kırmızı grup lideri galatasaray, aynı grup sonuncusu gençlerbirliği ile golsüz berabere kaldı. işin garibi şu ki, lider takım, rakibinden daha telaşlı ve acemi hareketlerle vakit geçiriyordu. baskıda oldukları zamanlar rakip kale önünden çırpınmaktan başka bir şey yapamıyorlar, müğdafaaya çekilince -mekik gibi muntazan çalışan üç veya dört kişilik gençlerbirliği forveti karşısında- adeta dağılıyorlardı?
sarı-kırmızılı takım son zamanların en kötü ve bozuk oyununu oynuyordu. ama sahada galatasaraydan daha fazla dikkati çeken bir başkası vardı: hakkı gürüz...
hakem mi, mubassir mi?
beynelmilel hakem hakkı gürüz dün sahada bir hakem değil adeta bir mübassır hüviyetinde idi. belki hüsmuniyet sahibi olarak oyunun sertleşmesini önlemek arzusu ile hareket ediyor, fakat sahada futbol oynanmasına müsaade etmiyordu. en hafif çarpışmaları faulle cezalandırmak kaideleri tatbik mi demekti? şarjları değil, yanyana koşarken yapılmış basit omuz temaslarını bile kaide ihlali kabul etmek bugüne kadar görülmüş müydü? biraz mübalağa ederek denilebilir ki, hakkı gürüz dün rakibine yaklaşan furbolcuları bile cezalandıracak kadar ileri gitti. bu futbol değildi. üstelik bu hal, sertliğin önüne geçmek şöyle dursun futbolcuları sinirlendirmek için mükemmel bir sebepti. ve hakikaten öyle oldu. iş bununla da kalmamıştı: ilk devrede coşkun'un ceza sahası içinde orhan'ı tırpanlayarak yıkması, biraz sonra gene ceza sahası içinde gençlerbirliği müdafilerinden birinin topu adeta bloke etmesi neden cezalandırışmıştı? hülasa dün tecrübeli ve bilgili hakem hakkı gürüz'ü anlamadığımızı itiraf etmeliyiz. hakem mitdi, mübassir miydi?
g. saray neden bozuktu?
coşkun yoktu... ahmet oynadığı müddetçe coşkun'dan farksızdı, o çıkıp dursun solbeke ismail solhafa geçince de galatasarayda takımı toparlayacak bir sol haf var denemezdi. böylece sarı-kırmızılıların iki yan hafı mütadrandımanlarının onda birini bile veremezken, geride saim de mevcut havaya uyuvermişti. eğer ergun ilk devrede toparlanmasa neticede galatasaray müdafaasının hezimeti beklenebilirdi. çünkü turgay da önündeki dağınık ve telaşlı müdafaayı toparlayacak derecede bir psikolojik form göstermiyordu. hatta onları toparlamak şöyle dursun bu dağınıklıkta hissesi bile vardı. kaptan, artık arkadaşlarına ancak icab ettiği zaman müdahalete alışmalı, her an onları "acaba kaptan, ne diyor?" diye kendisine bağlı tutmamalıydı.
forvete gelince... takımın müdafaası bozuktu ama, maçı kazanamamanın mesuliyeti müdafaadan çok forvetindi. as'lar heyecanlarını, gençler sükünetlerini kaybetmişlerdi.
gençlerbirliği neden iyi idi?
müdafaada böylesine yakın ve emin markajlı, forvette bu derecede sakin ve becerikli bir takım muvaffak olmuş sayılmalıydı. takım halinde, ne yaptıklarını biliyorlardı.
uzak topları emin ve rahat toplayan bir kaleci de olunca bu takımın başarısı inkar edilemezdi. bekler iki açığı adım adım takip ederek markaja alıyorlar, kahraman da metin'i en akıllı şekilde durduruyordu. maç berabere bitti, fakat bu gençlerbirliği için bir galibiyet kadar kıymetli idi.