rizespor kadrosundaki sapsarı saçlı futbolcuyu trt3'deki "bir zamanlar ligimiz" programında izlediğimde önce yabancı olduğunu düşündüm fakat sonradan hüsnü adında türk bir oyuncu olduğunu öğredim...
«bir rize macerası yaşadık ki» dedi, telefondaki ses... «bakın anlatayım...»
anlattı...
«rize’ye uçakla gidecektik. ankara’da kaldık. sis varmış diye uçağı kaldırmadılar. otobüs peşinde koşarken, esrarengiz bir başkentti hocamızı buldu. ‘dikkat edin’ dedi, ‘siz rize’den 3 yerseniz, küme düşeceksiniz. yemezseniz, o zaman bursa, sakarya’ya yenilecek. kimse düşmeyecek. ona göre... tedbirli olun... rize’ye gittik: federasyonun kesin kararı var. bütün sahalarda maçlar aynı anda başlayacak ki şike olmasın... bütün maçlar başladı... bizimki başlamaz... sahanın ortasında bir arazöz... hadi onu çıkardık... bu kez nerden çıktığı belli olmayan bir tavuk... bizim hakem başlama düdüğünü daldığında, nerdeyse on dakika geçmişti. maçın başında bir penaltı yedik. durum 2-0 olunca, haber geldi... bursa da sakarya’ya 2-1 önde gidiyordu. rize bize bir gol daha atabilse, bursa maçı kazanacak. biz yemedik... bunun üzerine sakarya 2 gol attı ve rize’yi kurtardı. kurtarmasa, o maç bittikten sonra bizim oynanacak daha 10 dakikamız vardı ve kim bilir başımıza neler gelecekti?»
devlet bakanı mesut yılmaz’ın rizespor’u kurtarma operasyonu o kadar aleni cereyan etti ki, kimseler çıkıp, «yok canım» diyemedi.
rize’nin kurtulması için ilahlar iki yol ve bu iki yol için iki kurban seçmişlerdi...
lig yolunun kurbanı kocaeli idi. rize’nin kurtuluşu ancak kocaeli’nin düşmesi ile gerçekleşecekti. bunun yolu da, zonguldak’ın, adapazarı'nda sakaryaspor’u, galatasaray’ın da izmit’te kocaeli’ni yenmesinden geçiyordu. bu iki maçı da, mesut yılmaz’ın maaşlı memuru coşkun kutay yönetti. her iki maç da rize’nin işine gelecek şekilde bitti ve kocaeli düşme potasına girdi. girdi ama bu yeterli değildi. rize’nin kocaeli’ne 3 fark yapması gerekiyordu. ya yapamazsa ne olacaktı?
ikinci yol bunun üzerine bulundu. bu kez kurban, günahı ligde kalmayı garantilemiş olmak olan altay’dı... altay’ın kupayı kazanması rize’nin işine yaramıyordu. oysa hâlâ düşme tehlikesi içinde bulunan bursa kupayı alırsa, sakarya’ya yenilip ligden düşen dördüncü takım olabilir, böylece rize kurtulurdu. bu kupa maçını dahe tesadüf gene coşkun kutay yönetti ve maç rize’nin istediği gibi bitti.
sonrasını hep biliyorsunuz...
futbol, sadece türkiye’de oynanmıyor. şike sadece türkiye’de yapılmıyor. almanya, italya, bulgaristan şike olaylarını yaşayan ve en ağır şekilde cezalandıran ülkeler. ama açın bakın bu ülkelerin, tüm öteki ülkelerin gazetelerini... ligin sonuna doğru, bizdeki kadar şike haberi, yazısı okur musunuz? avrupa’da, asya’da, afrika’da, dünyanın herhangi bir yerinde bizdeki kadar gölgeli, bizdeki kadar karartılmış, bir başka lig var mı?
adamlar, gürültü patırtı etmiyor, ama yeri gelince en ağır cezayı veriyorlar... bizde palavra bol... eylem sıfır...
türkiye’nin bu hale gelmesinin sebebi, politikacılardır... futbolu oya çevirmek isteyen çirkin politikacılar... ülkenin en kutsal menfaatleri gerektirdiğinde dahi birbirlerinin yüzüne bakmayan, en aşırı uçların milletvekilleri, konu kendi kasabalarının futbol takımı oldu mu kenetlenir ve saha dışı her türlü oyunu futbola sokmaya çalışırlar.
bu yıla kadar bu tür işler sadece spor bakanlığında bitiyordu... bu defa spor bakanı suya sabuna dokunmaz, sesini çıkarmaz biri olunca, başka bakanlar da işe karıştılar. birisi bursa’ya kupayı verdi. öteki rize’yi kurtardı...
peki ama futbol, spor ne oldu? ne oluyor? şike, hesap, masa dışı oyunlara, hükümetin en etkin kişilerinin adı karışınca, o ülkenin insanı artık futbolu sever mi?
kokuşmuşluk o düzeye vardı ki, en namuslu maçlarda bile hile, hurda arar olduk... böyle spor mu olur?
inanın şu sıralar futbol lafı duyunca içimizden öğürmek geliyor...