nam-ı diğer büyük hasan… trabzonspor'da dönemin en popüler oyuncusu.. babaların çocuklarına maç izlerken tezahürat yaptırdığı nadir isimlerden biri.. trabzonspor'un şampiyonluğunu getiren golü atmıştır hasan.. kadıköy'de oynanan maçta son saniyeler oynanmaktadır, durum 0-0… korner atışında gelen topa yükselir vurur ve top ağlarda trabzonspor şampiyon… lakabının hikayesi ise tahmin edilemeyecek kadar ilginç.. bir antremanda top idman sahasının karşısındaki bakkala gitmiştir.. hasan bakkala gider topu ister.. isteme şekli onun ünü olacaktır.. bakkala yönelir… "dobi atsana dobi" der.. bakkal şaşkın bir şekilde ne demek istediğini anlarken, tekrarlayan hasan eliyle işaret eder ve bakkal topu atar.. lehçesiyle her zaman gülümsetmiştir insanları.. trabzonspor'a şampiyonluğu getirmiş golü atmasına, 80'li yıllarda terinin son damlasına kadar trabzonspor için çalışmasına rağmen, bir jübileyle bile sahip çıkılmaması her şeyden öte futbolun dramıdır onun adına.. seni unutmayan trabzonsporlulara 'dobi' atsana haydi hasan…
sakatlıktan yeni kurtulmama ve antrenman eksiğime rağmen fenerbahçe maçında oynamak istiyordum. maça çıkarken bir puan farkla lider durumdaydık. tarih, 1 nisan 1984...
fenerbahçe stadı'na geldiğimizde tribünlerin tıklım tıklım dolu olduğunu gördük. trabzonspor taraftarı bu maçta da her zaman olduğu gibi bizi yalnız bırakmamıştı. fenerbahçe için bu maç bir bakıma "tamam" veya "devam" maçıydı. bu atmosferde sahaya çıktık ve çok iyi bir mücadele verdik. seksen dokuzuncu dakikada dobi hasan'ın kafa golüyle maçı 1-0 galip bitirerek şampiyonluk yolunda büyük avantaj sağladık.
artık önümüz açılmıştı. şampiyonluk uzaklarda değil avucumuzun içindeydi.
ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
"96 yılında şampiyonluğu nasıl aldık elinizden." diye konuşup durur fenerliler. peki, fenerbahçe 'yi kendi sahasında yenip, şampiyonluğu istanbul'da söke söke aldığımızı, fenerbahçelilerin yaşlı gözleri önünde şampiyonluk turu attığımızı niye unuturlar acaba? biz istanbul tribünlerinde fenerbahçelileri azınlık bırakmış, sahada fenerbahçe'yi ezip geçmiş ve şampiyonluk kupasını istanbul'da kaldırıp, dalga dalga karadeniz'e taşımış bir takımız. bülent şirin 'den okuyalım...
çıkış kapısına yönelmiş, gözü yaşlı, çaresiz bir fenerli...
gün ağarırken yataktan kalkıp, gözlerimi bile ovuşturmadan elimi yüzümü yıkadıktan sonra giyinmeye başladım. gece yatarken, sabah beni uyandırması için kurduğum saatin çalmasına bile gerek*kalmamıştı. zaten doğru dürüst uyumamış, geç kalırım korkusuyla gece boyunca kaç kere uyanmıştım... oysa okula gittiğim hafta arası günlerde, annem yarım saat uğraşırdı beni kaldırabilmek için...
