım gider anadın mı?
– yok, aslanım. sen fener’i bırakamazsın. için gider valla, fener’in otobüsünün stada geldiğini görünce. karışıverirsin istanbul’dan gelen fenerlilerin arasına.
– ne içim gidecek la, ne içim gidecek? içim gidermiş! bilip bilmeden boş boş gonuşuyon işte, anadın mı?
– bravo hüsam! sen hüsam’a inanmıyorsun ama bence doğru söylüyor. yapar mı yapar. benim bildiğim hüsam’sa, polatlıspor 1. lig’e çıksın, kesin bırakır fener’i! öyle değil mi hüsam?
– heç! gonuşuyo işte la! bak gördün mü ibibik? beni bilen biliyo anadın mı? hem sen kendine bak goçum. beşiktaş’ı bırakabilin mi ki? hey yavrum hey!
– sen bırakınca ben de bırakacam diye kanun mu var aslanım?
– tamam oğlum tamam, anladık. oyununu oyna anadın mı? kırmızı sekizli attım.
– onu bunu bırak da ortak, bu takım var ya bu takım; şimdi 1. lig’de olsa kafaya oynar valla!
– canavar bu takım, canavar ayağına vuruyum! birkaç takviyeyle ilk beşe girmezse ben de bu futbolu bilmiyorum yani.
– o kadar da şişirmeyin takımı canım. birkaç maç aldık diye hemen burnumuz büyüdü, kafdağı’na çıktık. tamam, iyi takım olmasına iyi takım ama 2. lig’de şampiyon olursa, 1. lig’de de kafaya oynaması için çok takviye lazım.
– öyle deme hoca, bu takım kayseri’ye beş çekti be, hem de deplasmanda.
– beş çekti de ne oldu? dört tane de yedi. defans sakat, defans. takviye lazım.
– valla benim fikrimce de defans sakat. kaleci gürsel’le cenk kayseri maçında kavga etmişler la. bizim takım attıkça, gürsel de ha bire yemiş. maç 5-3 devam ederken gürsel bir gol daha yiyince cenk çok kızmış. “bu ne la?” demiş, “gol yemeye doymadın ayağına vuruyum!” kafa kafaya gelmişler de öteki topçular ayırmışlar. şimdi küslermiş.
– zaten onun için geçen hafta bitlisspor maçında yoktular. bizim hoca ikisini de kadro dışı bıraktı.
– iyi yaptı valla. akılları başlarına gelsin biraz. hanya’yı, konya’yı anlasınlar. maçta kavga etmek ne demek la? aha takım onlarsız da yendi bitlis’i.
– dün antıramanda barıştılar apçaoğlu.
– bizim hoca gençler maçında oynatır mı ikisini de?
– oynatacak herhalde. çift kalede ikisi de as takımda oynadı.
– gençler maçında ne yapacağız bakalım bizim oğlan?
– kesin yeneriz abi. aha bak, şuraya yazıyorum.
– öyle deme. hiç belli olmaz valla. gençlerbirliği kuvvetli takım oğlum.
– oooo, hem de nasıl! çok dölek maç olacak ortak, çook!
– avni, olkan, muammer... bunlar iyi topçular yani. kalecileri nezihi de iyi. bir de yugo vardı, hayrettin mi ne... o da duruyormuş.
– olsun. yeneriz goçum, yeneriz. bizim topçular kötü mü? yavuz’la gökhan yeter onlara oğlum.
– he valla. erdoğan gibi topçu kimde var la!
– baskılı oynamamız lazım usta. oyunu rakibin sahasına şey etmemiz lazım.
– ilk on dakikada bir çakarsak, farka gider bu maç bacanak.
– bu bizim hoca niye yedek kulübesini bırakıp, korner direğinin oraya gidiyo la? cankurtaranın yanında ne işi var kine?
– ne bileyim ya! vardır elbet bir sebebi.
– hasta ediyo beni la. gıcık kaptım valla. birkaç defa da bağırdım türbünden, yerine geçsin diye. ama duymadı.
