basın mensubu: alınan beraberlik için ne söyleyeceksiniz? feldkamp: görüldüğü üzere zor yeniliyoruz
maç sonrası feldkamp: "bundan sonra almanya'da yapılan teknik direktör eğitim seminerlerine katılmama kararı aldım. çünkü aramızda bana gerekli eğitimi verecek basın mensuplarının olduğunu görüyorum." :)
9 yaşındaki oğlumun ilk deplasman macerası "baba beni gaziantep'e götürür müsün?"sorusuyla başlamış oldu...
-mehmet aktop
galatasaray'ın peşinden gitmediğim deplasman kalmadı. benim gibi biri için korkulan an ise nihayet gelmişti. fourfourtwo'nun ikinci sayısındaki roma-lazio maçı hikayesinde bahsettiğim lazio taraftarı zorbey, "beni gaziantep'e götürür müsün?"dedi ve...
sabah havaalanında uçağı beklerken zorbey'in içi içine sığmıyordu. ben ise onun ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordum çikolatalı kekini yiyen oğlumu seyrederken. aklıma otobüs parasını denkleştirmek için okula yürüyerek gittiğim günler geldi. minibüs paralarını biriktirmek için haftanın beş günü her gün 7-8 km yolu yürüyerek kat ettiğimi düşündüm de, evet, o gerçekten şanslı! biriktirdiğimiz paralar spor sergi'nin önünden gece yarısı kalkan deplasman otobüslerinde konuşlanmamızı sağlardı. o deplasmanlar ki, her biri başlı başına bir hikaye: ankara, izmir, trabzon, bursa, eskişehir, samsun, rize, adana, malatya, bolu, sakarya, kocaeli... her yer... evet, her yer...
playstatıon'da gaziantep'! almak
evet, bu kadar deplasman varken neden gaziantep? bizim oğlanın nedendir bilinmez küçüklüğünden beri hep bir gaziantep merakı var. playstation maçlarında bile gaziantep olur, maç sonuçlarını takip eder... hayır, gaziantep ile hiçbir alakamız da yok. en ufak bir tanıdığımız bile yok... ama ben ne bileyim, takmış bir kere.tahminimce ismi ilginç geldi. neyse...
maç günü sabah sekiz gibi uçağımızdaydık... gaziantep havaalanında inip de taksiye bindiğimizde zorbey, "acaba istanbul'daki taksilerden bir farkı var mı?" edasıyla taksiyi ve kullanan yaşlıca adamı inceliyordu. taksi gaziantep'in en ünlü otellerinden birine bıraktı bizi. ne zannettiniz? insan biricik oğlunu yorar mı hiç?tabii ki bir otele gelecektik! otel stadın hemen dibinde... stadın yanından fazla uzaklaşılmaması gerektiğini bu yazıyı okuyan birçok taraftar bilir ya da en azından anlayabilir. neyse, stadın yanına geldik. kimseler yok! sabahın köründe etrafta kesif bir kebap kokusu... her yer kebap kokuyor. "tavuklu düriim - 1ytl" tabelasını gören zorbey şaşırıyor, anteplilerse gayet sakin kebap yiyor. kahvaltı niyetine. arkasından da binbir çeşit tatlı... yağda kızaranından, baklavasına... zaten gezdiğimiz caddede bir kebapçı, bir tatlıcı, bir kebapçı, bir tatlıcı, bir kebapçı, bir tatlıcı düzeni hiç bozulmamış sağlı, sollu. görev bilinciyle erkenden kale arkası tribünü biletlerimizi alıyor ve otele dönüyoruz.
emirates mi kamil ocak mı?
maçın başlamasına iki saat kala stadın önündeyiz yine. o da ne? senelerdir böyle bir manzara görmemiştim. küçücük bir kapı ve binlerce sarı-kırmızılı taraftar içeri girmeye çalışıyor, insanlar çığlık çığlığa... inanılmaz bir görüntü. bu devirde valla ayıp! çok basit bir-iki önlem alınsa sorun kalmayacak. fakat üzerlerinde görevli kartı olan onlarca adam sağda solda duruyor ama bir çabaları yok. aslında gaziantep yönetimine de acıyorum. hayatımda bu kadar görevliyi hiçbir stadyumda görmedim. kopenhag'daki uefa finalinde bile!..
işin ilginci, görünüşe bakılırsa bu görevlilerin görevi tanıdıklarını, akrabalarını maça beleş sokmak ya da kale arkası tribününde daha iyi bir yere konuşlandırmak. pes doğrusu...
yılmaz ve tribünden diğer çocukların bize kalkan yaparak içeri sokma çabası bile yarıda kaldı, kalp spazmı geçirebilirdim o kalabalıkta... biz de zorbey ile gaziantep numaralı tribününe gidip rahat bir maç izleme kararı alıyoruz. emirates stadının en iyi yerinde maç seyretmek için ödeyebileceğiniz bir bedelden daha fazla para uzatıyorum gişedeki memura. o da şaşırıyor... herkesin bir görevli tanıdığı olduğu için bilet alanı fazla görmemiş herhalde?
biletlerimizin yeri çok iyi. sahanın dibindeyiz. yedek kulübesinin hemen arkasında... halimizden memnunuz.tabii söylemeye gerek yok, bizim dışımızda herkes gaziantepli. fakat çok sakinler. giyim, kuşam ve fiziki özelliklerden dolayı galatasaraylı olduğumuzun anlaşılması uzun sürmüyor. ama bize karşı en ufak bir tepki yok. sadece gaziantep'in numaralıdaki amigosu ara sıra kalkıp, "aramızda galatasaraylılar var, onlar misafir... yine de bize destek verirler bugün..." diye bize bakarak konuşuyor. zaten kimsenin bizi umursadığı yok. ara sıra kalli'ye bildikleri bir-iki almanca kelimeyle sesleniyorlar, o kadar...
"onlar misafir"
maçta gaziantep yükleniyor. tribünler biraz hareketleniyor, bizim kasketli yine ayağa kalkıyor ve "aramızda galatasaraylılar var, onlar misafir... yine de bize destek verirler bugün..."diyor... çok şeker adam... kafasına kırmızı-siyah kovboy şapkası takmış, elinde megafon olan ama bir işe yaramayan amigo taklitlerinden çok farklı bizim kasketli adam. çok insan. çok tatlı.
önümüze sezgin geliyor tekerlekli sandalyesiyle... zorbey onu tanıyor ve el sallıyor. "baba bak, sezgin deplasmana gelmiş" diyor. zaten biz galatasaray tribününe giremeyince de, "baba yılmaz başkan nasıl girdi?"diye bir cümle kurmuştu. yılmaz başkan mı?! eyvah!..
gaziantep golü attı. zorbey yıkıldı. doğruya doğru, kötü oynuyoruz. bizim oğlanın umurunda değil, iyice ayyuka çıkardı galatasaraylılığını... kalabalığa kalmamak için bir-iki dakika erken çıkmaya karar veriyoruz. ve tam biz çıkarken servet golü atıyor. baba oğul merdivenlerde birbirimize sarılıyoruz.
maç sonu izlenimim şu: gaziantepliler çok misafirperver insanlar. gerçekten öyle. kaldığımız iki gün boyuncu bunu hissettik. zaten bunu zorbey de anladı, maçtan sonra gaziantep atkısı aldı ve boynuna taktı...