1. lig tarihinde fenerbahçe ile galatasaray'ın ilk defa karşı karşıya geldikleri maçtır.
galatasaray kırmızı, fenerbahçe ise beyaz grubun lideri olarak iki maç usulünde final maçı oynamışlar ve 1. ligin (o zamanki adıyla milli lig) ilk şampiyonu belli olmuştur.
ikinci maçı fenerbahçe 4-0 kazanmış ve şampiyon olmuştur.
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
ülkemizde futbolun örgütlenmesi cumhuriyetimizle yaşıttı. futbol federasyonumuz 1923'de kurulmuştu. hattâ milli futbol takımımız, cumhuriyetimizden üç gün daha yaşlıydı. 26 ekim 1923'de oynamıştık ilk milli maçı... 1951'de futbolumuzda profesyonellik resmen kabul edilmişti. 1959'da da futbolun en büyük mücadelesi yurt çapına yayılıyor milli lig kuruluyordu.16 takımın iki grupta çarpışması sonunda iki grubun birincileri finalist olmuştu. bu iki birincinin isimleri ise, heyecanı yüceltmek için yeterliydi. fenerbahçe ile galatasaray, ilk milli lig kupası'nın sahibi olabilmek için karşı karşıya geleceklerdi."fenerbahçe'siz galatasaray olmaz. gala-tasaray'sız fenerbahçe olmayacağı gibi..." daha çocukluğumuzda duyduğumuz sözdü bu... "ezeli rakipler" her zaman için bir "dev maç"ın taraftarlarıydı. bu iki takımın birbirleriyle oy-nayacağı maçlar öncesinde tahmin yapılmayacağı da, yine küçüklüğümüzden beri duyduğumuz gerçeklerdendi. işte bu hava içinde bir fenerbahçe-galatasaray maçı daha sporseverin önüne geliyordu.
finallerden ilki, 10 haziran 1959'da istanbul'da mithatpaşa stadı'nda oynandı. futbol tarihimize "ağları yırtan gol" ya da "metin'ln ağları yırttığı maç" diye geçecekti bu karşılaşma... çünkü maçın 39. dakikasında, o zamanın deyimiyle "soliç" yerinden kayan metin oktay, karşsına çıkan naci'yi atlatmış ve müthiş bir sol şutla kaleci özcan'ı mağlup etmişti. ancak top kaleye girmekle katmamış, bir kenardaki ağların arasından dışan çıkmıştı. büyük olaydı bu...metin oktay'ın "kral" ünvanına bir de "ağları delen golcü" sıfatı eklenmişti. sonradan çok tartışılacaktı bu...kimi ağların orasının zaten yırtık olduğunu öne sürecekti. kimi ise ağların sapasağlam olduğunu, ama kral metin'in ağları yırtacak kadar sert vurduğunu söyleyecekti. herhalde bir şey söylemeyecek, daha doğrusu söyleyemeyecek olan bendim. çünkü o gün, çalıştığım milliyet gazetesi adına bir magazin olayını izlemek üzere ankara'ya gönderilmiştim. bu yüzden o maçı da, o golü de görememiştim. fakat dört gün sonra, kupaya varan ikinci maçta staddaydım.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
simdi olsa tv'da kanal kanal dolaşırdım, "plağım çıktı" diye... ama dost birkaç gazetecinin yazdığı birkaç satırlık haber dışında... haaa bir de iki sütunluk ilanımızla. öteki yüzünde de bir fenerbahçe şarkısı... sözlerini ben yazmıştım. turgut dalar'ın düzenlediği şarkıyı vasfi uçaroğlu orkestra, çalımış, selahattin tansel de söylemişti. bu şarkının sözleri şöyleydi.
hoh hop hop... top top top... pas pas pas... şut şut şut... gooool. engelleri aşıyor, zaferleri taşıyor dört bir yandan yükselen... hey... tempolarla coşuyor. ya ya ya şa şa şa fenerbahçe çok yaşa paslar yerini buldu, ağlar gollerle doldu bu yıl da fenerbahçe, heeey... yine şampiyon oldu
fenerbahçe'nin "şampiyonluk şarkısı"ndan sonra bu kez galatasaraylı metin oktay için bir plak yaptık. sözler yine benimdi. taraftarı olduğu takımın, hem de ezeli rakibinden yediği golde topun ağları delip çıkması için şarkı sözü yazabilmek, bir babayiğitlikse... teşekkür ederim. çünkü bunu başardım ben... sporun, kardeşlik, centilmenlik, barış, dostluk olduğuna inandığım için... ancak galatasaray'ın ağları delen bu golle 1-0 kazandığı maçtan üç gün sonra da, mithatpaşa stadı'nda rövanşı anlattım radyoda... 1. türkiye ligi'nde fenerbahçe'nin galatasaray'ı 4-0 yenerek şampiyonluğu kazandığı maçtı. aynı tarafsızlık içinde... çünkü gönlümdeki takıma olan duygularımla üstlendiğim görevleri daima birbirinden ayırmasını bildim. yaşamım boyunca da "halit ağabey sahi sen hangi takımı tutuyorsun?" sorusuna yüzlerce, belki de binlerce kez muhatap oluşumun nedeni...
"kral metin" şarkısını şevket uğurluer besteledi ve orkestrasıyla çaldı. ne kadar ilginçtir ki, orkestrasıyla "şampiyon fenerbahçe" plağını çalan vasfi uçaroğlu galatasaraylıydı. galatasaraylı metin oktay plağını besteleyen ve çalan şevket uğurluer de fenerbahçeli...
"kral metin" plağına şu sözleri yazmıştım:
meşin topun kralı... goller goller sıralı ağlar bile delindi... metin topa vuralı metin gol... metin gol... metin gol... metin gol topu bombalar atar... kaleci boşa yatar vurdu mu kral metin... gollere goller katar... metin gol... mein gol... metin gol... metin gol... füze şutunun hızı... rengi san-kırmızı... milli maçta en başta. göğsünde ay-yıldızı... metin gol... metin gol... penaltı penaltı... metin gol... metin gooool...
sırada beşiktaş ve trabzon için şarkılar vardı. trabzonspor'un sözlerini yazmıştım bile:
karadeniz taşkındır... uşakları coşkundur... trabzon golleri... kaleleri taşkındır... geriye kaçmaz maçta... hiç durmadan saldırır... trabzon golleri... fileleri kaldırır... karşısına çıkana... çimenleri yoldurur... trabzon golleri... kaleleri doldurur...
ne yazık ki, beşiktaş'ın şarkısını yazmaya, trabzonspor'un şarkısını besteletmeye olanak bulamadan bu plak işine nokta koyduk. çünkü!.. plakların masrafını bile çıkaramamış, sermayeyi kediye yüklemiştik. o 45lik plaklardan sadece bir iki tane kaldı bende... hatıra olarak...
ilk basımı 2009 yılında olan mehmet yılmaz'ın "samsunspor: kırmızı beyaz siyah" kitabından;
20 ocak 1989 kazasında aramızdan ayrılan nuri asan samsunspor'u en çok seven adamlardan birisidir! üstelik tarifsiz, karşılıksız ve canını feda edecek kadar... bu nedenle kendisine özel bir sayfa açılmalı mutlaka...
1940 samsun doğumludur nuri asan. 19 mayısspor'da futbol hayatına başlamış ve on sekiz yaşında iken galatasaray'a transfer olmuştur. metin oktay'ın kendi kaleminden yine kendisini anlattığı satırlarda dikkatli gözlerden kaçmayan bir bölüm var. 1959 yılındaki ilk türkiye ligi şampiyonunu belirleyecek olan fenerbahçe-galatasaray serisinin ilk maçını anlatıyor. hani şu, fileleri delen şutuyla galatasaray'ın 1-0 kazandığı ama rövanş sonunda fenerbahçe'nin şampiyon olduğu seri...
işte o yazıda diyor ki metin oktay; "nuri bir pas atmıştı, sola doğru kaçtım. osman hızla üzerime geldi..." işte o tarihî golün pasını veren nuri, bizim rahmetli nuri asan'ımız. (osman dediği de yine samsunlu bir genç olan osman göktan). bakınız tarih 10 haziran 1959. amatör bir takım olan samsun 19 mayısspor'dan galatasaray'a transfer olmuş gencecik bir orta saha oyuncusu idi nuri. tik türkiye ligi'nde bir samsun takımı yoktu ama yüreği samsun aşkıyla dolu çok iyi bir futbolcu vardı. ertesi sezon da galatasaray formasını giyen nuri asan, takımın banko futbolcularından birisiydi. genç milli takımın ardından ordu milli takımda da forma giymişti. 1961-62 sezonunu askerlik sebebiyle ankaragücü'nde geçirmiş; 1962-63'te ise galatasaray'a geri dönmüş ve türkiye lig şampiyonu olan takımda turgay, ergün, kadri, metin, uğur gibi futbolcularla birlikte mücadele etmişti. 1963-64'te yine galatasaray'ın değişmez isimlerinden birisidir. ertesi yıl ise ankaragücü'nün yolunu tutar.
