ilk basımı 2004 yılında olan hakan kulaçoğlu'nun "fırtına, ihtilal, efsane... trabzonspor" kitabından;
levent özçelik'in "trabzon'dan maç anlatmak" başlıklı yazısından;
mesleğe ilk başladığım yıllarda (1984), halit kıvanç usta'dan 1966 dünya kupası'nı üç saat boyunca telefondan türkiye'ye nasıl naklettiğini ve ahizeyi tutmaktan kolunun nasıl tutulduğunu dinlerken yıllar bu kadar da çabuk geçmemeli derdim hep...
dile kolay, 1984'ten 1966'ya dönmek ve 18 yıl önceki bir olayı dünmüş gibi anlatmak... ama asıl önemlisi, çok taze olan bir anının üzerine 18 koca yılı eklemeye hem gıpta eder hem de ürkerdim. öyle ya, eğer yıllar öncesine bu denli kayıtsız gidebiliyorsanız, sayısını bilemediğiniz ama görmeye hakkınız olan yılbaşı gecelerinin, yazların ve hatta lig sezonlarının bir bölümünü de tüketmiş sayılıyordunuz.
işte o nedenle sevgili tanıl bora, "trabzon'da maç anlatmakla ilgili birşeyler karalar mısın" diye sorduğunda, yaşamda tatlı bir viraja geldiğimi anladım bir anda; öyle ya 1984 yılına dönmek gerekecekti. tıpkı halit kıvanç usta'nın yaptığı gibi, 18 yıl öncesine... trt'de çalışmaya başladığım 1984 yılının ilk aylarında radyoda maç anlatmanın tarifi zor heyecanını da yaşamaya başlamıştım. ilk maç, ilk heyecan. deneyimli bir spikerle girilen ilk yayın. ankara'da gençlerbirliği-kocaelispor maçı. yanımda tansu polatkan. her hareketiyle ve yüzündeki güven veren ifadesiyle nasıl da rahatlatıyor. derler ya, ilk deneyim çok önemlidir, nasıl başlarsan öyle gidersin. kuşkusuz bu söylenenin çok istisnası vardır ama tansu ağabey, bir çırpıda genel olanın içine sokuveriyor beni ve topa giriyorum. ama maçta gol yok, gol olmayınca anlatımı da yok.