galatasaray kulübü geçen yıl anlaşmaya vardığı ve ön mukavele imzaladığı beykoz'lu yılmaz'la dün 35 bin lira karşılığında iki yıllık kontat imzalamıştır.
eski kulübüne 25 bin lira ödenen yılmaz böylece galatasaray'a 60 bin liraya malolmuştur.
beyoğluspor ile yapılacak maçta yeni takımında yer alacak olan ve dün kulüp lokalinde yapılan hafif çalışmaya katılan yılmaz «yeni kulübüme hizmet edeceğimden dolayı çok memnunum. inşallah iyi oyular çıkaracağım ve beni transfer edenleri mahçup etmeyeceğim» demiştir.
ayrıca evvelki gün yapılan antrenmanda münakaşa eden candemir ile kadri dün barışmışlardır.
beykoz kulübünün temmuz ayına kadar sarı-siyahlı kulüpte yer alması için yılmaz'a yaptığı müracaat bu futbolcu tarafından kabul edilmemiştir.
günün ikinci maçı saat 14.15 de galatasaray ve beyoğluspor arasında oynanacaktır. uzun zamandan beri dinlenmiş olan sarı - kırmzılılar maça şöyle bir tertiple çıkacaklardır:
bir ara 2-0 mağlûp duruma düşen sarı - kırmızılılar beraberliğe 88 inci dakikada ulaştılar.
yumuşacık bir lokma diye, beyoğluspor'u yutmağa hazırlanan g. saray'ın ağzında bomba patladı.
bir gol, bir gol daha... sarı - kırmızılılar kendilerine çekidüzen verene kadar 2-0 mağlup duruma düşüverdiler.
halbuki bir koca devre, boşu boşuna «itmiş, kontratağa ehemmiyet veren beyoğluspor üç forveti ile galatasaray'a korkulu dakikalar yaşatmıştı.
amaaa!... gel gör ki sarı - kırmızılıların da altı forvetle yaptıkları akınlar ve kaçırdıkları fırsatlar sayılmakla bitmezdi.
yeni bir tertip denemişti g. saray. açıkça, bu tertibi hiçbir şeye benzetemediğimizi söyleyebiliriz. yılmaz'ın hücum hattına alınışı sarı - kırmızılı forveti bir parça renklendirmişti. sert kaya gibi müdafaa karşında o eski yırtılıcığına alıştığımız galatasaray hücumcuları, kadife eldivenle tenis oynayan birer salon kibarı gibi kaldılar.
33. dakikada güngör'ün sağdan iri fulelerle bir sprinter gibi doğan'ın yanından sıyrılışı ve yaptığı ortaya avram'ın avrupai bir santrfor gibi dalarak turgay'ı mağlup edişi... koç kaleci «hatalıydı». biraz evvel çıkış yapsaydı gibi sözlerle tenkid edilirken, bu laflar gırtlakta düğümlenecek ve yine avram, dimitri'nin çektiği frikiki bir tilki gibi takip edecek bir burun darbesiyle topun seyrini değiştirecek turgay ve bahri'nin mahmur bakışları arasında ikinci golü kaydedecekti.
sonra g. saraylıların büyük bir güçle maça asıldıklarına şahit olduk. bu parlayış 60 dakikada ilk meyvasını verdi. yılmaz'ın çektiği sert şüt, direkten dönmüştü. uğur, işte bu an da var olduğunu gösteren ilk hareketi yaptı ve sert bir şütle golü atı verdi. talihsiz futbolcu
70. dakikada talihsiz futbolcu tarık kendisine sert giren corci ile çarpışarak sahayı sedye ile terketti. iste bu anda maçın yükselen tansiyonu had bir safhaya gelecek, hakemin daha önce mikael'in eline çarpan topu penaltı ile tecziye etmeyişi tribünleri büsbütün coşturacaktı. şişe ile birlikte tribünlerde bulunan buz parçaları da sahaya yağmaya başladı.