dört yıl aralıksız ankaragücü forması giyer. o ankaragücü, birinci lig'in önemli takımlarından birisidir. bu sırada memleketi samsun'da da profesyonel bir takım olan samsunspor kurulmuştur ve onun aklı hep samsun'dadır. nitekim 1968 yazında "ben samsunluyum ve şehrimin takımının bana ihtiyacı var," diyerek on yıllık gurbet serüveni noktalayıp, birinci lig'deki takımları reddetme pahasına (buraya dikkat) ikinci lig'in ve samsunspor'un yolunu tutar. onun da olduğu sezon samsunspor şampiyon olur ve karadeniz'in ilk temsilcisi unvanıyla birinci lig'e yükselir.
profesyonelliğin parayla değil de sporcu ahlâkı ve hayatıyla değerlendirilmesi gerçeğine göre düşünüldüğünde nuri asan tam bir profesyoneldir. ayrıca komple sporcudur. pek çok spor dalında gayet başarılı iken futbolun dışında çok iyi masa tenisi de oynamaktadır.
diğer kardeşleri de futbolcudur; futbol sevgisi ailedendir ama nuri asan üst seviye bir futbolcudur ve orta sahada tam bir oyun kurucudur. kendisine iyi bakan ve futbolu hayatının merkezine koyan birisidir. samsun sevgisini pek çok şeyin önüne koyan ve biraz da bunun için evlenmeye bile fırsat bulamayan nuri hoca'yı 19 mayıslılar derneği'ndeki arkadaşları bugün bile hasretle yâd ediyorlar. çoğunun nuri abi'sidir ve insani hasletleri çok fazladır. genç bir oyuncu iken ve henüz samsunspor kurulmamışken samsun yolspor'dan ankara'nın hacettepe'sine transfer olan daha sonranın gol kralı, "bay gol" lakaplı osman arpacıoğlu bir yazısında, "bir kişiyi rahmetle anacağım, sevgili nuri asan - ki o da ankaragücü'ne gelmişti galatasaray'dan; bana çok ağabeylik yaptı ankara günlerimde. nur içinde yatsın," diyerek anıyordu.
kültürlü ve seçkinci bir kişidir aynı zamanda. yıllar sonra talebesi olan genç bir futbolcu, "nuri hoca o kadar teknikti ki, idmanda topu ayağından asla alamazdık!" diyor. beyefendiliği ve insanlığı ile emsal bir kişilik olduğu anlatılıyor ve kimse sorsak aynı şeyi söylüyor: samsunspor'u çok severdi...
dünyanın en iyi takımının başında olsa ve çok büyük paralar kazansa... ama ona "hocam, samsunspor zor durumda, sana ihtiyacı var; gelir misin?" dense bir an bile tereddüt etmez koşa koşa gelirdi samsunspor'una," diyorlar...
samsunspor büyük bir camiaysa -ki öyle- onu büyük yapanları bilmek, öğrenmek, anlatmak lazım! akil bir adam olan nuri asan'ın hayattaki bütün riskleri samsunspor'un menfaati üzerine kurulmuştur bir bakıma. hep samsun'a yakın yerlerde çalışmış ve hep parasız pulsuz hizmet etmiştir samsunspor'una; futbolcu da olmuştur, antrenör de, teknik direktör de, yurt dışında futbolcu izleyen komitenin üyesi de...
rahmetli nuri hoca, maç oynanırken uğur olsun diye kulübedeki yerini değiştirir, hatta oyuncularının da yerlerini değiş-tirtirmiş. öyle ki, 1989'da bazı oyuncularıyla birlikte mekânını değiştirdi nuri asan; inşallah uğur olmuştur!
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
ömer madra'nın "ömür boyu süren şarkı: metin oktay" başlıklı yazısından;
evet, konumuz efsaneler.
ve ben diyorum ki, metin oktay, yalnızca türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüsü, en büyük santrforu, en büyük futbolcusu olmakla kalmayıp, bu âlemin gelmiş geçmiş yegâne sahici efsanesidir del.
şimdi tabii "eskilerden "bombacı bekir"in "kale direğini kıran" şutları; zeki rıza'nın zarif golleri; "baba" hakki'nın sahada su sızdırmayan otoriter ve babacan kimliği; "modern futbol" döneminden de "ordinaryüs" lefter'in "bel kıran" çalımları ve tilki kurnazlığı ile sokuluşu; "signor" can bartu'nun "sihirli değnek" gibi kullandığı sol bacağı ile yaptığı "bacak araları" ve milimetrik pasları; "baba" recep'in kalecilerin dizlerinin bağını çözen tutulmaz frikikleri; ve -elbette!- "berlin panteri" turgay'ın futbol sahası üzerindeki semalarda kurduğu mutlak ve tartışma götürmez egemenliği anlatılacaktır.
olabilir. bunların hepsi de doğrudur. ama bizim konumuz efsaneler.
ve hiçbir efsane boşuna yaratılmaz; mutlaka bir maddî temeli bulunacaktır.
metin oktay şutlanyla hiç direk kırmadı belki; ama bükreş'te romanya kalesine 40 küsur metreden çektiği şutta, top direğe vurup 18 çizgisine kadar geri geldi ve bir şampiyonluk maçında fenerbahçe'ye attığı golde top kalenin ağlarını deldi. o, normal insanların kafaları hizasında seyreden topları yere paralel uçarak çaktığı volelerle gole çevirirken, klasik bir koreografi zerafetinin doruklarında gezindi; kıvrak olmasa bile amansız vücut çalımları attı; bel ve kalçasını "muleta" gibi kullanarak kusursuz "geçişler" yaptı; rakibin "onsekiz" alanı içinde her zaman bütün başlardan bir baş yukarıda gezindi durdu; futbol yaşantısının sonlarında müthiş golcülüğünü elden bırakmadan hem havadan hem de yerden "kilometrekerce" uzaklara milimetrik paslar, bir bilgisayar dakikligiyle dağıttı; nihayet, galatasarayda ve türk millî futbol takımı'nda dengeli ve sportmen kişiliğinin ağırlığını yansıtan sahici bir kaptan oldu yıllar yılı ve efsane de işte böyle doğdu.
insanlar, gurbete onbinlerle yolcu ettiler onu; sonra da dönüşünde. yeşilköy havalimanı'na renkli ampuller ve adam boyu harflerle "metin" diye yazarak karşıladılar. yeni doğan çocuklarına onun adını koymaya başladılar. (onu bir kez olsun futbol sahalarında seyretmemiş olanlar bile yaptı bunu. çocuklara adı takılan kaç devlet adamı, kaç sanatçı, kaç kahraman tanıyorsunuz?) ve insanlar, aktif spor yaşamı bittikten sonra da onu ve gollerini çocuklarına anlatmaya koyuldular.
ilginç ve biraz da garip bir olaydır bu. özel bir işyerinde, üniversitenin bir dinlenme odasında, bir lokantada ya da herhangi bir evde -yemek sonras, kahve ile birlikte-, metin'in 1955-1969 tarihleri arasında oynadığı maçlarda attığı golleri, yaptığı olağanüstü hareketleri ya da jestleri, kesin dakikaları ile birlikte birbirlerine büyük bir keyifle -yeniden, yeniden!- anlatan insanlar görürsünüz. dünyanın başka bazı yerlerinde, örneğin brezilya'da ya da macaristan'da da benzeri sahnelere rastlamak mümkündür belki, ama türkiye'de futbolu bırakmasının üzerinden 18 yıl geçmişken metin oktay şarkısının hâlâ olanca canlılığıyla söylenmesi, hayli şaşırtıcı ve bir o kadar da heyecan verici bir olgu.
anlatayım: galatasaray'a ilk geldiği sene, takım istanbulspor'a karşı 2-1 yenik durumdayken, 90. dakikada yerden 25 cm yükseklikte gelen topa uçarak vurduğu kafa ile, istanbulsporlu 11 oyuncunun "etten duvarı"nda açtığı inanılmaz gedik!
aynı yıl, beşiktaş'ın galatasaray'ı 5-4 yendiği -ve maçın sonunda her iki taraf kalecilerinin hüngür hüngür ağladığı- müthiş maçta attığı "usta işi" iki gol...
dillere destan -ve artık biraz da fazlaca çiğnenmiş bir çiklet olan- 3-1'lik "macaristan zafer"inde, olanca cüssesiyle üzerine "çöken" kaleci farago'nun altında ezilirken ayağının ucuyla "görmeden" tıngır mıngır kaleye yolladığı top... (ve yedekler arasından fırlayan recep'in onu yerde kucaklayışı.)
dünya kupası maçında norveç'e karşı millî takım'da oynarken auta gitmekte olan sert şuta uçması ve uzayda o şartlarda bir araya gelmesi mucize sayılabilecek iki cismi, topla kafasını, buluşturup gol "vektör"üne dönüştürmesi...
yine dünya kupası'nda 2-1 yenildiğimiz sscb maçında, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kalecilerinden yaşin'e attığı, ancak yaşin'e yakışır gol...