– stad dolar mı sence usta? ne diyon?
– cebeci stadı mı? o stad otuz bin kişilik oğlum. ama gene de bayağı doldururuz yani. çok adam gidecek maça.
– cevat, bize beş çay... tazeyse ver ama ha!
– taze tabii oğlum... burda ne zaman bayat çay içtiniz la?
cebeci’de
ve nihayet maç günü gelip çatmış; polatlı, 24 eylül 1988 günü sabah saatlerinde hareketlenmeye başlamıştı. gençlerbirliği maçı için erkenden tarifeli otobüslerle ve trenle yola çıkıp bir saatte ankara’ya gelen bazı taraftarlar, maç saatine kadar stad çevresindeki kahvelerde çay içerek ya da dışarıda dolaşarak zaman geçirmeye çalışıyorlardı. daha sonra otobüs, minibüs ve otomobillerle daha geç yola çıkan taraftarlar geldiler. ve ankara’da yaşayan polatlılı taraftarların da katılmasıyla cebeci stadı kalabalık diyebileceğimiz günlerinden birini yaşamaya başladı.
açık tribünün orta bölümünü doldurmuş olan polatlılılar, kapalı tribünde de protokol tribününün hemen sağındaki bölümde hatırı sayılır bir yer kapmış; zaman zaman gençlerbirliği başkanı ilhan cavcav’a sataşıyorlardı.
stada polatlıspor’un sarı-siyah renkleri hâkim olmuştu. bu kadar seyirciyi çok sık görmeyen çekirdekçiler, köfteciler ve meşrubatçılar bayram yapıyorlardı. maça fazla ilgi göstermeyen gençlerbirliği taraftarları ise kapalı tribünün sol tarafında yerlerini almış; sakin bir şekilde maçın başlamasını bekliyorlardı.
lakabı, ilkokuldayken babasının, “oku, oku, oku!” diye yaptığı baskıdan gelen amigomuz ogu, sırtında büyük harflerle “ogu” yazan sarı-siyah bir eşofman üstü giymiş, açık tribünü coşturmaya çalışıyordu:
“polatlı’yı sevenler ayağa kalksın! polatlı’yı sevenler ayağa kalksın!” “polatlı aşkına herkes ayağa! polatlı aşkına herkes ayağa!”
– şimdi de kapalıyla sarı-siyah çekeceğiz, tamam mı? hadi eller havaya! oooo! bir, ki, üç. sarıııı!
ve karşılıklı olarak sarı-siyah çekilmesinin ardından alkışlarla birbirini coşturmuş olan polatlılılar şimdi ayağa kalkmış; “polatlı! polatlı!” tezahüratlarıyla stadı inletiyorlardı.
açık tribünün ortalarına yakın bir yerde ise bir grup taraftar davul-zurna eşliğinde halay çekiyor; alt bölümde de bir taraftar bağlama ile “atım arap” türküsünü çalıp söylerken, dört beş taraftar da uyum içinde kostak kostak oynuyordu.
atım arap’tır benim aman aman! haydi de yüküm şaraptır benim goçum! aman da yüküm şaraptır benim vay vay! bu yıl böyle giderse aman aman!
aman da halim haraptır benim vay vay! haydi de halim haraptır benim vay vay! emişim gümüşüm, bir hoşum vay vay! çokça da içtim, zerhoşum vay vay!
alsana fındık fıstık. baş altında yastık. köroğlu’yla küstük. sırt sırta verdik yattık.
artık maç saati yaklaşmıştı. sahaya ilk çıkan takım gençlerbirliği oldu ve kendi taraftarlarının yanı sıra polatlılı taraftarlarca da alkışlandı. polatlıspor sahaya çıkarken, stad müthiş bir uğultu ile inledi ve taraftarlar ellerinde hazır beklettikleri arjantinleri ve konfetileri bir anda sahaya savurdular. hızla açılıp uzayarak atletizm pisti ve sahaya düşen arjantinler ile havada uçuşan konfetiler kısa süreli bir kâğıt yağmuru oluşturdu.