beyoğluspor dayanıyordu. bu sert hırçın mücadelenin tek sakin ve akıllı adamı olarak f. bahçe'nin ve milli takımın uzun yıllar kaptanlığını yapan beyoğluspır'un yeni santrhafı naci parlıyordu. naci hem metin kompleksini üzerinden atmış ve hem de kendisini kiralayanlara «ben de varım» dercesine bir futbol çıkarmıştı. hakikaten vardı naci... ve en azından bugün fenerbahçe'de yer alabilecek - klasa demiyoruz - forma sahipti.
maçın bitmesine iki dakika kala kornerin karıştırdığı kaleye topu sokmak kadri'ye nasip oldu: 2-2
2-2'lik netice milli lig maratonuna giren g. saray için bizce pek de parlak bir başlangıç sayılmayacaktır.
galatasaray - beyoğluspor maçının 73 inci dakikasında corci ile çarpışan tarık kutver, amerikan hastahanesine kaldırılmıştır. tarık'ın ilk tedavisi sarı - kırmızılı kulüp idarecisi doktor ali uras tarafından yapılmıştır.
tarık'ın durumunu takip eden hastahane nöbetçi doktoru yücel otaç: «bir kafa travması geçirmiş. en az iki gün müşahade altında tutmamız gerekiyor. şimdilik endişe verizi bir şey yok» demiştir.
haftanın kare ası: fenerbahçe'nin zorlu feriköy karşısındaki galibyetinde büyük hisseye sahip olan mikro mustafa, bu haftanın aslarından biriydi. ankaragücü'nün hacettepe'yi 3-1 yendiği maçta, soliçte mükemmel oynayan ertan da, karenin diğer ası oldu. öteki iki as ise, beyoğluspor'un iki başarılı elemanıydı. bunlardan biri, yıllarca fenerbahçe ve milli takım'da alkışlanmış naci, beyoğluspor'da fevkalâde santrhaf oynarken, aynı takımın santraforu avram da, bilhassa galatasaray'a attığı iki golle kare as'a girdi.
haftanın takımı beyoğluspor: iki gün üstüste iki çetin maç yapan beyoğluspor takımı, galatasaray gibi bir kudret önünde aldığu mükemmel sonuçla, cumartesiyi başarıyla kapatmıştı. bu maçta 2-0 galip duruma dahi yükselen beyoğlusporlular, şöhretli rakiplerine galibiyeti vermediler ama bundan daha önemlisi çıkardıkları fevkalade oyundu. beyoğluspor, pazar günü de beykoz karşısında aynı güzel oyunu tekrarladı. fakat şansını yenemedi ve bir talihsiz golle maçı kaybetti. buna rağmen haftanın en çok bahsedilen ve oynadığı iyi oyunlarla da takdir toplayan takımı beyoğluspor oldu.
avram papanastasiu 10 nisan 1938’de istanbul’un langa semtinde dünyaya gözlerini açtı. onun doğduğu günlerde nüfusu henüz bir milyonu bulmayan istanbul’da, rum toplumu yaklaşık iki yüz bin kişilik nüfusuyla önemli bir yer tutuyordu. bugün yenikapı ile laleli arasına sıkışmış apartmanlarının doğu avrupalı turistlere yönelik birer tekstil mağazasına döndüğü langa semti, o zamanlar rum ve türk nüfusun iç içe yaşadığı iki katlı, avlulu evlerden ve maruluyla ünlü bostanlardan oluşuyordu. mahallenin çocukları okuldan arta kalan bütün zamanlarını, istanbul’daki bütün yaşıtları gibi arsalarda, sokaklarda futbol oynayarak geçiriyordu.
langa’nın arsalarından yetişerek ellili ve altmışlı yılların güçlü takımlarından beyoğluspor’un yıldızı olan avram papanastasiu o günleri şöyle anlatıyor: “üç çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm. babamın yenikapı’da bakkal dükkanı vardı, ben on yaşımdayken babamı kaybettik. cumartesi geceleri uyku tutmazdı gözümü, ertesi sabah top oynayacağım diye. daha gün doğarken herkesin evine gider, çocukları toplardım. hava kararana kadar top oynardık. o zamanların yenikapı’sında çok bostan ve arsa vardı. pazartesi günleri okula gidince hep ceza alırdım çünkü pazar günleri kiliseye gitmeyenlerin isimleri yazılırdı. buna rağmen ben uslanmaz, her pazar kiliseye gitmeyip top oynamaya devam ederdim.”