9-0 sonuçlanan galatasaray-anadolu kupa maçında, "muhteşem macarlar"ın ünlü sağiçi "altın kafa" kocsis'e nazire yaparcasına onsekiz çizgisi dışından kafayla attığı gol...
galatasaray'ın, önce bahri, sonra da ergun'un sakatlanmasına "dokuz buçuk kişi" kalmasına rağmen fenerbahçe'yi 5-0 yendiği o unutulmaz maçta 4 gol birden atması ve her golden sonra karşısında değişen "çaresiz" markajcıların sonuncusu şerefin kendisini resmen elle tutmasına aldırmayıp, onu kolunu kendi bedeninden sökerek "perdeyi kapatan'1 golü atması...
başka bir fenerbahçe maçında. turgay'ın degajmanını yakalayıp, aut çizgisine çok yakın bir noktadan çaktığı vole ile kaleci "keçi" mehmet'in kariyerine son vermesi...
ayrı maçlarda korkunç voleleriyle adalet kalecisi ömer'i ve ıstanbulspor kalecisi sabih"i neredeyse hastanelik etmesi...
karagümrük'ün kadri, zekai. aydın. yüksel gibi ünlü oyuncuları transfer ederek "başa oynadığı" yıl yapılan dramatik maçta önce onsekizin sol köşesine doğru süzülüp -zaten herkesin önceden gol olacağından neredeyse emin olduğu o klasik pozisyonda- solu çakarak diyagonalden ağlara taktığı ilk golden sonra (1 -1) sakatlanması... o dışarıdayken yenen golle galatasaray 2-1 mağlûpken, iyileşip oyuna girer girmez düşürülmesi. attığı frikikin tam "doksan"a takarak beraberliği (2-2) sağlaması. golün ardından santra noktasına yürürken, arkadan kafasına gelen topla yeniden sakatlanması. saha kenarında tedavi görürken, yanındakileri iterek yeniden oyuna girmesi ve kalecinin iyice kapattığı köşeden topu iğne deliğinden geçirir gibi geçirerek 3-2 galibiyeti sağlaması...
askerlikle ilgili bir sorun yüzünden 45 gün yattığı toptaşı cezaevi'nden apar topar alınıp doğrudan stada getirildiği başka bir karagümrük maçında, golünü attıktan sonra kondisyon yetersizliğindan bayılıp sedye ile maçı terk etmesi...
avrupa şampiyon kulüpler macında polonya şampiyonu bytom'un dünyada isim yapmış kalecisi szymkowiak'a art arda üç gol attıktan sonra, bir de korner atışı yapıp topu suat'ın kafasına tam oturtmal suretiyle 4. golün yüzde elli ortağı olması. (rivayet olunur ki, bu maçtan önce kendisine "metin'den çekiniyor musunuz?" diye soran gazetecilere ünlü szymkowiak: "metin mi? o da kim?" diye sormuş. metin de yukarıda anılan gollerini sıraladıktan sonra gidip bu kalecinin elini sıkarak: "bendeniz metin oktay!" demiştir.)
futbol hayatının son resmî maçında ankara'da şekerspor'a karşı oynayan metin, maçın ikinci yarısında kaleye yirmi beş metre mesafede kazanılan serbest atışı müthiş bir vuruşla "90"dan filelere gömmüş, ama hakemin -bugüne kadar anlaşılmayan bir sebeple- golü iptal etmesi üzerine, bir daha gerilip ilk vuruşun tıpatıp aynını yapmış, ama -milimetrik bir hata payı yüzünden olsa gerek- top, bu kez aynı "çatal"a çarparak kaleye girmemiştir. (bu olay bir rivayet olmayıp bizzat tarafımdan "canlı" olarak seyredilmiştir!)
"metinolog"lar arasında günümüzde de bütün hızıyla sürdürülen sohbetlerde teati edilen yazısız metin oktay metinlerinden birkaçı bunlar işte. onun döneminin teknolojisi, bugünle kıyaslanamayacak ölçüde geri olduğu için, bu tek kişlik senfoni orkestrasının dev konseri bir video kaset olarak günümüze gelemedi. ama -belki de daha iyisi- beyinlerin, "içgöz"lerin pelikülleri üzerine yerleştirilerek babadan oğula intikal eden bir tür miras halini aldı.
peki istatistikleri konuşturalım şimdi de. tablo görkemlidir: 15 sezonda 11 kez gol kralı oldu metin oktay. (diğer üç sezonda da 1 ya da 2 gol farkla ikinci oldu.) oynadığı tüm maçlarda rakip kalelere tam 608 gol attı! avrupa kupalarında oynadığı 20 maçta 15 gol atarak uluslararası alanda da mükemmel bir performans koydu ortaya. türkiye'de bu alanda kırıtabilecek ne kadar rekor varsa hepsini kıran oktay, özellikle 1962-1963 sezonunu inanılması güç bir rekorla kapadı: galatasaray'da 26 maçta 38 gol, millî maçlarda 3, türkiye kupası'nda 6 gol attığı gibi, avrupa şampiyon kulüpler kupasfnda oynadığı 6 maçta kaydettiği 5 golle, avrupa gol krallığına da ortak oldu! (üstelik, bu kupada galatasaray 3. turdan öteye geçememiştir!)
bu rakamlara bir de "kral"ın 1957-1968 yılları arasında yerli ve yabancı takımlara bir maçta 3 ve daha fazla sayıda gol attığı 26 maçı eklemek gerekir. (yani, bu 26 maçta 81 gol!)
ama rakamlar yanıltıcıdır. onlara bakarak tablonun bütününü göremezsiniz. örneğin, alman futbolunun büyük ismi gerd müller gerçek bir gol makinesiydi; metin oktay'dan daha yüksek sayıda gol kaydetmeyi başardığı doğrudur. bununla birlikte, müller'in -yüzde doksanı birbirinin aynı olan- gollerinden kaçta kaçını daha sonraki kuşaklar birbirine anlatır dersiniz? metin, vücudunun her yanını her an gole döndürebilme yeteneği açısından müller'le benzeşmekle birlikte, istatistiklerle gösterilemeyecek, çok daha fazla bir şeydi de.
galatasaray dergisi 2009 yılı nisan sayısında yayınlanan mehmet yüce'nin "parçalı ve çubuklu" başlıklı yazısından;
1937 ile 1950 yılları arasında sadece istanbul, ankara ve izmir şehirlerinin mahalli liglerinde ilk sıraları alan takımların katıldığı ilk deplasmanlı deneme ligi milli küme oynanmıştır. profesyonel dönemde ise deplasmanlı ulusal lig'in ilk denemesi 1959 yılında yapılır. milli lig adıyla başlayan bu türkiye futbol tarihi'nin en önemli yarışması, içinde bulunduğumuz sezon elli birinci yaşını kutlamaktadır. türk futbol tarihi'nin tüm zamanlar en uzun soluklu yarışması olan ligimizin bu ilk yılında ezeli rakipler iki maç oynamışlardır. ilk yıl iki grup haline tek devreli düzenlenen ligin kırmızı grubunu parçalı takım, beyaz grubunu ise çubuklu takım birinci olarak bitirirler. statüye göre iki maç üzerinden final müsabakaları yapacaklar, üstünlük sağlayan takım türkiye'nin ilk profesyonel dönem ligi şampiyonu olacaktır. ilk maç 10 haziran 1959 yılında mithatpaşa stadyumu'nda yapılır. gelin bu maçı ve maçtaki o meşhur golü, golü atan taçsız kral'dan dinleyelim:
"fenerbahçe ile oynayacağımız her maçın havası ayrı olurdu. 1959 yılının 10 haziran günü oynayacağımız milli lig'in ilk final maçının önemi çok büyüktü. futbol federasyonu bu kritik maça yugoslavya'dan hakem getirmişti. tansiyon yüksekti. maçtan bir gece önce çınar otelde yugoslav hakemin üç fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce, istanbul'da kıyamet koptu. galatasaray kulübünün telefonları ihbarlarla inliyordu: 'maç çınar otel'de masa başında satıldı... yugoslav hakem fenerbahce'yi galip getirmek için ne lazım gelirse yapacak!. . ' bunun üzerine galatasaray kulübü hakemin değiştirilmesi için federasyona başvurdu. hakem şaşırmıştı. ve ağlayıp sızlamaya başlamıştı. 'ne olur galatasaraylılar'a söyleyin böyle bir sebepten dolayı memleketime dönemem maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim. '
yöneticilerimiz bir toplantı yaptı, hakemi kabul etti ve o yugoslav hakemle iki takım maça çıktı. 10 haziran 1959... dolmabahçe stadı yükünü almış, ezeli mücadeleyi bekliyor. sıcağa rağmen tribünler her zamanki gibi rengarenk... oyun hızlı başlamıştı. maçı mutlaka kazanmak istiyorduk. çok hırslıydık... turgay (şeren) uzun bir degaj yaptı. boş top, ceza sahasının üstüne süzülmüştü. topa kaleci özcan arkoç ile birlikte yükseldik. özcan topa uzanabilmek için adeta benim sırtıma tırmanmıştı. çok yükselmiş, bu sebepten de dengesini kaybetmişti. ikimiz birden yere düştük. özcan anlayamadığım bir şekilde kıvranmaya başladı. o anda fenerbahçe tribünleri benim özcan'a vurduğumu zannederek küfretmeye başlamıştı. o çirkin tezahüratın ilk defa muhatabı oluyordum. şaşırmıştım ve utanmıştım. suçlu olmamama rağmen utanmıştım. o sırada yanıma fenerbahçeli naci erdem ve basri dirimlili geldiler. ikisi de çok sevdiğim arkadaşlarımdı... benim kasıtlı bir hareket yapmayacağımı benden iyi bilirlerdi. ben onlarla konuşurken birden diz kapağıma bir tekme yedim. acıyla tekmeyi vurana baktım. bana vuran, kendine fenerbahçe'de yer edinmeye çalışan avni idi. o acıyla ben de avni'ye bir yumruk attım. yumruğu avni'nin suratına indirince saha karıştı. antrenörümüz george dick, eşfak aykaç, muzaffer bozok ve menajerimiz osman incili beni olaylardan sıyırıp saha dışına götürmeye çalışıyorlardı. o kargaşa arasında yöneticimiz muzaffer bozok ile osman incili yugoslav hakeme kızıyorlardı. aradan iki üç dakika geçmiş, saha boşaltılmıştı. yugoslav hakem hışımla yanıma yaklaştı ve saha dışını gösterdi. o güne kadar hiç bir hakemden bu kararı duymadığım için neye uğradığımı şaşırmıştım. hırsımdan ağlıyordum. sahadan çıkmadan önce gidip fenerbahçe tribünü önünde çakıldım. ben gidince onlar da şaşırdı. biraz önce o çirkin kelimeleri bana layık gören insanlardı onlar. durdum. birbaştan bir başa o tribünler süzdüm. sonra eğildim ve bana küfredenleri selamladım. ortalık sakinleşmişti. ben soyunma odasına gitmeye karar verirken suat (mamat), turgay ve diğer arkadaşlarım kolumdan tutup 'durü hakem kararını değiştirdi galiba' dediler. oyun duralı yedi dakika olmuştu ve yedi dakikadan sonra yugoslav hakem beni sahadan atmaktan vazgeçmişti. karar değişince fenerbahçeli futbolcular kahroldular. bundan sonra yüzbinleri ağlatan tek golü ben atacaktım. 37. sakikada ağları parçalayan bazukayı fenerbahçe kalesine ben yolluyordum. allah'ım rüya gibiydi sanki o an...