kahvaltı mahiyetinde alelacele bir şeyler atıştırıp yola koyuldum. maça gidiyordum... hem de öyle sıradan bir maça değil, fenerbahçe maçına... yolda giderken, sezonun geride kalan kısmında olup bitenleri söyle bir zihnimde tazeledim:
trabzonspor, transfer döneminde samsunspor'dan hasan şengün'ü (dobi hasan), fenerbahçe'den osman denizci'yi ve rizespor'dan da hasan vezir'i alarak zaten güçlü olan kadrosunu iyice takviye etmiş ve şampiyonluk ta hayli iddialı bir duruma gelmişti. hazırlık maçlarında parlak sonuçlar elde eden ve ali kemal denizcilin jübilesinde istanbul'da beşiktaş'ı da 2-1 yenen trabzonspor, sezonun ilk maçlarında birtakım sıkıntılarla karşılaşmış, zonguldakspor'u trabzon'da güzel bir futbolla 3-1 yendikten sonra 2. hafta deplasmanda boluspor'a 1-0 yenilince pusuda bekleyen istanbul basını vaveylayı koparmıştı. 3. haftada da kendi sahasında ankaragücü ile 0-0 berabere kalınca camia karışmış ve teknik direktör ahmet suat özyazıcı'nm gönderilip yerine avrupalı isim yapmış bir teknik adam getirmenin hesapları yapılmaya başlanmıştı. neyse ki takım bir sonraki maçta trabzon'da beşiktaş'ı 3-1 tik skor ve muhteşem bir futbolla yenince sular durulmuş, ilk yarıyı lider g.saray'ın bir puan gerisinde tamamlamıştı. ilerleyen haftalarda trabzonspor inatla zirveyi takip etmiş, sonraları lider olmuş olan f.bahçe'nin kocaelispor deplasmanından 1-otık yenilgiyle eli boş dönmesi sonucu kendi sahasında elde ettiği 4-0'lık adanaspor galibiyetiyle bir puan farkla liderliğe yükselmiş ve işte o gün gittiğim f.bahçe-trabzonspor maçı gelip çatmıştı.
bu maça gelirken f.bahçe'nin iki önemli futbolcusu selçuk yula ve ilyas tüfekçi sakatlanmış ve sezonu kapatmışlardı. acaba bu durum trabzonspor'un beklenen başarısına gölge düşürür müydü? hayır, ne alakası vardı? sezonun ikinci yarısında takıma önemli katkılar yapmış olan osman denizci, sezon başında sakatlandığı için bütün bir ilk yarı oynamamıştı işte...
trabzonspor çok zor yenilen bir takımdı...
eğer trabzonspor bu maçı kazanırsa, o zaman 2 puan sistemi uygulandığı için fark 3 puana çıkacaktı. daha ligin bitmesine 10 hafta olmasına rağmen, f.bahçe'nin bahsi geçen iki oyuncudan mahrum ve bundan dolayı büyük moral çöküntüsü içinde olması ile trabzonspor'un yüksek form grafiği herkeste " kazanırsa trabzonspor şampiyon olur" görüşünü hâkim kılıyordu. hatta beraberlik halinde bile trabzonspor'un şampiyonluğu artık bırakmayacağı düşünülüyordu. çünkü trabzonspor çok zor yenilen bir takımdı.
arkadaşlarla buluşup stada girdik. daha saat sabahın sekizi... maçın başlamasına sekiz saat var ama tribünler dolmaya başladı bile... o zamanlar büyük maçlarda tribünler eşit olarak bölünüyor ve daha kalabalık olacaklarını varsayan rakip takım taraftarları ilk dakikalarda bize hitaben, "bir avuç i... dua etsin polise..." diye bağırıyorlar. ancak ilerleyen saatlerde tribünlerin yarısını filan değil, dörtte üçünü bizim doldurduğumuzu görünce kuyruğu kıstırıp susuyorlar...