“langa, aksaray’dan yenikapı’ya doğru inerken sol tarafta kalır. o zaman mahallede bir kilise, bir ilkokul vardı. kilisenin evleri vardı, kiraya verilirdi. langa kulübü de o evlerden birinin odasını kiralamış. bu kulüpte futbola başladım. arman adlı ermeni bir mahalle arkadaşımla birlikte diğer gençler arasında sivrilmiştik. langa’dan bir rum idareci beni beyoğluspor’a tavsiye etti. bir gün beyoğluspor beni görmek için langa kulübüyle şeref stadında özel bir maç yaptı. ben o gün sol bek oynadım ve beğenildim. bunun üzerine 1956 senesinde, yani on sekiz yaşında beyoğlusporlu oldum. çok koşan biri olduğum için langa’da zaman zaman santrfor oynuyordum ve çok gol atardım. o zaman tekniğim fazla gelişmemişti ama çok mücadeleci, sert, cesur ve süratliydim. o devirde piyasanın en süratli futbolcusuydum diyebilirim.”
“ilk sene takıma giremedim. ben devamlı antrenmanlara çıkıyordum ama bir türlü takıma giremiyordum. bir ara vazgeçtim. idareciler beni çağırıp nedenini sordu. ‘ben oynamak istiyorum, siz oynatmıyorsunuz,’ dedim. bir yönetici bana nasihat etti. ‘bir merdivenin üstüne çıkmak için alt basamağından başlamak gerekir. basamakları ağır ağır çıkacaksın. biz seni langa’dan oynatmak için aldık.’ bir de 50 lira verdi bana.”
“o zaman zaten maç oynanırken oyuncu değiştirmek yasaktı. beyoğluspor’da eskiden beri oynayan kurtlar vardı, hep onlar oynuyordu. oynayabilecek isimler tahtaya yazılıyordu. stada gidiyoruz ama orada bulunanların içinden bir takım okunuyor, takıma giremeyen tribüne çıkıyordu. bir sezon öyle geçti. talihim fenerbahçe genç takımıyla yaptığımız bir maçta döndü. o maçtan önce bülent abi (eken), ‘seni santrfor oynatacağım,’ dedi. ben langa’da sol bek oynuyordum. çok süratliydim, deli doluydum. o maçta iki kafa golü attım, çok da iyi oynadım. aksaray’dan bir sürü arkadaşım gelmişti maça. ‘ulan gâvur oğlu, çok iyi top oynadın, helal olsun!’ diye bağırıyorlardı. o maçtan sonra takıma girdim ve 1972 senesine kadar bir daha çıkmadım.”
“imroz adasına kampa gittik. orada çanakkalespor’la hazırlık maçı yaptık. bülent abi ayvalık’tan bir santrfor almıştı. ilk devre o oynadı. 1-0 önde kapadık devreyi. ikinci yarı beni aldı, maç 13-0 bitti. kaç gol attım? hadi tahmin et bakalım. 9 gol! tutamıyorlardı beni. fevkalade süratliydim, alıyordum götürüyordum. kaptan dimitrioğlu bana, ‘oğlum kimseye verme topu,’ dedi. kimse tutamıyordu beni, bir anda kaleciyle karşı karşıya kalıyorum, vuruyorum – gol. belki üç-dört tane de kaçırdım.”