nuri bir pas atmıştı, sola doğru kaçtım. osman hızla üzerime geldi, onu atlatmak benim için zor olmadı. aut çizgisine kadar gittim sol ayağımı çizgiye dayayıp topu kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci erdem ekseri bu toplara çift dalardı. fakat ondan da sıyrıldım. evet, önümdeki topa çok dar açıdan vurmak zorundaydım. bu bir an meselesiydi. bu kısa zaman içinde başımı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya tüm kuvvetimle vurdum. kaleci özcan, köşeyi kapatmıştı. buna rağmen top hızla kaleye girdi. inanın topun baktığım noktadan dışarı çıktığını ve ağları parçaladığını sonradan öğrendim. golden sonra arkadaşlarımın sırtındaydım. tribünlerden 'cim bom bom..." sesleri yükseliyordu. halbuki hakem de dahil, golü dolmabahçe satdındaki kimse farketmemişti. hakem önce aut vermiş, sonra parçalanmış ağları görünce gole hükmetmişti. maçtan sonra fenerbahce'nin eski kaptanlarında fikret arıcan 'vallahi azizim bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam bekir'di...ama itiraf edeyim ki metin daha iyi vuruyor...' diyordu ."
ancak ikinci maçta çubuklu takım bu golün acısını ezeli rakibinden fena çıkarır. maçı yüksel gündüz, naci erdem, mustafa güven ve şeref has'ın golleriyle 4-0 kazanan fenerbahçe, türkiye ligi'nin ilk şampiyonu olur. 1959 senesi milli lig'i, fenerbahçe'nin şampiyonluğundan çok ağları yırtan o meşhur gol ile hatırlanacaktır.
galatasaray dergisi 2009 yılı nisan sayısında yayınlanan mehmet yüce'nin "parçalı ve çubuklu" başlıklı yazısından;
büyük şair cemal süreyya o golü ve metin'i nasıl resimliyor liriğinde:
"ensesiyle bile top alır, baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle. metin oktay adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. hiç bir futbolcu bu kadar ekip adamı olamaz. yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı bir beden zekasını her an ayağının önünde bulan adam, metin oktay en büyük futbolcu olarak aynı zamanda ikincildir de. sanırım başarısının anahtarı burada. galatasaray gerçekliğinin başlaması onun dönemine rastlıyor. galatasaray'da futbol gerçeği, fenerbahçe'de ise türkiye gerçeği ağır basar. metin oktay'ın bir özelliği de hiç bir zaman şımarmamaış olması. o rolü, yanında oynayan başka futbolculara bıraktı. metin'de bütün bu büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. nedir bu acaba? teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? bütün bunlar birleşmiş onda, ama aynı özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. sanırım asıl niteliği, topla buluşması. icatçıdır bu konuda, sevecendir. şemsiyesini mi ne yaptı? fenerbahçe'ye attığı çok ünlü bir gol vardır. 'uçan manda'olarak anılan özcan'ın beklediği kalenin ağlarını yırttu. ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak, şemsiyeyle örttü orayı. şemsiyenin bugün hala orada olduğu söylenir."
ilk basımı 2001 yılında olan hakan dilek'in "mahallenin en şık abileri" kitabından;
paşalı birol: "ölene kadar fenerliyiz"
80 bin resim, büyük stadyumları beş kez dolanacak uzunlukta pankartlar, katışıksız ve bitimsiz fenerbahçe aşkıyla sarı-lacivert bir bağlılığın öyküsü paşalı birol'un yaşamı. ama birol, dayanışmanın giderek zayıfladığını söylüyor. haydi fenerbahçeliler birol'un bayrampaşa stadyumu'nun yanındaki müzesinin önüne: "birol buraya yumruk havaya."
"yıl 1959... bir ağabeyimiz oğluyla beni galatasaray-fenerbahçe maçına götürdü. metin oktay'ın ağları yırtan şutuyla galatasaray 1-0 galip geldi. hepimiz üzüntülüyüz. fenerbahçe bayrağının üzerinde ellerimizi birleştirdik ve yemin ettik; ölene kadar fenerliyiz."
vecdi teker, nam-ı diğer paşalı birol'un fenerbahçeliliği, o evin bahçesinde ve bayrak üzerinde edilen yeminle başladı. vecdi bu yemini paşalı birol olduğu ana ve bugüne kadar bozmadı. bozacak gibi de görünmüyor. bayrampaşa'da stadyumun yanındaki dört katlı binasının giriş katını işine, üç katını da fenerbahçe'ye ayırmış birol. bu üç kat eşi benzeri görülemeyecek cinsten bir fenerbahçe müzesi. binanın ikinci katı pankartlara ayrılmış. bu pankartlar özenle katlanmış ve içlerinde ne yazdığı bir kâğıtla üzerlerine tutturulmuş. paşalı'nın iddiasına göre, bugünkü değerleri 5 milyar lirayı bulan bu pankartlar türkiye'deki bütün büyük stadyumların her birinin etrafını beş kez sarabilecek uzunlukta. bir üst katta fenerbahçe'nin bütün eski idarecilerinin, ilk günden bugüne kulüp başkanlarının, 1959'dan bu yana fenerbahçe takım kadrolarının fotoğrafları var. tam 80 bin fotoğraf... hızına yetişebilmek mümkün değil. birol'un içindeki atlı karıncaya bindik, fır dönüyoruz. dolaplar futbolla ilgili gazete ve dergilerle dolu. bugün de fotomaç, fanatik, spor ve gazete pazar okuyor birol. 1973'ten beri de hürriyet arşivi son derece sağlam.
duvardaki tarih
tarih bu fotoğraflarla paşalı'nın müzesinin duvarlarına tutunmuş. maradona, brietner, rumenigge, george best gibi ünlülerle birlikte çektirdiği fotoğraflar da müzenin duvarlannı süslüyor. paşalı'nın müzesinde yer sarı, gök lacivert. san-lacivert çay bardakları, tespihler, kalemler, düdükler, anahtarlıklar, toplar, şapkalar, kaşkollar... san-lacivert bir dünyada yolculuğa çıktık. paşalı anlatırken yumruklarını sıkıyor, heyecanlanıyor, sesini yükseltiyor, alçaltıyor, gülüyor, hüzünleniyor, yerinde duramıyor, oturuyor, kalkıyor. kendisinin dediği gibi: "paşalı'yı tanımak için insanların bunu görmesi lazım." futbolun bir hastalık olduğunu söylerler. paşalı bu tanımı esastan ve usulden bozuyor: "futbol bir aşktır, tutkudur. ben amigo değil, çok iyi bir taraftarım."