– alkışlayın la alkışlayın! takım lider aslanım, şampiyonluğa gidiyo ayağına vuruyum! şampiyon şak şak şak! şampiyon şak şak şak!
“şampiyon şak şak şak! şampiyon şak şak şak!”
çok güzeldi!
o coşkulu ve gürültülü ortamda ogu da bağırarak taraftarlara sesini duyurmaya çalışıyordu:
– durun la, durun. takımı çağıracaz şimdi. büyük kaptan takımı buraya getir! büyük kaptan takımı buraya getir!
“büyük kaptan takımı buraya getir! büyük kaptan takımı buraya getir!”
kaptan küçük mustafa, her zaman olduğu gibi tüm futbolcuları topladı ve takım tezahüratlar arasında tribünleri tek tek dolaştıktan sonra futbolcular tek tek tribüne çağrıldı; ama bu defa ikisi hariç! bu futbolcular, kayserispor maçında kavga eden kaleci gürsel ve stoper cenk’ti. taraftarlar, yeni barışmış olan ve yönetim tarafından affedilen bu iki futbolcuya özel muamele uyguladılar ve ikisini tek tek değil, el ele tribüne çağırdılar. onlar da taraftarın bu isteğini kıramazlardı; tribünleri el ele dolaşıp selamladılar.
her şey çok güzeldi. şimdilerde, keyifleri yerinde olduğu zaman ankaragüçlü arkadaşlardan duyduğum şu tezahürat gibi: “hayat çok güzel! kafam çok güzel! ankaragücüm her şeyden güzeel! hayda hayda nihayda! hayda hayda nihayda!”
evet, hayat güzeldi; hava güzeldi; çoğumuzun kafası güzeldi, polatlısporumuz da her şeyden güzeldi.
işte herkesin havaya girdiği o anda ogu, her zamanki üçlüyü çektirdi:
ve arkasından bütün stad “polatlı! polatlı!” diye inlemeye başladı.
bu arada polatlılı taraftarlar sustuktan sonra gençlerbirliği taraftarlarının da birkaç kez aynı şekilde “şimşekler!” diye üçlü çekmesi, o güne kadar gençlerbirliği’ni izlememiş olanları bayağı şaşırttı.
– ne diyorlar la?
– “şimşekler!” diye bağırıyorlar.
– hayda! biz de “şimşekler!” diye bağırıyoruz.
– bu taraftar âleminde de amma çok şimşekler diyen var la! nereye gitsen “şimşekler!” ayağına vuruyum!
– öyle valla ya!
– her önüne gelen şimşekler diyo la. taraftar milleti işte, n’abacan!
– saat kaç?
– ehem! beş dakka kaldı.
– iyi ya! az kalmış. başlasın artık şu maç, öyle değil mi?
– öyle valla! başlasın da maçımızı seyredelim şöyle bir güzel ya!
– inşallah dölek bir maç olur be ortak!
– inşallah ortak, inşallah!
artık saat 16.00’ya geliyordu ve maç saati iyice yaklaşmıştı. devam eden tezahürat ve gürültüler arasında stad spikerinin sesi duyuldu:
“şimdi, orta hakemliğini serdar çakman, yardımcılıklarını yusuf ziya adabay ile nurettin saka’nın yapacağı, gençlerbirliği ile polatlıspor arasında oynanacak olan türkiye 2. ligi (a) grubu futbol maçının takım kadrolarını veriyorum.
polatlıspor: gürsel, ibrahim, b. mustafa, cenk, ünal, yavuz, nedim, erdoğan, erdal, k. mustafa, gökhan.
ve hakemler önde, takımlar arkada sahaya çıkıp önce protokol tribününü, sonra da açık tribünü türk sporu şerefine üç defa, “sağol! sağol! sağol!” diyerek selamladıktan sonra, para atışı ve saha seçiminin ardından maç başladı.
maçın başlamasıyla birlikte ogu da her zaman olduğu gibi dokuz defa el şaklatıp “şimşek!” diye tezahürata başladı ve taraftarların çoğu da ona uyunca müthiş bir koro ortaya çıktı:
ama bir yandan da gözümüz sahada, dikkat ve heyecanla maçı izliyorduk.
ilk on dakikada golü atarsak iş tamamdı. atardık canım, ne olacak! kayseri’ye beş çekmiş bir takımdık biz. liderdik. bu lig bize bir boy ufak geliyordu.