genç avram’ın 1957-58 sezonundan itibaren formasını düzenli olarak giymeye başladığı beyoğluspor, henüz milli ligin kurulmadığı o yıllarda, on takımlı istanbul liginde tutunmaya çalışan mütevazı bir ekipti. bir sezon, ligde kaldıklarından dolayı bir danimarka seyahatiyle ödüllendirilmişlerdi: “başkanımız napolyon kümede kalırsak bizi danimarka seyahatine götürmeyi vaat etti. 1958 senesinde danimarka’nın dört ayrı şehrinde birer maç yaptık, bütün danimarka’yı gezdik. emniyet’ten osman (daha sonra fenerbahçe’de oynayan osman göktan) ve galatasaray kalecisi bülent’i takviye olarak aldık. ilk maçımızı danimarka’nın o zaman en güçlü takımı olan f.c. kopenhag ile yaptık. sorensen diye çok iyi bir oyuncuları vardı. bir o gol atıyor, bir ben. maçı 3-2 kaybettik.”
1959’da milli ligin kurulmasıyla birlikte sekiz istanbul takımı bu ligde yer almaya hak kazanır. bu lige katılamayan beyoğluspor mücadelesine istanbul mahalli liginde devam eder. 1962 haziran’ında bu ligde şampiyon olarak ankara ile izmir liglerinin şampiyonları ve milli ligden düşen üç takımla birlikte bursa’da yapılan baraj maçlarına katılır.
“baraj maçlarına altı takım iştirak etmişti. federasyon başkanı sırf bizi alabilmek için beş takımı milli lige aldı. gol atıyoruz, hakemler vermiyor. top ağlara değiyor, geri geliyor, kaleci tutuyor, hakem devam diyor. penaltı veriyor, gol atıyoruz, kaleci kımıldadı diye tekrarlatıyor, bu sefer kaçırıyoruz. baraj maçları bitti, biz üzüntüden ağlayarak döndük istanbul’a.”
federasyonların doğrudan siyasi otoriteye bağlı olduğu o dönemde bakanlar kurulu baraj maçlarında başarılı olamayan vefa ve demirspor’un itirazı üzerine ligin yirmi takımla oynanmasını kararlaştırır. bunun üzerine milli ligin başlamasına günler kala federasyon toplanır ve beyoğluspor’un da katılımıyla birlikte 1962-63 sezonunda ligin yirmi iki takımla oynanmasına karar verir. avram bey, baraj maçlarının en iyi futbol oynayan takımı beyoğluspor’un sürekli yapılan haksızlıklar yüzünden beşinci olmasını zamanın federasyon başkanı orhan şeref apak’ın içine sindiremediğini söylüyor. muhtemelen bu yüzden bakanlar kurulunun ligi yirmi takıma çıkarma kararını federasyon bu şekilde genişletir.
böylece 1962-63 sezonunda takım sayısı yirmi ikiye çıkınca milli lig on birer takımlı iki ayrı küme halinde oynanır. beyoğluspor o sezonu ortalarda tamamlamayı başarır.
“birinci ligdeki ikinci sezonumuzda ilk yarı bitince fenerbahçe’den kiralık olarak naci abi (erdem) geldi. o santrhaf oynuyordu, ben o zaman yine santrfora geçtim. işte santrfor oynadığım ilk maçta galatasaray’a iki gol atmıştım. genelde zaten öyle olur, bir defans adamını ileriye alırsan çok başarılı olur. o sezon küme düştük, naci abi galatasaray’a gitti, ben tekrar santrhafa geçtim ve futbolu bırakana kadar bu mevkide oynadım.”