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
eylül dersem hüzün anla metin oktay
ağları yırtan gol
haziran 1959. sezonun sonları, galatasaray-fenerbahçe maçı. ezeli rekabet alttan alta tansiyon yükseltiyor ve fenerbahçe kulübü başkanı agah erozan şöyle şeyler söylüyor: "türk futbolunun anası babası fenerbahçe-galata-saray'dır. kim kimi yenerse ikinci maça kadar evin erkeği o olur." evin erkeği seçilecek ya, yugoslavya'dan hakem bile getirtilir bu maça. maç başlar. bir pozisyon fenerbahçe kalecisi özcan'la topa yükselir metin ama özcan sebepsiz yere kendini yere atıp kıvranmaya başlar. metin'i önce tribünlerin ana avrat küfürleri ve korkunç uğultusu, sonra da o karambolde dizine tekme atan avni şaşırtır. şaşkınlığı geçince de aynı şekilde karşılık verir avni'ye. olmadık bir biçimde. tabii yugoslav hakem hemen metin'i dışarı atar. buraya kadar bu tür maçların vaka-i adiyesinden bir durum sayılabilir. ama o anda dışarı başı önde yürüyen gözyaşları içindeki metin fenerbahçe tribünlerinin önünde durur. fener tribünlerinde bir şaşkınlık, herkes sus pus olur. metin herkes sustuktan sonra beline kadar yere eğilir ve seyirciyi selamlar, işte o anda bütün stadyum bu davranışı alkışlamaya başlar. bu olay anında maç tam yedi dakika durmuştur ve yugoslav hakem metin'i tekrar oyun alanına dahil eder. maçın 37. dakikasında ağları yırtan bazukasını çakar metin ve galatasaray o maçı 1-0 kazanır.
babam yok artık
bu maçın sevinci henüz belleklerdeyken babasının ölüm haberi gelir ve yıkılır kral. babasının ölümünden sonra not defterine şu satırları düşer: "babam yok artık. ayaklarım topa vurmak istemiyor. kafamın üzerinde topları değil hatıraları taşıyacağım artık." gazetelerde ise metin'i çok seven insanların düşüncelerini taşıyan satırları yayınlar: "karşıyakalı hasan efendi metin'i bırakıp gitti. ama son nefesini verirken biliyordu ki metin oktay yalnız değildir ve bütün bir ülkenin çocuğudur. çünkü o milyonların omuzlarındadır. her gün türkiye'de doğan çocukların büyük bir kısmına metin ismi veriliyor." ancak başka bir huzursuzluk da ailesinde yaşanmaktadır metin'in. eşinin ve ailesinin sürekli "futbolu bırak ve izmir'e dön" baskısı vardır üstünde. metin oktay, kral, galatasaray'ın yüz görümlüğü, "ya ben ya futbol" diye dayatan eşi ile futbol arasında bir tercih yapmaya zorlanır. ancak kararı kesindir: galatasaray. evliliği biter.
babasının ölümü ardından evliliğinin bitişi moralsiz bırakır metin'i. bunlar yetmezmiş gibi bir de askerdeyken kamp dönemlerinde birliğinden alınan izinler dolayısıyla dokuz gün erken terhis olduğu savıyla paşakapısı cezaevi'ne konur, insanın burnuna kötü kokular geliyor. neyse... kral burada "hayatı tanıdım" dediği bir 45 gün "yatar." erken terhis edildiği 9 günün hatırına. çıkışta takımının karagümrük'le oynayacagı maçın kampına katılı maç sabahı gündüz kılıç odasmdadır: "biliyorum çok yorgunsun ama dışarıda binlerce taraftar seni istiyor. çıkıp verebildiğini ver. sen bize çok maç kazandırdın. seni hasretle bekleyen bu seyirciye ne olur bu saygıyı gösterelim." baba'ya "hayır" diyebilmek mümkün mü? çıkıp 3-0 aldıkları maçın iki golünü attı metin.
ancak istanbul büyük başarıların yanında büyük kırıklıklar da demekti kral için. defalarca gol kralı olmuş, milli formayı giymiş, büyük başarılara imza atmıştı ama, babasının ölümü, eşinden ayrılışı gibi yoğun duygu sağanakları istanbul'da yaşanmıştı. şükrü gülesin'in, bülent ekenc'in bir dönem top oynadığı italyan palermo takımı metin oktay'ı 36 golle gol kralı olduğu sezonun sonunda kadrosuna dahil etti. metin için italya biraz o yoğunluktan uzaklaşmak demekti. ama transferini sağlayan remondini ile antrenör montez arasındaki çekişmenin arasında kaldı ve kendisi için verimsiz olarak değerlendirdiği birkaç ayın sonunda yuvasına, galatasaray'ına döndü yine. 1962 haziran'mda yine sarı kırmızılı tribünleri selamlıyordu kral.
daha önce istanbul profesyonel ligi'nde (1956-57) 17, (1957-58) 19, (1958-59) 22 golle, türkiye ligi'nde 1959'da 11, (1959-60) 33, (1960-61) 36 golle gol krallıklarını yakalayan metin oktay 1962-63 sezonunda attığı 38 golle 25 yıl kırılamayacak bir rekoru da futbola armağan ediyordu. yani uefsane geri dönmüştü" ya da "kral'ın dönüşü muhteşem olmuştu". kral sahalara olduğu kadar beyoğlu'na, kadınlara biraz da, hatta biraz fazlaca da anason çekiciliğine dönmüştü. yaşananların duyarlığında açtığı yaraları futbol dışı referanslarla çözmeye çalışıyordu belki de. bir gün içkili bir haldeyken, kendisine sitemde bulunan, artık eskisi gibi çalışmadığını söyleyen gündüz kılıç'ın telkinlerine bir iki cümleyle cevap veriyordu içindeki yangını bastırarak: "beni bana bırakın. ı love you."
galatasaray kulübü'nü tercihinin ardından evliliğinin dağılması, babasının ölümü, gündüz kılıç'la arasının açılmasına yol açan dedikodular, -kral bu nedenle ergun acuner'i döve döve soyunma dolabının içine sokmuştu- kadro dışı bırakılıp 'sevgilisinden' ayrı kalmasına yol açan durumlar metin'i büsbütün moralsizliğe itiyordu. bu moralsizliğe ve dağınıklığa aşk yaşadığını düşündüğü kadınların ağırlığı da eklendi. kral'ın dünyası "kocaman projektörlerin üzerinde dolaştığı bir gecekondu" değildi. istanbul sosyetesinin gözbebeği kadınların projeksiyonu vardı bu kez: 1953 türkiye güzeli ceylan ece, tiyatro ve sinema yıldızı mualla kaynak, o dönemlerde üçüncü sınıf bir fransız şarkıcısı olan maria vincent, refik erduran'm çiçek buketinde elmas yüzük armağan ettiği ayfer feray, gönül yazar, ayfer tatari, ilk evliliğini yaptığı oya sarı onun için bir düş kırıklığı olmaktan öteye geçemediler. 1965'te ise son eşi servet oktay onun yeniden yaşama bağlanışının sebebi oldu.
bu arada gelen film teklifini değerlendiren metin oktay senaryosunu asaf önal'ın yazdığı, atıf yılmaz'ın yönettiği "taçsız kral" filminde kadir savun, ayten gökçer, ajda pekkan ve gönül yazarla birlikte kamera karşısına geçti. ama kral bu kez de doğumundan altı saat sonra ölen kızı zeynep'in acısıyla yıkıldı. en formsuz dönemleriydi bunlar. çevirdiği film yüzünden önce uyarı aldı ama yöneticilerin de desteği yanındaydı: "çamura düşmüş ekmeğe önce sahibi sahip çıkar." ama ardından da sert bir tepki gelmekte gecikmedi: "silahı, içkiyi, kadını, şöhreti taşımak zordur." hepsi birden gelmişti kral'ın üstüne. şöhret, para, kadın, ölüm, gündüz kılıç'la yani "baba" ile sürtüşmeler, onun altay takımına gönderilişi, çıkan dedikodular... hepsi birden. ama kral'm artık servet'i vardı ve sular onun için giderek duruluyordu. 1968-69 sezonu sonunda futbolu bırakacağını açıkladığında yer yerinden oynadı. 614 gole imza attı futbol yaşantısında - bazı kaynaklarda değişik rakamlar var. 40 kez milli formayı giydi ve milli formayla 19 gol attı kral. ama kararı kesindi artık, "gol pabuçlarını çözmesi gerekiyordu."
veda zamanı
galatasaray 23 ağustos 1969'da, fenerbahçe ile 1-1 berabere biten karşılaşmada kral'a veda etti. kral, taçsız kral, kordonboyu'nda üstüne sıçradığı çamuru anımsadı birden, sonra kıtlık kıran yılarını, dokuma fabrikasında çektiklerini babasının, fuar'daki akşam karanlığında sevdasıyla gizli buluşmalarını, aç yatılmış gecelerince üzüntüyle kalkılan gün doğumlarının, cezaevlerinin, ayrılıkların, sevmelerin ve sevgisizliklerin izdüşümüydü yaşamı. aklımda ondan kalan bir tek güçlü anekdot var. eskişehirspor'un gol ayağı fethi'yi sarı kırmızılı renklere kazandırmak için transfer görüşmesine gidiyor kral. fethi'ye "seni galatasaray'a almaya geldik fethi" dedi. fethi'nin "metin abi, ben eskişehir'e söz verdim. onlar benden çok şey bekliyor. aynı durumda sen galatasaray'ı bırakır miydin?" sorusu karşısında usulca 'bırakmazdım'diyor ve ayrılıyor yanından. tek kelime etmeden...
