sıkıntılı devreyi atlattığını bildiren ergun'un en yakın arkadaşı, brezilya'nın "sevimli çikolatası" oliveira
necmi tanyolaç
2
20 eylül pazartesi, ergun öztuna için en mutlu günlerden biri oldu.
«küçük puskaş», klagenfurt’ta bir değil, üç türk’ün arasındaydı şimdi. viyana’dan sabahın karanlığında yola çıkmış, öğle saatlerinde kla genfurt’a varmıştık. ergun’u bulmak zor olmadı. şehirde hemen hemen herkes onu tanıyordu. klagenfurt’a girdik.
özcan otomobilini durdurdu ve daha ergun’un ismini söyler söylemez, bir delikanlı eliyle bir yeri işaret ederek: «hanappi strasse gastof krall...» deyiverdi.
ergun, geleceğimizi bildiği için o gece hiç uyumamış. onunla bir karşılaşmamız var ki; gazetecilik hayatımda böyle bir sahne hatırlamıyorum... pansiyonun penceresinden kendini aşağıya atacak diye korktum... çıktı dışarıya, boynuma sarıldı. bir çocuk gibi ağlıyordu . son ra özcan’la kucaklaştı.
bir fasıl da onun boynunda ağladı... sonra da özcan’ın eşine sarıldı... gözyaşları devam ediyordu... «bırakalım ağlasın, içini döksün, dediğimi hatırlıyorum...
«ben bu takımda oynarım»
şimdi söz sırası ergun’da, o anlatacak, biz soracağız ve dinleyeceğiz; «kaleci şükrü'nün gayretiyle oldu bu istanbulda bir şirketin satış müdürüydüm ve fenerbahçe'de oynuyordum. şükrü’den bir mektup aldım. klegenfurt'a transferim için yazıyordu. ikinci mektupla birlikte uçak biletleri geldi. gittim, idman maçlarına çıktım. iyi oynadım. idareciler 50.000 şiling (25.000 tl.) transfer ücreti ve 5000 şiling (2500 tl) maaş teklif ettiler. kararsızdım. dönerken, kontratını yanına al, karar verirsen imzala, gönder» dediler. bundan sonrası bilinen hikâye. çok yalnızlık çektim. lisan zorluğu avusturyadaki en büyük rakibim. yavaş yavaş derdimi anlatmaya başladım. bana kulüpte herkes yakınlık gösteriyor. günden güne iyileşiyorum. ben bu takımda futbol oynarım ağabey.»
bir aralık özcan söze karıştı. eski takım arkadaşına nasihat etmek ihtiyacını duymuştu. «dinle ergun» dedi:«senin başına gelen hepimizin başından geçti. bizim de elimizden tutan yoktu. sen de zor devreyi atlatacaksın...»
nasıl vakit geçiriyor?
ergun öztuna'yı bir pansiyona yerleştirmişler. orada kalıyor, orada yemek yiyor. televizyon seyrediyor, hemen her gün antrenman var. brezilyalı olivera'nın evine çok yakın bir yerde oturduğu için sık sık onlara gidiyor. olivera'nın eşi ile iki yaşındaki kızı marta ve ergun, artık aynı aileden olmuşlar...
oliveira’dan, ergun hakkında birşeyler öğrenmek istedim. bir kere ergun'u çok sevdiğini yazmam gerek. kardeş kardeşi ancak bu kadar sever. brezilyalı, ergun gelinceye kadar soliç oynarmış k.a.c. takımında. şimdi sol açık. yerini kapan türk futbolcusuna kızması icabeder, değil mi? tam tersi. ergun'un çok büyük futbolcu olduğunu söyledi. şampiyon olursak ergun’un sayesinde olacağız. dedi...
bir de göl gezintileri var ergun'un... sabah, henüz işe gitmediği için, pansiyondan çıkıyor ve 7 kilometre ötedeki klagenfurt gölüne kadar yürüyor. yapayalnız... gölün kenarında güzel gazinolar ve şirin bahçeler var. orada oturuyor ve istanbulu düşünüyor... her hafta postacı ona bir yığın mektup getiriyor. okuyor, okuyor ve annesiyle, iki kız kardeşinin biranönce gelmesini istiyor. ve almanca kursunun başlamasını bekliyor...
akşamlar günün en zor saatleri ergun için... bereket heidi ile laschofer'e... otomobilin kornası öttüğü an ergun aşağıda... yugoslav sınırına yakın bir lokanta bellemişler: holemburg. şarap içiyorlar orada ve kızarmış tavuk yiyorlar... sonra ergun dönüyor yatıyor ve ertesi sabah oliveira'nın evine gidiyor...
hikâyenin sonu: ergun artık yalnız değil. ergun artık dilsiz değil. yeni yeni arkadaşlar edinmiş... almancayı sökmeye başlamış...
klagenfurt'ta bir gece kaldık. ergun'a bir dakika kadar kısa geldi bu gece... çok söyleyeceği vardı, yutkundu, yutkundu, konuşamadı. diyebildiği şuydu: «artık dönüş kapısı kapandı benim için. kalacağım, oynayacağım ve bu sıçrama tahtasından faydalanacağım. bir gün avusturya birinci liginde bir takımda yer alacağıma inancım var. selâm bütün dostlara, selâm istanbula... selâm fenerbahçe'ye...»