neyse vakit geliyor, maç başlıyor... doğal olarak iki takım da son derece kontrollü oynuyor. zaten böyle bir maçta iyi futbol ve bol gol bekleyen de yok... yine de trabzonspor, rakibin sıfır pozisyonuna karşılık tam 3 kez kaleciyle karşı karşıya kalıyor ama atamıyor. dakikalar akıyor ve bitiş düdüğü yaklaşıyor. arkadaşlar " çıkalım" diyorlar fakat bende de skor ne olursa olsun, maç bitmeden çıkmama hastalığı var. uzatma anları... rakip yarı alanın ortalarında taç çizgisine yakın bir yerden, bize göre sağ, rakibe göre sol kanattan bir faul atışı kazanıyoruz. hakem sadık deda'nm ne yapacağı belli olmaz, daha önceki bir maçta bir golü iptal etmişti "top kaleye girmeden oyun süresi bitti" diye... yani top havadayken bile maçı bitirebilir...
atışı turgay kullanıyor ve topu penaltı noktası civarına ortalıyor... dobi hasan yükselip topa kafasıyla şöyle bir dokunuyor. "aman be dobi..!" demeye başlamıştık ki... o da ne? kaleci yaşar sendeledi ve topu tutamadı... top tıngır mıngır şampiyonluğa gidiyor... gidiyor... gidiyor... yaşar kalkıp yetişmeye çalışıyor ama boşuna... meşin yuvarlak filelerle çoktan sarmaş dolaş olmuş bile...
keşke " zamanda yolculuk" mümkün olsa da, o meşin yuvarlağın filelerle sarmaş dolaş olduğu andan, kadıköy'e kadar uzanan gerçeküstü zaman dilimini her trabzonsporlu görebilse... zihnimde o zaman diliminden, düzensiz parçalar halinde kesilmiş fotoğraflar var... inanılmaz bir uğultu... ben de bağırıyorum ama sesim çıkıyor mu çıkmıyor mu bilmiyorum... çıkış kapısına yönelmiş, gözü yaşlı, çaresiz ve zavallı bir fenerli... stattan çıktık ama yürüdüm mü, koştum mu, yoksa ışınlandım mı, onun da farkında değilim... sonra kurbağalıdere'nin üzerindeki o ufacık köprü... mahşeri kalabalığın gırtlaklarını yırtarcasma çıkan ve hâlâ daha gök kubbede yankılanan "şampiyon trabzon" avazeleri... ufka yaklaşmış güneş, bu tarihi manzarayı kaçırmamak için batmakta pek de acele etmiyor sanki...
her biri bir ömre bedel olan bu manzaralar bir yana da, gözümün önünden hiç gitmeyen ve zannediyorum gözlerimi ebediyyen kapatıncaya dek gitmeyecek olan bir enstantane var... göl olup da stad yukarıda bir parça anlatmaya çalıştığım alacakaranlık kuşağına girdiği saniyelerde bir de baktım ki sahaya bir delikanlı girmiş, kaleci şenol'a sarılıyor. delikanlı şenol'u bıraktı ve kollarını havaya kaldırdı. çocuğun üstünde yoktu, başında yoktu (ya da ben öyle hatırlıyorum). ama belliydi ki, o anda yeryüzünde ondan daha mutlu bir insan da yoktu. işte o enstantane benim hafızamda kristalleşti...
o delikanlı eğer hayattaysa şimdi orta yaşlarında olmalı... kim bilir nerelerdedir şimdi... ve acaba ne yapıyordur? yirmi küsur yıl daha geçse, benim o anki duygularımdan zırnık bile koparamaz...
tarih:2 nisan 1984 pazartesi günkü hürriyet gazetesinden alıntıdır.
trabzonspor istanbul’da altın buldu
bordo-mavili futbolcular, hem fenerbahce’yi kendi sahalarında yenerek iki kıymetli puan aldılar, hem de 400’er bin lira prim kazandılar.
maçtan sonra istanbul’u bir ucundan diğer ucuna kadar kutlama konvoyları olusturan trabzonsporlular, tuzla’da kapattıkları bir gazinoda sabaha kadar galibiyeti kutladılar.