– hadi kocaoğlan, hadi gökhan... harmanla goçum. sür goçum sür. çak işte! vuur! ah lan, auta gitti!
– gençler’de, ileride oynayan şu sarı oğlan (fevzi) kim la?
– o mu? ehem! bilmiyorum valla. ama hani gençler’de geçen sene bir tane yugo vardı ya, hayrettin mi ne. herhalde odur. sarı olduğu için...
– hımm. iyi bir topçuya benziyor, öyle değil mi?
– ooo! sen ne diyon gardaşım? baksana, yılan gibi oğlan valla... zaten bunu ve muammer’i tuttuk mu, tamamdır iş.
amanın o da ne! 12. dakikada sarı (fevzi), avni’nin nefis ara pasına hareketlendi ve soldan defansın arkasına sarkıp topla birlikte ceza sahasına daldı.
– çık lan gürsel, çık!
gürsel kalesini terk etti, ama geç kalmıştı. sarı, aşırtma bir vuruşla gürsel’in üzerinden topu ağlara gönderdi: 1–0...
olsun. daha maçın başıydı. biraz sonra beraberliği sağlardık nasıl olsa. sonra da...
– vur işte lan, vuur!
– hay senin ayağının ayarını...
– o nasıl şut öyle la? top taca gidiyordu nerdeyse.
– top ayağına tam oturmadı babadostu. top ayağına otursaydı...
polatlıspor beraberlik golü için yüklenirken gençlerbirliği de savunmasından hızlı çıkarak muammer ve sarı ile ikinci golü atmaya çalışıyordu. ama ilk yarıda takımlar başka gol atamadı.
olsun. ikinci yarıda açılır, sallamaya başlardık nasıl olsa. onun için takıma var gücümüzle destek olmalıydık. hep destek, tam destek! ama tabii bu arada da çekirdek... ogu’nun en çok kızdığı şey.
– la bi bağırın millet! polatlı’dan çekirdek çitlemeye mi geldiniz buraya la? bırakın şu çekirdeği de bağıralım biraz ya. hadi işte! polatlı şak şak şak! polatlı şak şak şak!
“polatlı şak şak şak! polatlı şak şak şak!”
ikinci yarıya umutla başladık. hemen beraberliği sağlarsak galibiyet golünü atmak çocuk oyuncağıydı.
ama o sarı’yla muammer yok mu, o sarı’yla muammer? hevesimiz kursağımızda kaldı. ikinci yarı daha yeni başlamıştı ki, avni bir korner atışı kullandı. sarı ile cenk altıpas çizgisi yakınına gelen topa birlikte yükseldiler. bu ikili mücadeleyi kazanan sarı, topu düzgün bir kafa vuruşuyla al da at dercesine muammer’in önüne indirdi. muammer de sadece dokundu. 2–0...
– hey allahım, ya rabbim! la cenk, oğlum n’apıyon la sen orda? sarı’ya o kafayı vurdurmasa hiçbir şey olmayacak ha! gürsel de çıkmadı ya! aha gitti maç işte. golü atan muammer mi la?
– hee! muammer.
– al işte! bir sarı’yla muammer yetti ayağına vuruyum!
– üzülme gardaşım, ikinci devre yeni başladı daha. atarız şimdi bir tane.
– bizim hocaya bak! gene bırakmış kulübeyi, yanaşmış korner direğine. bu da cahit hoca gibi... hocaa! hocaa! geç kulübeye! geç kulübeye!