futbolun sokrates'i
13 eylül 1991'de bir trafik kazasında kaybettik onu. tribünlerin önünde insanlık dersi veren futbol sokrates'ini yitirdik. bize "beni benimle bırakın. ı love you" diyerek göçtü gitti dünyamızdan. sessiz sedasız yaşamanın, içerden yaşamanın, sevdayla yaşamanın tadını damağımıza çalarak. başlanılmış ve tüketilmemiş sevdalar, transfer bezirganları, formasını paraya değiştiren futbolcular, takımı için tribüne ölmeye giden taraftarlar, bir tiran gibi takım yöneten idareciler... yüzünüzü güneşe dönün.
macar antrenör, idare heyetinden sinirli bir şekilde ayrıldı ve mukavelesini yenilemeyeceğini bildirdi
fenerbahçe antrenörü molnar, dün akşam toplanan idare heyetine mukavelesini yenilemeyeceğini bildirmiştir. macar antrenör, galatatasarayla yapılacak final maçlarında takım teşkili mesuliyetinin bütün idare heyetine râci olmasını istemiştir. fenerbahçeliler cemiyetindeki toplantıya son dakikada gelen molnar'ın bu teklifini idare heyeti müsbet karşılamamış ve biraz sonra sinirli bir halde lokali terketmiştir.
molnar dün gece kendisiyle konuşan bir arkadaşına şunları söylemiştir: «kontratım millî ligin sonunda bitmektedir. yenilemiyeceğim. istanbul'da kalacağım. hangi kulüpte vazife alacağım hususunda şimdiden söyleyemem»
dün vefa ile berabere kalarak kırmızı grup şampiyonluğunau kazanan galatasaray, bugün istanbulspor'la kendi grubunda son maçını oynayacak olan fenerbahçe ile 10 haziran çarşamba ve 14 haziran pazar günleri milli ligin iki final karşılaşmasını yapacaktır.
sarı-lacivertli takım bugünkü maçı kaybetmiş olsa dahi yine ezeli rakibinin karşısına grup şampiyonu olarak çıkacaktır.
dünkü maçın neticesi futbolda heyecan arayanları yeniden bir heyecan kasırgasına boğmuştur. bugünden itibaren taraflar oynayacakları maraton maçlarına hızla hazırlanmaya başlayacaklardır. fenerbahçe tam kadro halinde bugünkü maçtan sonra kampa girecektir. dün akşam toplanan idare heyeti milli lig şampiyonunu tayin edecek olan iki müsabaka için yeni bir prim baremi tesbit etmiştir. sarı-lacivertli futbolcular iki maçı da kazandıkları takdirde cem'an 105.000 lira prim alacaklardır. ayrıca zengin taraftarların da bu maç için prim yarışına giriştikleri bilinmektedir.
galatasaray profesyonel takımı futbolcularına dün gece izin verilmiştir. kadro bu akşam kampa alınacak ve yarın sabah ali sami yen stadında idmana tabi tutulacaktır. umumi kaptan eşraf aykaç'a idare heyeti dün final maçları için tam selahiyet vermiştir. sarı-kırmızılı futbolculara grup birinciliğini kazanmaları sebebiyle karagümrük ve vefa maçları için 1000 er lira prim ödemiştir. idare heyeti iki final maçını kazandıkları takdirde futbolculara evvelce kabul edilmiş bulunan miktara ilaveten 1500 er lira daha şampiyonluk primi verecektir.
futbol federasyonu final maçlarının ehemmiyetini göz önüne alarak müsabakalara ecnebi hakem getirmek kararını vermiştir.
fenerbahçe ve galatasaray profesyonel futbol takımları çarşamba ve pazar günü oynayacakları milli lig final maçları için dün akşam kampa girmelerdir.
fenerbahçeli futbolcular istanbulspor maçını müteakip topluca çınar oteline gitmişlerdir. kadro salı günü yeşilköyde hafif bir idmana tabi tutulacaktır.
galatasaraylı futbolcular ise dünkü maçın ikinci devresinde stad önünde toplanmışlar ve tarabya'da villâ zarif'te kampa çekilmişlerdir. san - kırmızılıların bugün antrenman yapmaları muhtemeldir.
saat 17'de başlayacak olan müsabakayı beynelmilel hakem c. başar idare edecek. basri 43 dakika takımda yer alacak
takımlar iki maçta da aynı avantaja sahip olursa 3'üncü maç oynanacak
fenerbahçe - galatasaray takımları bugün saat 17.00 de mitatpaşa stadında milli ligin ilk final maçını oynayacaklardır. müsabakayı ankara bölgesi hakemlerinden cezmi başar idare edecektir.
merkez hakem komitesi pazar günü yapılacak ikinci final karşılaşması için bulgaristan ve yugoslavyadan hakem davet etmiştir. müsabakanın numaralı biletleri fenerbahçe ve galatasaray kulüpleri tarafından dünden itibaren azalara satılmaya başlanmıştır. kapalı, açık ve duhuliye biletleri bu sabah saat 9 dan itibaren stad gişelerinde satışa çıkarılacaktır.
muhtemel tertipler
fenerbahçe ve galatasaray takıları bugünkü müsabakanın son hazırlığını dün ikmal etmişlerdir.
fenerbahçe yeşilköyde antrenör molnar'ın nezaretinde sabahtan akşama kadar ayrı ayrı guruplar halinde çalışmalara tabi tutulmuştur. bu arada rahatsız bulunan basri de dün
sabah hafif bir antrenman yapmıştır. basri bugün takımdaki yerini 43 dakika müddetle dolduracak, sonra yerini avnl'ye bırakacaktır. avni'den boşalan yeri de akgün dolduracaktır. son dakikada bir değişiklik olmazsa fenerbahçe sahaya şu kadrosuyla çıkacaktır: özcan - osman, basri - avni naci, niyazi - mustafa, şeref, yüksel, lefter, can.
galatasaraylı futbolcular ise dün istirahat etmişler ve yürüyüşe çıkmışlardır. bu arada evvelki günkü idmana çıkmayan kaleci turgay, suat ve ergun tarabya sahasında antrenör dick'in idaresinde hususi bir çalışma yapmışlardır. eşinin rahatsızlığı dolayısiyle bir müddet kamptan ayrılan metin ise menecer osman incili ile öğleden sonra ali sami yen stadında tek başına çalısmıştır. bir değişiklik olmadığı takdirde galatasaray sahada şu tertiple yer alacaktır: turgay - saim, ismail - ahmet, ergun, nuri - isfendiyar, suat, metin, cengiz, mete.
bugün ve pazar günü oynanacak iki final maçında puan ve averajların müsavatı halinde fenerbahçe ve galatasaray takımları milli lig talimatnamesinin 8 inci maddesine göre tarafsız bir sahada üçüncü defa karşılaşacaklardır. bu tarafsız sahanın ankara olması muhtemeldir.
radyo maçı veriyor
müsabakayı saat 17.00 den itibaren istanbul radyosunda spiker arkadaşlarımızdan muvakkar ekrem talu anlatacaktır.
netice kadar sarı-lacivertliler için namağlup unvanlarını da korumak büyük değer taşıyor
namık sevik istanbul'dan bildiriyor...
netice ne olacak?
kuvvet ölçülerini esas alanlar, takımların son form durumlarını göz onündo bulunduranlar «netice elbette fenerbahçenin lehine olacaktır» demektedirler. şahsi görüşlerimizi açıklamadan evvel ölçüyü bu yönden tutmak şartiyle biz de aynı şeyleri tekrar edebiliriz. ancak, belki biraz klasik ama, iki ezeli rakibin karşılaşmaları hakikaten ferdi mukayeseler ve kuvvet ölçüleri diye bir şey tanımıyor. moral ve asab üstünlüğü kimde ise maça hangi taraf daha hızlı başlar ve asılırsa galibiyet ibresi de sahada derhal onun tarafına kaymaktadır. bugünkü karşılaşmanın diğerlerine nisbetle daha başka bir hususiyeti var. o da lig'i ve milli lig maçlarını namağlûp bitiren fenerbahçe'nin aynı ünvanını ezeli rakibi karşısında korumak mecburiyetinde oluşudur. işte buna muvaffak olabilecek mi? enerjisini ve asabını bu kritik maçı kazanmak için ayarlayabilecek mi? şüphe götüren taraftarı, idareciyi ve futbolcuyu endişeye sevkeden husus da budur. yoksa kuvvet ölçülerinde yukarda da ibaret ettigimiz gibi fenerbahçe daha ağır basmakta ve daha üstun durumda bulunmaktadır.