“tabii uzun zaman oynayınca tek tük hatalarımız da oldu. rahmetli beşiktaş kalecisi sabri dino o zaman bizdeydi. bir göztepe maçı oynuyorduk, durum 2-2 berabereydi. sabri bir aut atışında benle paslaştı. ben on sekiz üstünde bekliyordum. bana verdi topu, nasıl olduysa sabri’ye geri vereceğim topu ters tarafa vurdum. arkamda da fevzi varmış, aldı topu, boş kaleye golü attı. o yüzden 3-2 yenildik. o maç hiç aklımdan çıkmaz. on sene defans oynadım. her maçta takımın iyi oynayan iki üç elemanı varsa, biri mutlaka bendim. ama gene de o olayı devamlı hatırlarım, arkadaşlarım da bana zaman zaman söylerdi. futbolda böyle olaylar oluyor tabii.”
beyoğluspor 1963-64 sezonunda güzel futbolunu sürdürmesine rağmen maç kazanamayınca yeni kurulmuş olan ikinci lige düşer: “ikinci lige düşünce bizim kadro dağıldı ama o sezon biz şeref stadında bursaspor’u 2-1 yendik, böylece vefa şampiyon olup tekrar birinci lige çıktı (1964-65 sezonu). sezonun ilk yarısında biz bir ara yedi puan öne geçmiş ve ilk devreyi lider bitirmiştik. kim gelse yeniyorduk. fakat o sırada kıbrıs olayları patlak verdi. bütün türkiye karşımızdaydı. maça çıkıyorduk, bütün seyirciler, ‘makarios’un piçleri!’ diye bağırıyordu. inanılmaz haksızlıklar yapılıyordu takıma. biz liderlikten düştük, vefa ile bursaspor çekişiyordu. biz son maçta bursa’yı yenince vefa birinci lige çıktı. kıbrıs olayları patlak verdikten sonra birçok arkadaşımız istanbul’u terk etti.”
hemen her futbolcu gibi avram bey’in de en büyük arzusu milli formayı giymektir ama bu arzusu gerçekleşmez ne yazık ki: “ben oynarken her takımda çok iyi futbolcular vardı. milli olamadım ama ismim ahmet, mehmet olsa herhalde olurdum. beyoğluspor oyuncuları arasında milli formayı giymek sofyanidis ile kasapoğlu’na nasip oldu. zaten üç büyükler dışından bir oyuncunun milli olması çok zordu.”
on altı senelik profesyonel futbol hayatından sonra 1972’de futbol oynamayı bırakır: “artık üçüncü ligde oynuyorduk. zaten işimi kurmuştum, bir matbaam vardı. anadolu’daki maçlara gitmekten bıkmıştım. para yoktu, büyük sıkıntı çekiyorduk. o yüzden futbolu bıraktım, yoksa üç-dört sene daha oynayabilecek durumdaydım. böylece 1956’dan 1972’ye kadar toplam on altı sene hizmet ettim beyoğluspor’a. bu sürenin aşağı yukarı sekiz on senesinde kaptanlık yaptım.”
“futbolu bıraktıktan sonra bir müddet kulüpte idarecilik yaptım, takım amatör kümedeyken biraz antrenöre yardımcı oldum. ama baktım ki para bulamıyoruz onu da bıraktım. bir zamanlar iki yüz bin rum nüfus vardı, şimdi iki bin kişi kaldı. kimden para alacaksın, beyoğluspor kulübüne kim para verir?”
avram papanastasiu iyi futbolculuğu yanında arkadaşları arasında muzipliğiyle de tanınırdı. bu konuda bir anısını şöyle anlatıyor: “on altı sene boyunca şeref stadında antrenman yaptık. sabah 8’de başlıyorduk çalışmaya. bizden sonra 10’da beşiktaş antrenman yapıyordu. şeref stadı o zaman mezbelelik bir yerdi. orada bir görevli adam vardı. duş için ocağı yakıp su ısıtırdı. bir gün idmandan sonra yıkanmaya girdik. adam, ‘bugün biraz geç yaktım ocağı, su daha soğuk,’ dedi. muzaffer işi olduğunu söyleyip beklemeden duşa girdi. kafasını sabunladı. o sırada ben yukarı tırmandım ve işemeye başladım. muzaffer sevinçle ‘sıcak su geldi!’ diye bağırdı. herkes gülünce durumu fark etti. yıllar sonra galatasaray hamamının göbek taşında karşılaştık. o almanya’ya gitmişti. orada birbirimizi görünce sarmaş dolaş olduk.”