– o ne arıyo orda la?
– ne bileyim gardaşım ya? polatlı’da da böyle bu! uğur yapıyordur belki de.
– adam değiştirmesi lazım abi. asım baba’yı şey etmesi lazım.
– çıkar şimdi nedim’i, al asım’ı işte!
nedim ve asım gençlerbirliği’nin eski futbolcularındandı. nedim 1980’li yılların başlarında, asım da 1970’lı yılların sonlarında gençlerbirliği kadrosunda yer almışlardı. gençlerbirliği’nde bir dönem kaptanlık da yapan ve taraftarların “bizon” lakabını taktığı golcü futbolcu küçük asım, futbolculuğunun ileri yaşlarında geldiği polatlıspor’da efendiliğinin yanı sıra oynadığı futbol ve attığı gollerle çok seviliyor ve taraftarlarca “asım baba” olarak anılıyordu. ve asım baba bu maçta yedek soyunmuştu.
– işe bak ya! biz “şimşek!” diye bağırdıkça gençler’in topçuları coşuyo la.
– demin gençlerliler de “şimşekler!”’ diye üçlü çektiler ya, şimdi biz de burada “şimşek!” diye bağırdıkça adamlar kendilerine bağırıyoruz sanıp motive oluyorlar herhalde.
– he he he!
polatlıspor bir gol atmak için can havliyle saldırıyor; gençlerbirliği de savunmaya çekilmiş; kazandığı topları sarı fevzi ve muammer’le buluşturmaya çalışıyordu. işte 68. dakikada, polatlıspor’un sahayı devirecek şekilde, kaleci hariç tam kadro yüklendiği ve geride, orta çizgiye yakın bir yerde son adam olarak yalnızca amca mustafa’yı bıraktığı bir anda gençlerbirliği savunmasından iki pasla çıkarılan top amca’yı aştı. onun arkasına sarkan muammer topu kaptı ve tek başına polatlıspor yarı sahasına daldı. gürsel kalesini terk edip çıkmıştı ama yapabileceği fazla bir şey yoktu. muammer, aşırtma bir vuruşla topu üçüncü kez ağlara gönderdi. durum 3–0 olmuştu. bu golle takım iyice dağılmış, direncini ve oynama isteğini yitirmişti.
gençlerbirliği taraftarları ise sevinç içinde “gençler şak şak şak! gençler şak şak şak!” diye tezahürat yapıyorlardı.
– ulan arkadaş! iki saattir muammer deyip duruyoz lan burada, muammer! adam elini kolunu sallaya sallaya gitti, attı ya! gitti babadostu bu maç.
– amca çok adam kaçırıyor gardaşım.
– nedim de kötü yaa! verdiği hiçbir pas yerini bulmadı ayağına vuruyum. hep rakibe...
– asım baba’yı alıyo oyuna, bak!
– asım girse n’olur la, bu saatten sonra? hem de erdal’ın yerine giriyor bak. allah’ım, ya rabbim! alsana nedim’in yerine! adam bugün kötü işte, ne uğraşıyon!
– sadece o değil ki. takım bugün kompile kötü bacanak. dökülüyo la hepsi!
gerçekten de artık iş bitmiş, mal batıya kaymıştı. gençlerbirliği’nin üçüncü golünün ardından taraftarlardan bazıları stadı terk etmeye başlamışlardı ki, bu golden birkaç dakika sonra, 72. dakikada gençlerbirliği bir penaltı kazandı.
“düürrrttt! penaltı.”
– penaltı mı verdi la?
– hee! penaltı verdi. bir bu eksikti ayağına vuruyum.
– hoca, hocaa! ne penaltısı ya!
“yuuuuh! yuuuuh!”
– böyle penaltı mı olur la?
– amca’yla muammer topa girdiler tamam mı? bizimki elle mi oynadı, faul mü yaptı seçemedim. saha da çok uzak kardeşim, tam gözükmüyor ki.