favori olmak... bu, fenerbahçelileri en fazla korkutan bir husutur. umumi kaptan fikret kırcan, antrenör molnar ve hatta şöhretli futbolcu lefter kendilerinden küçük olan genç arkadaşlarının kafalarına böylece bir düşüncenin yerleşmemesi için çalışmaktadırlar. molnar «ben 35 senelik hocayım. küçük takım diye bir şey tanımıyorum. nerde kaldı ki galatasaray?» diyor. kırcan «sarı - kırmızılı takın bize b takımıyla çıktı ve perişan etti» şeklinde konuşuyor. lefter ise «dün de kaydetmiş olduğumuz gibi biz favori değiliz. olmak da istemiyoruz» demekte ısrar ediyor. dikkat edilirse, fenerbahçe peşin kabul edilmiş bir üstünlükten ve favori olmak kompleksinden kurtulmaya çalışmaktadır. bu moral mücadelesinde ne derece muvaffak olunup, olunmadığının hakiki değerini, bugün sarı - lâcivertlilerin sahada çıkartacağı oyun ve ezeli rakibi karşısında alacağı netice gösterecektir.
fenerbahçenıin baştanberi final yarışına iyi hazırlandığı şüphe götürmez. ama koşuyu vurup, vuramıyacağı sualine peşin bir cevap vermek zordur. kuvvet ölçülerine göre «evet fenerbahçe maçı kazancaktır», diyoruz. fakat ezeli rekabetin verdiği hız karşısında duraklıyor, düşünüyor ve ihtiyatla şu sözü söylüyoruz. «galatasaray kolay yutulan bir lokma değildir.»
galatasaray antrenörü de fenerbahçeyi kuvvetli ve üstün buluyor. formunu, oyun yapısını beğeniyor.
futbolun ana vatanında futbolu geçer akçe sayılmış bu yabancı müşahide göre; fenerbahçe klas bir takımdır.
nâmaglûp bir hüviyetle senenin en ağır iki final maçına, çalıştırdığı takımdan daha müsait şartlar altında çıkmaktadır. çoğunuz da böyle düşündüğünde şüphe yoktur. ama, futbolda selahiyet sahibi bu yabancıya «madem ki aradaki fark bu kadar büyük, öyleyse netice?» diyorsunuz. iki takımın karşılaşmaları üzerindeki müşahedelerini iki kelime ile ifade ediveriyor «zor maç bu.»
neden zor maç?
fenerbahçe - galatasaray mücadelesinin 60 senelik akışını değiştirmeye ne galatasaray'ın, ne de fenerbhaçe'nin gayreti kâfi gelmiştir. zayıf bir fenerbahçe, parlak devrinde bir galatasaray, tahmincileri, idareci ve futbolcuları oldum olasıya yanıltmıştır. ve bu şekilde mukayeselerin birbirini takip ettiği zamanlarda peşin hükümlerin âdeta zayıf gözüken tarafa yardım cı olduğundan bahsedilmiştir.
bu hakikaten zor maç... fenerbahçelisi, galatasarayın zaaflarından endişe ediyor. galatasaraylısı fenerbahçenin hatırı sayıl ır bir mesafe kateşinden ümitleniyor. esasen fenerbahçeyi korkutan da bu tezattır. mevsimi, sonunda dahi zirveden seyretmek... hasiseler, milli ligin grup neticeleri, ferdi ve cem'i mukayeseler fenerbahçeye mutlak favori gözüyle bakılmasına zemin hazırlamaktadır. hatta kuvvetler arasındaki bu farkın yaşlanmış nazariyeyi yıkacağına inananlar var. işte galatasaray'ı rahat ve müsavi şans sahibi bir finalist haline getiren de bu aşırı güvendir.
bir fenerbahçe - galatasaray maçında taktik ve futbol meziyetleri kat'i neticenin yardımcı vasıtaları kabul edilmektedir. esas olan havadır, moraldir, âsabdır. kısacası psikolojidir. nasıl ki iki sene evvel, bir beraberlikle şampiyon olabilecek galatasaray, kendisinin favori kabul edildiği bir finali fenerbahçeye 3 golle verivermişse, bugünkü favorinin de ilk turda rakibini elinden kaçırabileceği unutulmamalıdır.
netice :
galatasaray elbette birim kat'i favorimiz değildir. fenerbahçe de öyle. bu zor maça iki tarafın müsavi şanslarla çıktıklarını kabul ediyoruz. maçı galatasaray kazansa, biz de bu rekabeti tanıyanlara sorsak: «aaa, amma da büyük sürpriz mi oldu» diyecekler.
bin dokuz yüz elli dokuz senesi haziranının onuncu günü saat yirmi. matbaada oturmuş, bîr saat evvel biten bir fırtınanın hikâyesini anlatmağa hazırlanıyorum. ben o fırtınayı bizzat yaşamışım, biteli bir saat olmuş ve siz benim bitaraf olmamı bekliyorsunuz... mümkün mü?
nasıl bitaraf olabilirim ki, ben futbol meraklılarının senelerce unutamayacağı, nesilden nesile anlatılacak bir muhteşem golün sahibi olan metin'in bizzat kendisiyim... ben, daha iki, üç gün evvel yarak hastası iken bu zorlu maçta takımdaki yerini alan, tabii muvaffak olamayan ve bu başarısızlığın, bu talihsizliğin ıstırabını yüreğinde ateş gibi hisseden basri'yim... ben şeref'im, oyunun ilk dakikalarında kaçırdığım fırsatın takımımın mağlubiyetinde hissem olduğunu hissediyor ve hala için için ağlıyorum... ben mete'yim. dursun'um. favori bir fenerbahçe karşısında «bir büyük maç» çıkartmanın hırs ve heyecanı ile adalelerimde bir çekik kuvveti, yüreğimde bir elektrik motoru gücü bulmuşum... ben özcan'ım, topu bloke ettikten sonra metin'in o kıyasıya tekmesini yiyerek kendimi kaybetmişim... ben tekrar metin'im, özcan'a vurduktan sonra basri'nin yumruğunu suratımda bulmuş ve bir an sonra avni'yi sahanın ortasında «knocdown» etmişim... ben can'ım, lefter'im büyük şöhretime rağmen sahada dolaşmaktan başka hiçbir şey yapmamış ve mağlubiyette en büyük rolü oynayan adam olmuşum... ben eşfak'ım, heyecanlı ve asabi birkaç futbolcunun sahada yaptığı affedilmez hataların meşülü sadece benmişim gibi bana tempo ile küfreden seyirciye bakıp 30 yıla yaklaşmış spor hayatımdan nefret etmişim... ben kapalı tribünün ortasında veya sol tarafında maçı seyretmiş herhangi bir seyirciyim, yaptığım taşkınlığın, savurdupum küfürlerin ne kadar ağır olduğunu ancak şimdi anlıyor ve utancımdan yerin dibine geçiyorum...
bitaraf olmak mı. boşuna beklersiniz, çünkü her hadisede ya failin utanç veya gururunu, yahut mağdurun üzüntü veya tevekkülünü yaşamışım...
heyecanla maça başlayan futbolcuları görmüş, acıyan, seven, hayran olan, yavrularına gayret dileyen bir anne gibi mahzun olmuşum... onüçüncü dakikada metin'in özcan'a vurduğu tekme ile başlayan, birkaç kişinin yumruk, kafa darbesi ve tekme ile yerlere yatırıldığı meydan kavgasını förüp futbolu seven bir insan olarak hırslanmış, ayıplanmış, tel'in etmiştim...
bilakis iki taraflıyım bu fırtınanın hikayesinde: hiç kimse beni o «abideleşecek» golü atan metin'in tarafından olmaktan menedemez... ve hiç kimse beni avni'ye yumruğunu atan metin'in veya 31 inci dakikada sert bir kafa darbesi ile yüksel'i yıkan suat'ın tarafından olmağa davet edemez... hasta yatağından yeni kalkıp sahada gücünün son imkanlarını kullanan bir basri'nin acısını bizzat hissetmekten kurtulabilir miyim? yahut ikinci devrenin sonlarında artık başa çıkamadığı isfendiyar'ın ayaklarına taban çıkarken gördüğüm basri'nin yerinde kendimi görüp utancumdan kızarmaz mıyım?
fırtına dineli bir saat olmuş ama biz o fırtınayı dışardan seyreder gibi görünüp hakikatte bizzat yaşayanlar hala tesiri altındayız.
finalin heyecanı ve...
fenerbahçe favori... fenerbahçe formda... altmış şu kadar maçtır yenilmemiş olmanın şevki var fenerbahçe'de... ve galatsaray daha dün vefa karşısında üöit vermeyen bir bocalama ile beraberlik kurtarmış... şans sarı-lacivertlilerin, ama hepsinden mühim bir mesele var: acaba iyi bir futbol oynanır mı? saha sabahtan beri yağan yağmurla yumuşamış, ağırlaşmış... hava şimdi iyi ve gittikçe çekiyor saha... final maçı bu belli olmaz... öyle diyoruz ama, fenerbahçe son haftalardaki olgun ve becerikli futbolunu tutturursa galatasaray'ın ona ayak uydurmaması garip olur. bu final iyi bir futbol finali olacak...
iyi bir final mi? al sana final maçı... ikinci devrenin ilk onbeş dakikasındaki galatasaray'ı, son onbeş dakikadaki fenerbahçe'yi unutun ortada itişen, vuruşan, her gelen topa vuran veya ısrarla ayağında tutup rakibine kaptıran yirmi iki futbolcudan başka birşey kalmayacak.