trabzonspor ne rakip tanıyor, ne de deplasman… binlerce taraftarı ile akın akın istanbul’a gelen ve “altın çıkaran” karadeniz’in “inatçı takımı” tarbzonspor, fener stadında sanki kendi sahasında oynuyor gibi rahattı. tribünlerin dörtte üçü bordo mavili taraftarların elindeydi. ilyas ve selçuk gibt jokerlerin olmayışından biraz buruk olan fenerbahçeli taraftarlar karşısında trabzonsporlular, hem futbolcuları hem de taraftarları ile bir sevinç yumağı gibiydi. nasıl olmasınlar? şampiyonluk yolunda en keskin virajıda kazasız belasız dönerek rakibine 3 puan fark yapmışlardı... dobi hasan golü attığı vakit, o mutlu anı günlerdir bekleyen karadenizli taraftarlar, tel örgülerden atlayarak sahaya girip futbolcularını kucaklamışlardı... hakem sadık deda bile düdük ağzında şaşırmıştı.
(gazetenin yarısı yok,yani devamı yok)
işte maçtaki en ilginç pankart:
zevk vermiyor artık karşımıza istanbul karması istiyoruz bjk+gs+fb=ts yoksa ligden çekiliyoruz
ilk basımı 1997 yılında olan bülent gürkan ve m. sait orhan'ın "trabzonspor efsanesi" kitabından;
liderlik ateşten gömlek
adımlarını sağlam basarak gerçekleştirdiği bu tırmanışta, zor ulaştığı bu noktanın değerini çok iyi bilecekti trabzonspor. liderliği korumanın, lider olmaktan daha zor olduğu gerçeğinde, trabzonspor'u daha soluklanmasına zaman tanımadan bir büyük deplasman bekliyordu. sırtına liderlik denen o ateşten gömleği geçiren bordo-maviler, stankoviç'in fenerbahçe'siyle zamansız bir düelloya tutulacaktı.
özyazıcı ile stankoviç arasında tam bir taktik savaşımı içinde geçen maçın ilk 45 dakikası golsüz kapandı. sadık deda, rasim yıldırım, ethem işler hakem üçlüsünün yönettiği ve yaklaşık 26 bin seyircinin izlediği karşılaşmada bordo-maviler, şenol - turgay, necati, kemal, k. osman - k. şenol, b. osman, güngör - b. hasan, tuncay ve iskender kurgusuyla savaşım veriyordu.
fener'e dobi şoku
her iki ekibinde gol yememeyi öncelikli olarak düşündüğü maçın 2. yarısında da gelişen karşılıklı ataklar savunma bloğunda eritiliyordu. artık son dakikalara girilmiş, herkes maçın golsüz berabere kapanacağını bekliyordu ki, sağ taraftan yapılan ortaya mükemmel kafa yapıştıran b. hasan topu bir anda yaşar duran'ın koruduğu fenerbahçe kale ağlarıyla buluşturuverdi.
bu son dakika golü, tribünleri dolduran fenerbahçe taraftarları için 1984 nisan'ının ilk gününe rast gelen maçta tam 1 nisan şakası olmuştu. fenerbahçelilerin donup kaldığı, tribünlerin bordo-mavili kesiminde ise herkesi çılgınca ayağa kaldıran dabi hasan versiyonu bu gol, hemen az sonra sadık deda'nın bitiş, düdüğüyle birlikte skoru da belirleyecekti: fenerbahçe: 0 - trabzonspor: 1.
fenerbahçe soyunma odasında herkes adeta kan ağlıyor, bu yenilginin şampiyonluk umutlarını büyük ölçüde soldurmayısla dövünüyordu. konut ekibin soyunma odası ise sevinç çığlıkları ile çınlıyordu. maçın bitimi ile birlikte balkan mehmet ali yılmaz da soyunma odasına inmiş, futbolcularıyla sarmaş dolaş bu büyük zaferi, şampiyonluğun müjdecisi bu önemli galibiyeti kutluyordu.