– kesin gol olur bacanak. oyun farka gidiyo valla.
topun başına gelen muammer, yerden bir plaseyle kaleciyi ters köşeye yatırarak durumu 4–0 yaptı. gençlerbirliği taraftarlarının gol sevinci o sessizlikte bir bomba gibi patlarken, arkadaşları da bu maçta üçüncü golünü atan muammer’i kutluyorlardı.
– bu ne la? iyice dağıldık ayağına vuruyum. fark olur bu saatten sonra.
– oldu zaten görmüyon mu? stad boşalmaya başladı baksana. rezil olduk la.
– neyse canım, olur böyle şeyler, ne yapalım! gene lideriz nasıl olsa.
bu penaltı golünden üç dakika sonra, yani 75. dakikada muammer o anda sohbete dalıp oyundan koptuğumuz için nasıl attığını göremediğimiz bir gol daha atıp “dörttrik” yaptı. artık durum 5–0 olmuştu. stadda kalıp maçı izlemeyi sürdüren taraftarların kızgınlığı da biraz geçmiş; işi dalgaya vurmaya başlamışlardı.
– ben dedimdi canım; farka gidiyo maç.
– gene mi muammer attı la?
– hee!
– ulan arkadaş, ne muammer’miş be! gol ishali oldu adam ya.
– muammer’i tutabilsek yenilmezdik zaten! ama tutamadı ki bizim bebeler.
– maç da otomatiğe bağlandı sanki la. üç dakikada bir sallıyorlar.
– o zaman 15 dakikada 5 gol daha atarlar bunlar. 10–0 olur. he he he.
– torbayı büyük getirmiş bizim bebeler. gollerin hepsi sığar valla.
– bu maç hayatta 5–0 olmazdı emmimin oğlu. aramızda cenabet var herhalde. he he he.
– he valla. kim cenabetse çıksın ortaya la!
ve dört dakika sonra, 79. dakikada, sarı’nın yerine giren ve futbolumuzda “şirin” adıyla anılan şirahman berberoğlu’nun derinlemesine pasını kapan metin diyadin durumu 6–0 yapan golü atıyordu.
– oha artık la, oha! folluk olduk ayağına vuruyum.
– bizimkiler torbayı büyük getirmişler teyzemin oğlu. at torbaya bir gol daha. he he he.
– rezil olduk lan!
– valla öyle. gol bile atamadık la.
– aman goçum, defansta iyi kapanın da 7-0 olmasın. he he he!
artık maçın sonları yaklaşmış; gençlerbirliği de oyunu yavaşlatmaya başlamıştı. yedinci golü atmak istemiyor gibiydiler sanki. işte o anda gençlerbirliği ceza sahasında bir elle oynamaya hakem penaltı verdi. küçük mustafa topu penaltı noktasına dikti.
– atamaz la!
– bunu atar canım, bunu da atsın müsaadenle.
– atamaz oğlum, atamaz anadın mı? hem bu saatten sonra atsa n’olur la? iş bitmiş, mal batıya kaymış zaten anadın mı?
– olsun oğlum, hiç olmazsa şeref golü olur atarsa.
küçük mustafa, ceza sahası çizgisine kadar gerildi ve koşarak topun üzerine gelip kaleci nezihi’nin sağına yerden bir vuruş yaptı. nezihi de uçarak topu çeldi ve penaltıyı kurtardı.
– hey allahım, ya rabbim! sen aklıma mukayyet ol ya!
– ben dedim sana oğlum, atamaz diye. bak, atamadı işte anadın mı?