fenerbahçe müdafaası bu kadar kolay çözülmeli midir? bu müdafaayı ayakta tutmak şöyle dursun, şöyle böyle destekler görünen sadece osman mı olmalıdır? ve aynı takımın -daha geçen hafta istanbulspor karşısında- futbol ziyafeti çeken forveti nerede? galatasaray müdafaasına «muvaffak» oldu denebilir mi? neden forvette metin «sadece metin» var. galatasaraylılar attıkları -hayır metin'in attığı- gol hariç «futbol» mu oynadılar? iki büyük kaleci için «iyi» idiler demeğe kimin dili varır? şüt ne kadar sert, ne kadar «ağlar delici» vasıfta olursa olsun özcan ki aslında bir kaleci başının üzerinden geçen topa bir yumruk vurmamalı mıdır? yirminci dakikada ilerilere süzülen osman'ın attığı şütü yatarak karşılayan fakat bloke edemeyip tâ aut çizgisi üzerinde yetişen turgay'ın bu hatâsı «gol» demek değil midir? ikinci devrenin 22 inci dakikasında ortadan ileri bir top alan şeref'in soldan yaptığı atakta, üstelik ergun'un da mükemmel takibine rağmen isabetsiz bir çıkış yapan ve topu yanıbaşından kaçıran turgay, bu işin autla neticelenmesinde şansına dua etmemeli inidir?
hâsılı maç. finalin heyecanı ile oynandı ve iki «büyük» türk takımı bu heyecana mağlup olup futbolla hiç alâkası olmayan hayati bir mücadeleye giriştiler...
... ve asıl mücadele
iş maalesef futbolculuk ve taktik mücadelesi olmaktan çıkmış bir mücerret fizik mücadelesi, bir asab mücadelesi haline gelmişti. işte bunu galatasaray kazandı... hayır galatasaray sadece metin'in golü ile değil, fenerbahçeliler gibi asabi sebepler yüzünden dağılmamakla maçı kazandılar. daha ilk dakikalardan itibaren yakın markajlı, sert, atak ve girgin bir müdafaa kurmuşlardı. fenerbahçenin topla oynarken yumuşak ve yavaş olan forveti bu tok ve inatçı müdafaa karsısında duraklayıverdi. galatasaray müdafaası inatçı ve takipçi idi... can'la lefter'in adeta sahada görünmez olmaları da buna eklenince. turgay'ın yarı sahasına sarı-kırmızılılar hâkim oldular. halbuki bu müdafaa iyi bir futbol oynamadı.
buna mukabil sarı-lacivertli müdafaa daha ilk dakikalardan itibaren basri'nin ve naci'nin -yani iki büyük çapta temel direğinin- güvenilecek durumda olmadığını gösterdi. iki yan hafın mütemadiyen ilerilere kayarak insatlerin yerine girmeleri osman'ı tek başına bıraktı. lefter galatasaray forvetinde metin'den başkaları da vasat bir form gösterebilseler fenerbahçe müdafaasının ne yapacağı merak edilirdi. ama gel gör ki. o forvette de iş başaracak kıvam yoktu. yalnız metin'in söküp götürdüğü toplar «bir şeyler olacak» ümidi veriyordu.
galatasaraylılar sert geçen bir «vücut vücuda mücadeleyi» işte böyle kazandılar. fakat sarı-kırmızılıların daha fazla faul yaptıkları, daha sert ve kıyasıya dalışlarla biraz da sindirme gayesi güttükleri gizlenir bir hakikat değildi. oyun sertleştikçe galatasaraylılar daha rahat oluyorlar. fenerbahçeliler daha bozuluyorlardı. bir an geldi ki, can, basri, ve diğerleri sadece kendilerine yapılan faulleri hakeme şikâyet eder ve kendileri aleyhine verilen faulleri protesto eder hale geldiler... avni çok defa oyunu bırakıp «niye çalmıyorsun» diye hakemle -tabii konuşamadığı bir lisanla - münakaşaya başladı.
hülasa galatasaray, bir futbol finalinden ziyade bir fizik mücadele bir asab bozma yarışı olarak aldıkları bu maçı kazandılar...
işte bu kadar...
heyecan kasırga gibi... hırs ve sürate diyecek yok. ama futbol kötü mü, kötü... işte bu kadar. şimdi galatasaray pazar günü asıl finali oynarken bir gol avantajla başlayacak. fenerbahçenin tek şansı var pazar günü: maçı asab mücadelesi haline getirmemek... çünkü. iste bu mücadeleye dayanamadıklarını gösterdiler.
fileleri yırtıp, dışarı çıkan golü nasıl attığını anlatmak için metin, uzun boylu duşündü. nuri baııa bir pas uzatmıştı diye söze başladı. sonra, sanki hiç bir şey yapmamış bir insan edasıyla şöyle konuştu: «sol açığca deplâse oldum. osman hızla üzerime gelmişti. onu atlatmak benim için zor olmadı. avt çizgisi üzerine kadar düşmüştüm. neredeyse top bu çizgiyi geçecekti. sol ayağımı çizginin üzerine dayadım ve topu önüme doğru kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci ekseri bu pozisyonlarda yere yatarak çift ayakla topa dışarı atardı. sert, cüsseli ve hareketli rakibimin böyle bir pozisyonda beni yere yıkması bir anlık mes'eleydi. fakat, ondan bir müdahale görmedim. ferahlamıştım.»
metin burada bir an durdu. yüzbiııleri ağlatan ve yine yüzbinleri sevindiren golü attığı anın heyecanı içinde son hareketi nasıl yaptığını anlattı: «evet, önümde seken topa çok dar bir zaviye içerisinde vurmak mecburiyetindeydim. bu bir an mes'elesiydi. ekseri goller bu andan faydalantlarak atılır. bu söylediğim kısa zaman içeririnde kafamı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya bütün kuvvetimle vurdum. özcan zaviyeyi kapatmıştı. buna rağmen ayağımdan fırlıyan top, fenerbahçe kalesine hızla yöneldi. itimad edin topun baktığım noktadan dışarıya çıktığını sonradan öğrendim. arkadaşlarımın kucağındaydım. tribünlerden galatasaray cim bom bom sesleri geliyordu. halbuki bundan evvel hakem de dahil olmak üzere golü hiç kimse farketmemişti.»
evet son yıllarda metin'in golü için eşine nadir rastlanan gollerden biri demiştik. bu gol bize geçmiş yıllara ait bir hadiseyi hatırlattı. 1953 yılında herkesi futboluna hayran bırakan brezilya'nın desportes takımı türkiye'ye gelmişti. stad mithatpaşa, karşılaştığı rakip de fenerbahçe'ydi. 3-1 sarı-lacivertli takımın aleyhine biten o müsabakada, dün sahada olduğu dahi şüphe götüren lefter, ceza çizgisi üzerinden üst köşeyi bulan çok sert bir şütle şahane bir gol laydetmişti. top fileleri yırtmamıştı...
ertesi gün desportes'in şöhretli antrenörü gazetelere şu beyanatı veriyordu: «bu şahane bir gol. eğer lefter bu golü brezilya'da atmış olsaydı, hakem maçı tatil eder ve halk da fener alayı tertip ederdi.»
aradan uzun yıllar geçti, genç futbolcu metin dün mithatpaşa sakinlerine aynı heyecanı bir kere daha yaşattı. ama, bu golü desportes'in antrenörü göremedi...
çünkü sarı-lacivertli takım ligi namağlup bitirdi. milli ligin grup birinciliğini de öyle; çünkü, fenerbahçe takımı klas oyuncularda müteşekkildi. başlarında iyi bir antrenör vardu. mevsim sonu olmasına rapmen hepsini islim üzerinde tutabilen... ferdi mukayese de üstündü. cem'i mukayese de üstündü. o halde fenerbahçe takımı bu üstünlüklerin kendisine verdiği avantajla sahadan galip çıkacaktı.
bu fikir silsilesine takılan ve neticeye doğru yürüyenler maçtan evvel hükümlerini vermişlerdi. fenerbahçe sahadan galip ayrılacak..
ne oldu? sahadan galatasaray galip çıktı. nasıl çıktı?
sertlikle diyenler bulunacak, rakibinin asabını bozdu diyenler olacak. hakem için şikayet edenler de pek tabili. yok: böyle düşünmek ve neticeyi tahfif etmek için bu yola sapmak doğru bir hareket olmasa gerek.
galatasaray için, maçtan evvelki öüsahedelerimizi şöyle bir neticeye bağlamıştık. rahat bir finalist. bu tarafın, fenerbahçeyi rahatsız eden problemleri yoktu. bu tarafın, milli lig finaline ilave ettiği bir ünvanı yoktu. nihayet bu tarafın, rakibi kadar asabı ve morali bozul değildi...
galatasarayı ayakta tutan, neticeye götüren de bu derece büyük iddiaya sahip olmamasıydı.
bir fenerbahçe-galatasaray maçı daha seyrettik. netice tahminlerin tamamen aksi oldu. ve şimdi herkes galatasaray galibiyete gitmesini bildi, başarıya ulaştı demekte.
dünkü sualimizi şimdi tekrarlayalım: netice süpriz mi?