– boş ver ya, atsa n’olacaktı sanki ayağına vuruyum.
ve serdar çakman’ın düdüğünü çalmasıyla, son dakikaları stadda kalan polatlıspor taraftarları için gerçek bir azap haline gelen maç nihayet bitti. polatlısporlu futbolcular başları önde üzgün bir şekilde soyunma odasına doğru giderken, biz de haklı ve farklı bir galibiyet alan gençlerbirliği futbolcularını tribüne çağırarak alkışlamaktan kendimizi alamadık.
eve dönüş tam bir çile oldu. hiç beklemediğimiz bu ağır yenilgi hepimizi çok üzmüş ve derinden yaralamıştı. kimsenin konuşacak hali kalmamıştı. biz birkaç arkadaş cebeci stadı’ndan tandoğan yakınlarındaki eski otobüs terminaline yürüyerek gittik. yaptığımız tezahüratlar, yediğimiz goller ve ardından terminale kadar yürümek bayağı yormuştu bizi. otobüsümüz balgat köprüsü’nden eskişehir yolu’na indiğinde gözlerimiz kapanmaya başladı ve çok geçmeden uykuya daldık.
yıllar sonra bir gün çarşı’daki bir kahvede sohbet ettiğimiz ogu, polatlıspor’un gençlerbirliği karşısında aldığı ağır yenilginin sebeplerinden birini cavcav için yapılan aleyhte tezahüratlara bağladı ve kendince özeleştiri yaptı.
– gerçekten de polatlıspor taraftarlarının en kalabalık deplasmanlarından biriydi.
– cebeci’ye açık farkla lider gittik ama gol yemeye bir başladık, doymadık. salladılar da salladılar.
– futbolda oluyor böyle şeyler. o maçta polatlıspor çok kötü, gençlerbirliği de aksine çok iyiydi.
– ama bizim de hatamız vardı hoca.
– hayrola ogu, ne hatası?
– cavcav’a fazla yüklendik, çok saydırdık. tabii böyle olunca adamlar da canavar kesildiler; salladılar golleri. vur allah vur! kaç oldu? altı mı oldu, yedi mi oldu? dörtten sonra saymayı bıraktım zaten.
– altı oldu.
– cavcav’ı o kadar kızdırmayacaktık. uyuyan devi uyandırdık ayağına vuruyum. şimdiki aklım olsa fazla yüklenmem. bu cavcav da yaman adam yav! baksana, biz “süper amatör”den de düştük; cavcav kaç yaşına geldi, hâlâ gençlerbirliği’nde başkan...
aynı sohbet sırasında bana anlattığına göre, hiç beklemediği bu farklı yenilgiye çok üzülen ogu’nun morali iyice bozulmuş. maç biter bitmez gittiği tuvalette işini bitirene kadar, zaten azalmış olan taraftarlar staddan ayrılınca ortalıkta kimse kalmamış. ogu tuvaletten çıkınca yönünü, nereye gideceğini, ne yapacağını, staddan nasıl çıkacağını şaşırmış. tersi dönmüş anlayacağınız. çıkışı arıyor ama bir türlü bulamıyormuş. ha bire çıkış yönünün tersine gidiyormuş. nihayet ogu’nun söyleyişiyle “çelik kuvvet” polislerinden biri stadda aşağı, yukarı, sağa, sola dört dönerek çıkışı bulmaya çalışan ogu’yu görünce seslenmiş ve konuşmaya başlamışlar:
– hey hemşerim! hop bilader!
– ne var memur bey, n’oldu?
– nereye gidiyorsun böyle?
– nereye gideceğim? maç bitti, staddan çıkıyoruz işte. çıkışı arıyorum ama bulamadım bir türlü.
– sen yanlış yere gidiyorsun. çıkış o tarafta değil, bu tarafta. hiç sapmadan devam et, sonuna varınca çıkışa giden merdivenleri görürsün zaten.
– bu tarafta mı? tamam, sağ ol!
– sen de sağ ol! hayrola, yolu niye şaşırdın böyle hemşerim? buranın çıkışını bulmak o kadar zor bir şey değil yav.
– ah gardaşım ah! tersim döndü tersim! tabii sen nerden bilecen? benim yediğimi sen yemedin ki! gurban olduğum allah adamı şaşırtmasın! benim yediğimi sen yesen var ya, sen de feleğini şaşırırdın böyle. bırak çıkışı, evinin yolunu da bulamazdın. şu tabelaya baksana!